HDP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Türkiye’de yargının sorunlarını çözebilmek için, “Kapısına kilit vurup, anayasa ve yasaları çağdaş evrensel hukuk normlarına uygun bir yargı inşa etmek” gerektiğini söyledi. Şık, “Mevcut tabloya bakarak ve bugün zulmedenlerin yarın nelerle karşılaşacağını öngörebilecek kadar deneyimimiz ve tarih bilgimize dayanarak söylüyoruz ki; her türlü hukuksuzluğunuzun örtüsü olan çoğunlukçuluğun verdiği yetkiyle böyle gitmesine karar verirseniz, bilin ki; hiç kimsenin garantisi yoktur. Reisiniz dahil sizin de” dedi.
Şık, Ceza Muhakeme Usulleri Kanunu ve diğer bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin teklifin Meclis Genel Kurulundaki görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada kendisine ulaşan bir mağduriyet hikâyesini paylaştı. Şık’ın aktarımına göre mağdur kadın, ‘FETÖ’ iddiasıyla hakkında yakalama kararı bulunan kocasıyla birlikte mahalle pazarından alışveriş yaptığı sırada isimsiz bir ihbarla gözaltına alınıp tutuklandı. Şüpheli hakkındaki iddialar ‘örgüt üyeliği’ suçlamasını doğrulamamasına rağmen iki yıldır cezaevinde bulunuyor.
Şık, kendisinin önce “Ergenekoncu” olarak ve sonra “FETÖ’cü” olarak tutuklandığını hatırlatarak, şunları söyledi:
“İstinaf Mahkemesi bugün, kendisi gibi tetikçilik görevi üstlenen ilk derece mahkemesini kararını onadı. Bu karara diyeceğimi mahkemede söylemiştim tekrara gerek yok. Ama yargının halini bir kez daha ortaya koyan bu karara söyleyeceğimizi, değişiklik yaparak Shekeaspeare’den bir alıntıyla bitireyim: “İn cin top“İn cin top oynuyor cehennemde/Tekmili birden yargıya doluşmuş iblislerin.”
Ahmet Şık’ın TBMM Genel Kurulu’nda 13 maddelik CMK teklifi üzerine yaptığı konuşmanın tamamı şöyle:
Yargıya ilişkin yapmak istediğiniz değişikliklerin geneline baktığımızda teknik bazı düzenlemelerle, tarafınızdan bozulanı “iyileştirmeye” yönelik adımlar atılıyor gibi görünüyor.
Ama takdir edersiniz ki, sizden önümüze gelen her metne, her teklife arkasında ne tür bir çapanoğlu var diye bakıyoruz. Hakikati eğip bükmekte pek mahir olduğunuz için, sizden de bu tekliften de kuşkulanmamak elde değil.
Çünkü iktidarınızın yasa yapma süreçlerini kısaca tanımlamak gerekirse; uzlaşma aramayan, müzakere ve istişareye kapalı, belli çıkar ortamlarına ve ortaklarına, lokal hedeflere dönük ısmarlama ve adrese teslim çalışmalar oldukları şeklinde bir tarif yanlış olmaz.
Bunun yanı sıra birbiri ile herhangi bir illiyet rabıtası içinde olmayan farklı düzenlemelerin, zamanlaması bazen anlaşılır olmadığı gibi kullanışlı gündemler yarattıkları şeklinde de yorumlara mahal veren bir takvim içinde, toptancı bir anlayışla şekillendirilen “torba teklifler” bu dönemin en belirgin karakteristiği haline geldi.
Bu da aynı şekilde bir torba kanun teklifi. Nitekim 12 maddelik teklif İcra ve İflas Kanunu, Hakimler ve Savcılar Kanunu, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun ile Ceza Muhakemesi Kanunu’na ilişkin değişiklikler içeriyor.
Teklifin geneline ilişkin itirazlarımızı Komisyon’da dile getirdik. Hukukçu arkadaşlarımız hukuk bağlamındaki itirazlarını burada da yineleyecekler. O yüzden işi ehillerine bırakıp teklif maddelerinden ziyade artık hukuktan bağımsız hale gelen yargının hal-i pür melaline dair iki çift söz etmek daha yerinde olacak.
Eğer yargıyı konuşacaksak sonda söyleyeceğimizi baştan da ifade edebiliriz: Kapısına kilit vurup, anayasa ve yasaları çağdaş evrensel hukuk normlarına uygun bir yargı inşa etmek. Mensuplarını ise biat edenlerden değil liyakat sahibi olanlardan seçmek. Çünkü hukuktan; hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan ne ise Türkiye yargısı şu an odur.
Yargının sorunlu hali bugüne ait bir problem değil ama bugünkü kadar eleştiri konusu edilip güven duyulmayan bir aygıta dönüşmesi ise tamamıyla sizin eseriniz.
Buna ilişkin çok sayıda örnek vermek mümkün. Ama bir çırpıda aklıma gelenleri sıralamak gerekirse iddianamesi bile olmadan hapishanede 475 gününü tamamlayan Osman Kavala’nın yaşadığı hukuksuzluktan başlayabilirim.
Devletin, egemenlerin sevmediği bir avukatlık faaliyeti içinde oldukları için bir kez daha hapiste olan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarını konuşabiliriz. Aynı nedenlerle ve aynı sözde delillerle 5 yıl önce de Fethullahçı çete tarafından hedef alındıklarını, yine hapsedildiklerini ve bu konuyla ilgili davanın da halen sürdüğünü konuşabiliriz. Bu son hapislikle ilgili 1 yıldan sonra mahkemeye çıkarılıp her biri hakkında tahliye kararı verildiğini, ancak gelen talimat üzerine aynı mahkeme tarafından yeniden tutuklanmalarını ve çelişkili iki karara imza atan mahkeme heyetinin ilk kararı nedeniyle sürüldüğünü de konuşabiliriz.
Selahattin Demirtaş hakkında, AİHM’ın ihlal kararı verip salıverilmesine ilişkin hüküm açıklamasından sonra, “Karar bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” diyen Cumhurbaşkanının bu konuşmasından 6 gün sonra Bölge Adliye Mahkemesi’nin işi bitirdiğinden söz edebiliriz.
Cumhurbaşkanının sözünü kısa sürede “mahkeme kararı” şekline getiren yargının Türkiye’de kendisi dahil hiç kimsenin hukukla bağlı olmadığını ilan etmesini, yani hukukun işinin bittiğini konuşabiliriz.
Yazdıkları haberler ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle hapsedildikten 7 ay sonra mahkemenin serbest bıraktığı gazetecileri konuşabiliriz. Elbette serbest bırakılmalarını değil. Adliyeden tahliye edilmek üzere hapishaneye götürülene dek suç vasıflarının değiştirilip ağırlaştırılarak, aynı delillerle yeni bir soruşturmanın sanıkları haline getirilmelerini ve hapiste tutulmaya devam edilmelerini ama hükmün ilk yargılandıkları dosyadan verildiğini konuşabiliriz.
İşkence yapılarak hapsedilen ve tutuklanmasına gerekçe olan aleyhte ifade veren tüm tanıkların kendilerine işkence ile zorla ifade imzalattırıldığını söylemesine rağmen hapiste tutulmaya devam eden gazeteci Nedim Türfent’i de hapisteki diğer gazetecilerle birlikte anlatabilirim isterseniz.
Polis ve yargı içindeki Fethullahçı çetenin kotardığı, ucu iktidarınıza dokunan tüm soruşturma ve davaların yargı faaliyeti değil terör faaliyeti olduklarından hareketle çoktan kapatılıp o polis, savcı ve yargıçlar kaçmış ya da tutuklanmışken, aynı çete tarafından KCK adıyla açılan soruşturma ve davalara sahip çıktığınızı da konuşabiliriz.
Dahası da var ama hepsini konuşmak için de yıllara ihtiyaç var. Muhtemel ki bu dönem sona erip de, umudum o ki evrensel hukuk normlarına uyan bir yargı tarafından bu suçlar soruşturulduğunda her şey konuşulacak.
Ama kayda geçmesi açısından İstanbul’dan, bilinmeyen bir başka örnekle devam edeceğim.
Eşi hakkında yürütülen soruşturma sebebiyle, kocası yakalandığı sırada yanında olması sebebiyle hukuka aykırı olarak gözaltına alındıktan sonra tutuklanan, yargının mağdur haline getirdiği bu kişinin ismini vermeyeceğim. Çünkü mağduriyetlerini büyütmenin ve kamuoyunda isminin bilinmesinin daha büyük olumsuzluklar ortaya çıkaracağına dair endişeleri bulunuyor. Yani yaşadığı haksızlığı/hukuksuzluğu dahi anlatmaya korkan insanların çokluğu Türkiye yargısının halini özetliyor.
Mağdur, “FETÖ üyeliği” suçlamasıyla tutuklanmış ve ilk derece mahkemesince 7 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedilmiş. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi de, hüküm hakkındaki itirazla ilgili olarak, “İstinaf Başvurusunun Esastan Reddi”ne karar verince dosya Yargıtay’a taşınmış.
Mağdur, kocası ile birlikte evinin yakınlarındaki pazar yerine alışveriş için gittikleri sırada polis kendilerini durdurmuş ve eşi hakkında yakalama kararı olduğu kendilerine söylenmiş. Mağdur hakkında hiçbir soruşturma veya yakalama/gözaltı kararı olmamasına rağmen polisin yoğun telefon trafiğinden sonra kendisi hakkında da gözaltı kararı verildiği söylenmiş. 10 günlük gözaltı süresinin ardından çıkarıldığı Sulh Ceza Hakimliği’nde de tutuklanmış.
Dava dosyasına göre gözaltı gerekçesi, aynı gün emniyete e-posta yoluyla gelen isimsiz bir ihbardan ibaret. İstanbul polisine sabah saat 07.30’da gelen ihbarda isimler ve kullandıkları aracın plakası verilerek, “Firari baş FETÖ’cü, avukat karısı tarafından kaçırılacak. Şu adreste şu plakalı kırmızı araba içinde gördüm, yetişin yakalayın” yazmaktadır. Dosyaya göre de polis bu ihbar üzerine akşam saatlerinde belirtilen adrese gelerek gözaltı işlemini gerçekleştirmiş.
O gün için polisin mağdurla ilgili elindeki tek veri e-posta yoluyla gelen isimsiz bir ihbardan ibaret. İhbarda, FETÖ’cü denilen karı kocanın görüldüğü söylenen yer evlerinin yakını, gözaltı yapıldığı sırada suçlanan kişilerin gerçekleştirdiği fiil ise semt pazarından alışveriş yapmak. Ama ihbara bakarsanız kadın kocasını kaçırıyor. Buradan yola çıkarak suçüstü yapılmış diyebilirsiniz. Suç nedir? FETÖ’cü olduğu iddia edilen eşiyle birlikte semt pazarından alışveriş yapmak mı? Hakkında hiçbir adli soruşturma yok, suçüstü hali yok. Ama 2 yıldır süren bir hapislik var.
Bir an için ihbarın bir soruşturma açılmasına yeterli bir veri olacağı kabul edilse dahi savcının temel görevi işin gerçeğini araştırmak değil mi? Nitekim, CMK’nin 160/1. maddesi bunun için var. Aynı maddenin ikinci fıkrası da savcıların şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğundan bahsediyor. Yasal mevzuat, düzenleme var, ama masumiyet karinesi, liyakatsiz yargı mensuplarının elinde hukuktan mahrumiyet karinesine dönüştüğü için, değil hukuka kanunlara bile bağlı savcı yok maalesef.
Kadın kocasını kaçırıyor dense de araçlarında yapılan aramada herhangi bir suç unsuru bulunamamış. Ev aramasında ise bir diz üstü bilgisayar ile iki de cep telefonuna el konulmuş. Ama dava dosyasında bunlarla ilgili herhangi bir inceleme raporu da yok. Ama iddianamede şu var: “Dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme işlemlerinin Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğündeki iş yoğunluğu nedeniyle henüz tamamlanmamış olup inceleme sonuçları geldiğinde dosyasına gönderilecektir.”
Ama dijital inceleme sonucunu beklemeksizin dosya karara bağlanmış.
Sulh Ceza Hakimlerinin ezber gerekçelerle tutukladığı şüpheliye yaklaşık 1 ay sonra düzenlenen iddianameyle, adet olduğu üzere silahlı örgüt üyeliği suçlaması yöneltilmiş. İddianameyi kabul eden mahkeme, tensip tutanağında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) da yazı yazarak şüphelinin Bylock kullanıcısı olup olmadığının belirlenmesini ve öyle olması halinde içerik tespiti yapılmasını istemiş.
Ancak davanın ilk celsesinde mahkeme, Bylock ile ilgili bu delillerin “dosyaya bir katkı sağlamayacağı kanaatine vararak” toplanmaktan vazgeçilmesine karar vermiş. Delil toplanmasından vazgeçmekle kalmayan mahkeme daha ilk celsede esas hakkında mütalaa hazırlanması için dosyanın savcılığa verilmesini, bir hafta sonra da duruşma yapılmasını kararlaştırmış. Bir sonraki celsede esas hakkında mütalaa hazır olunamayınca mahkeme bu kez de acele etmekten vazgeçerek 2 ay sonraya duruşma günü vermiş.
Mahkemenin toplanmasından vazgeçtiği delillerden olan BTK’ye yazılan yazının cevabı her nasılsa bir sonraki celsede dosyaya girmiş. Mağdurun Bylock kullanıcısı olduğuna ilişkin BTK kaydı, adli yargıda delil olarak kullanılması yasak olan MİT verilerine dayandırılmış. Kamuoyunda Morbeyin olarak bilinen vakayla MİT’in Bylockla ilgili iddialarının ne kadar güvenilir olduğu da ayrı bir tartışma konusu.
Mahkemenin mahkumiyet hükmünün de temelini oluşturan BTK kaydına göre sanığın 2015 yılının son 6 ayında toplamda 472 kez söz konusu programa giriş yapmış olduğu iddia edilmiş. Ancak, BTK’den gelen tespitlere göre Bylock bağlantısı olduğu iddia edilen kayıtlar ile HTS kayıtlarındaki baz istasyonları uyum sağlamamakta ve sanık aynı anda ayrı yerlerde görünmektedir. Mesela Bylock kayıtlarında Fatih’te görünürken, HTS kayıtlarına göre aynı gün aynı anda ise Başakşehir’de görünmektedir. Bylock içerik kaydı ise hiçbir zaman olmamış.
Karar duruşmasını SEGBİS bağlantısı dahi olmadan sanıksız gerçekleştiren mahkeme, daha önce “dosyaya katkı sağlamayacağı kanaatiyle” toplanmasından vazgeçtiği BTK’den gelen çelişkili kayıtları bu kez de mahkumiyet hükmünde delil olarak değerlendirmiş. Şüphelinin ikametinde hukuka aykırı olarak el konulan dijital materyallere ilişkin olan ve iddianamede “iş yoğunluğu sebebiyle yetişmediği söylenen” rapor ise hüküm verildiği sırada dosyaya dahi girmemiş.
İddianamesi fezlekeden, ilk derece mahkemesinin kararı iddianemeden, İstinaf Mahkemesinin kararı da ilk derece mahkemesinin kararından kopyalanarak hüküm kurulan bu davada sanığın atılı suçu işlediğine dair delil teşkil ettiği söylenen diğer “deliller” ise Bank Asya hesap hareketleri ve SGK kayıtları.
Sanığın Bank Asya hesabında 31 Aralık 2013 ile 24 Aralık 2014 tarihleri arasında gözlemlendiği iddia edilen, olağandışı denilen kayda değer hesap artışı toplamda 17 bin TL ve örgüt lideri Fethullah Gülen’in çağrısından neredeyse 1 yıl sonra gerçekleşmiş.
Sanığın SGK kayıtlarında örgütle bağlantılı olduğu söylenen bir kısım kurumlardan prim ödenmiş olması ise yaygın bir Türkiye hikâyesi. Kendi iddiasına göre SGK kayıtlarında görünen çalışmaları emeklilik hakkı kazanabilmek için kağıt üzerinde ve düzenli olarak gerçekleştirilmemiş prim ödemelerinden ibaret. 23 yıl önce üniversiteden mezun olmasına rağmen prim ödeme toplam süresi 8 yılı geçmemekte.
Bu savunma yalan dahi olsa, bu iddianın örgüt üyeliği suçlamasına delil teşkil edebilmesi hukuken söz konusu olabilir mi? Öyle ise Bank Asya ile maaş ödemesi anlaşması yapan ya da çeşitli kredi ilişkilerine giren kamu kurumlarının sorumlularını ve onlara talimat verenleri neden tutuklamıyorsunuz?
Günümüzün muktedirleri olan sizler, AKP adıyla yola çıktığınızda kendinizden olmayanların desteğini de almıştınız. O dönemin berbat hukukunun düzeltilerek çağdaşlarıyla eşit düzeye getirilip hukukun üstün olacağına olan inançla, hak etmediğiniz halde ülkenin demokratikleşmesi umudunun taşıyıcısı olarak sizleri görmek istediler. Sizlerden değillerdi ama sizleri de kendileri gibi, değişmesi gereken sistemin karşıtı olarak kodlayan bir liberal iyimserlik nedeniyle kandırılmaları zor olmadı.
Bu kandırılma ilişkisinde, kısa sürede iktidar ortağınız haline dönüşecek olan, şimdi FETÖ diye kodladığınız, bir dizi hukuksuzluğa birlikte imza attığınız suç ortağınız Gülen Cemaatinin katkısı da yadsınamaz. Cemaat sizi hedef alana dek uyarı ve eleştirileri dinlemeyip, devleti tüm kurumlarıyla birlikte bu çeteye teslim eden, suçlarına ortaklık yapan sizler, şimdi ise kandırıldığınıza” inanmamızı istiyorsunuz. Halbuki birlikte kandırmaya çalıştınız!
Tarihsel geçmişinizdeki husumetlere bakarak zoraki nikah diye tanımlayacağımız Cemaat ile olan birlikteliğiniz, mal paylaşımı nedeniyle 15 Temmuz kalkışmasına kadar uzanan çirkin bir boşanma süreciyle sonra erdi. 15 Temmuz sonrasında kadrolarının 1/3’ini ihraç edip birçoğunu tutukladığınız yargıda, Cemaatten doğan boşluğu kendi kadrolarınızla doldurdunuz. Aslolan liyakat değil biat. Geçmişte Hocaefendi’ye secde edilirdi şimdi reis dediğiniz liderinize ediliyor. Bu yüzdendir ki, liyakatle sahip olunmayan makam ve mevkilerde oturanlar, var gücüyle adaletsizliğe tutunuyor. Hukuksuzluğa göz yumuyor. Hukuksuzluk üzerine kurulu bir düzenin suç ortağına dönüşüyor.
Geçmişte Cemaat yargısı aracı kılınarak yapılan hukuksuzluklar şimdi AKP yargısı ile gerçekleştirilmekte. Bir Cemaat soruşturmasının unsurlarını sayarak Cemaat yargısı nedir, nasıl işler, hangi yöntemleri kullanırdı bir hatırlayalım:
İsimsiz ihbar; Gizli tanık; Sahte/Uydurma delil; Delilden suçluya gidilmesi yerine, önce suçlu yaratılarak sonradan delil toplanması ve kanıt yerine kanılarla yetinilmesi; Kısıtlılık kararı ve bunun savunmanın dosyadan bir çöp dahi alamayacağı şekilde uygulanması; Soruşturmanın gizliliği ihlal edilerek dosyanın yandaş medyaya sızdırılması; Kamuoyunun tutuklamalara inandırılması için bu sızdırılan belgelere bire bin katıp yalan haber yapılması, masumiyet karinesine yandaş medya saldırısı; Terör örgütü üyeliği suçlaması; Ne yasaya ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bakılmadan gerçekleştirilen, hukuka bariz aykırılıklarla sakat tutuklama; Tutuklamaya ilişkin hükümler başta olmak üzere ceza usul hukukunun devre dışı bırakılması; Tutuklamanın önlem olmaktan çıkarılarak cezaya dönüştürülmesi; Tutuklamanın siyasal iktidarca yani sizler tarafından sahiplenilmesi; Polis fezlekesinin iddianameye dönüştürülmesi; İlgili ilgisiz sayısız evrakı, içindeki özel hayata ilişkin verileri de gözetmeden dosyaya boca edip çok delil varmış algısı yaratmak; Nihayet tüm bunları yürüten, Cemaatçi bir savcı.
Aranızdan bir tekiniz dahi, Cemaatin yargı içindeki çetesinin bu yöntemlerinin şimdinin yargı mensuplarınca hem de daha pespaye biçimde yapıldığına itiraz edemez. Ama bunu dile getiremezsiniz.
Çünkü kendinizden olmayanlar için geçerli olan hukuki güvencesizlik, eğer hakikati örtbas etmekten cayarsanız sizler için de geçerli.
İster iktidar yanlısı isterse muhalifi olun, aslolan neye karşı geldiğimizden ziyade neyi savunamadığımızdır.
Doğrunun yanında duramıyor olabilirsiniz. Bir doğru da görmüyor olabilirsiniz. Fakat yanlışın, yalanın, riyanın yanında durmayın.
Bilmelisiniz ki hakikati söylemenin gücü iktidara tapınmanın gücünden daha uzun sürer.
Siyasal tarih, hukuku nefretinin aracı haline getirerek yargı eliyle intikam almaya kalkışmayı diktatörlerin yöntemi olarak tarif ediyor. Güçlülerin hukukunun geçerli olduğu dikta rejimlerinde de adliyeler, adaleti yutan kara deliklere dönüşürler. Hal böyle iken güce sahip olanla, o güce biat edenlerin menfaatleri arasındaki dengenin toplamından da adalet çıkmaz.
Toplumun imkansız bütünlüğünü sağlayacak tek şey sıklıkla yaptığınız üzere sahte birlik/beraberlik söylemleri değil eşitlik, demokrasi ve barışla tesis edilmiş bir adaleti kalıcı ve yaygın kılmaktır. Bu da ancak hukukun üstünlüğüne inanan ve bu haliyle toplumun ona duyduğu inançtan beslenen en önemli güvence olan bir yargı ile olabilir.
Böyle gelmiş olabilir ama bilin ki böyle gitmez. Gitmemeli. Ancak mevcut tabloya bakarak ve bugün zulmedenlerin yarın nelerle karşılaşacağını öngörebilecek kadar deneyimimiz ve tarih bilgimize dayanarak söylüyoruz ki; her türlü hukuksuzluğunuzun örtüsü olan çoğunlukçuluğun verdiği yetkiyle böyle gitmesine karar verirseniz, bilin ki; hiç kimsenin garantisi yoktur. Reisiniz dahil sizin de.
Beni daha önce Cemaat’le birlikte Ergenekoncu diyerek tutuklatmıştınız. Son olarak da FETÖ’cü diyerek tutuklattınız. İstinaf Mahkemesi bugün, kendisi gibi tetikçilik görevi üstlenen ilk derece mahkemesini kararını onadı. Bu karara diyeceğimi mahkemede söylemiştim tekrara gerek yok.
Ama yargının halini bir kez daha ortaya koyan bu karara söyleyeceğimizi, değişiklik yaparak Shekeaspeare’den bir alıntıyla bitireyim:
“İn cin top oynuyor cehennemde/Tekmili birden yargıya doluşmuş iblislerin.”