Kenan Alpay’ın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (6 Temmuz 2015) nüshasında “Seküler Siyasetin Transseksüel Karakteri” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye’de olduğu gibi İslam coğrafyasının genelinde sol/sosyalist hareketler işçi-köylü sınıfının haklarını sermaye sınıfına karşı kazanma mücadelesi iddiasında iflas ettiler. İşçi-köylü sınıfı yoktu, sınıf bilinci ise hayal bile değildi. Lakin işçi ve köylülere öncülük edecek Stalinist, Maocu, Enver Hocacı, Troçkist, Titocu örgütler sayılamayacak kadar çoktu. Öyle ki “proletarya devrimi kırlardan şehirlere doğru mu yoksa şehirlerden kırlara doğru mu aksın?” tartışması yüzünden kan gövdeyi götürüyordu.
Türkiye’nin toplumsal yapısıyla sol/sosyalist hareketlerin materyalist diyalektik teori ve silahlı propagandayı merkeze almış politikaları bambaşka mecralarda seyrediyordu. Bu derin çelişki hatta zıtlık sol/sosyalist aktör ve hareketleri bir türlü kopamadıkları Kemalizm’in hatta darbe için örgütlenmiş askeri cuntaların kucağına doğru hızlı bir biçimde savurdu. Bu sebeple hem aydınlanma ve ilerleme ideolojisinin temsilciliğini isnat ettiği Kemalizmle hem de sekülerizmin garantörü saydığı TSK, yargı, akademi, medya hatta TÜSİAD gibi müesses nizamın kurumlarıyla birlikte siyasete ve topluma karşı konuşlanmayı kazanım hanesine yazdı.
İflas ve çürüme açılım oldu
Türkiye’de birey ve toplumun namus ve iffet duygularını tahrif edip yıkmak üzere kimler hedef aldı? Mustafa Kemal’in modernleştirme projesinde önemli bir yer işgal eden balolar unutmayalım ki “size dans etmeyi emrediyorum” buyruğuyla start alırdı. Keriman Halis’le başlatılan “Türk ırkının güzelliğini bütün dünyaya tanıtma” projesi Gençlik ve Spor Bayramları vesilesiyle atlet-şort giydirilip askeri nizamda sahaya sürülen kızlı-erkekli öğrenci gösterileriyle kitleselleştirildi.
Duygu Asena, Füsun Erbulak gibi sol-Kemalist tiplerin roman ve hikâyeleriyle iffet ve namusa karşı saldırıların alenileştiği vasatta devletin eğitim-öğretim, radyo-tv üzerinden elde ettiği kazanımlar üzerine inşa ediliyordu her şey. Artık gişe yapmadığı gerekçesiyle masum ve namuslu aile çocukları üzerine kurulan senaryolar yerine Yeşilçam’ın müstehcen ve pornografik furyasına terke zorlanıyordu. Kadının Adı Yok, Aslında Aşk Yok, 60 Günlük Bir Şey söylemiyle başlayan lümpen feminist siyasal hareket önce sol/sosyalist çevrelerde sonra da PKK-HDP örgütlerinde kadınlar namına atılan/yazılan “kimsenin namusu değiliz” sloganına evrildi.
Sol/sosyalist jargon kullanan aydın-sanatçı karakterlerin, medya organı ve kurumların ilişik oldukları siyasal partiler adına zina, kürtaj ve pornografi üzerinden başlattıkları mücadelenin bir hak üzerine değil, doğrudan doğruya ifsat ve sömürü çarkını büyütmek üzere işletildiğini aşikârdı. Şimdilerdeyse LGBTİ mücadelesi dedikleri bir mecrada ölümüne mücadele veriyorlar. Sınıf mücadelesi, sınıf bilinci, alt yapı-üst yapı, küresel sermayeyle mücadele filan gibi meseleler arkaik kalmış durumda.
Sol/sosyalist hareketleri toparlamak, yeniden iktidar mücadelesine sokmak için hangi reçeteler devrede? Sol/sosyalist aydın ve çevreler Türkiye’de Kemalist, Suriye’de Baasçı/Esedçi, Ukrayna’da Rusya taraftarı, Lübnan’da da Hizbullah yanlısı bir profil çiziyor. Son olarak cinsel sapkınlığın adresi LGBTİ saflarında sol/sosyalist hareketin temayüz etmesi birileri tarafından yeni bir mevzi, yeni bir kazanım ve açılım olarak pazarlanıyor.
Devrim mücadelesinin trans savaşçıları
En radikalinden en liberaline sol/sosyalist aydın ve hareketlerin, CHP ve HDP kadrolarıyla birlikte üstelik de Amerikan ve İngiliz diplomatlarıyla aynı safta verdikleri mücadelenin hedefi nedir? Siyaset ve topluma karşı dün “ordu-gençlik el ele” yürüyorlardı bugünse “LGBTİ-Sol/Sosyalist hareket kucak kucağa” pozisyon alıyorlar.
Tiksinti ve nefret duygularını tetikleyerek, ahlaksız ve şerefsiz bir toplum modeli dayatarak, küresel ve ulusal sermayenin örgütlediği hedonist hayat tarzının bayraktarlığını yaparak varılacak menzil tepeden tırnağa çürüme, tepeden tırnağa kokuşmadan başkası olabilir mi?
CHP ve HDP kadar ÖDP, SDP, TKP, EMEP, DSİP, TTB, DİSK gibi sol/sosyalist örgütlerin cinsel sapıklıkları politik kimlik olarak topluma sunma gayretkeşliği belli bir oranda tedirginlik yaratsa da orta vadede onlar adına daha bir derinleşen kriz ve çözülme demektir. Bir taraftan Kemalist ve Baasçı politikaların temsilciliğine soyunup diğer taraftan AB ve ABD tarafından teşvik edilen LGBTİ örgütlenmelerinin öncülüğüne iştahla sarılarak sürdürülecek demokratik devrimci mücadelenin hiçbir meşruiyeti olamaz.
Müslüman topluma, üstelik de Ramazan ayında AB/D’yi ve TÜSİAD medyasını da arkasına alarak nonoşlaştırma operasyonu çekmek izzet ve şereften, akıl ve mantıktan, adalet ve merhametten zerre miktarı olsun nasip alınmadığının göstergesidir. En temel İslami ve insani değerlere yönelik iğrenç davranış kalıplarını dayatanlar şimdiden sarhoşluğuna girdikleri zafere değil, tersine büyük bir hezimete koşmaktadırlar.
Hatırlayalım 12 Eylül öncesi de devrim geliyordu. Lise ve üniversitelerde alan hâkimiyeti sağlanmış, mahalleler kurtarılmış, kitleler mobilize edilmişti. 28 Şubat’ın 1000 yıl süreceğinden nasıl da emindiler. Siyaset ve toplumun Gezi Ruhu önünde diz çökeceğinden hiç şüpheleri yoktu. 17-25 Aralık operasyonlarını da 6-8 Ekim Kobani provokasyonunu da hep mutlak zaferin aşamaları saydılar. Şimdi de çürümüş kokuşmuş ezber ve davranışlarını LGBTİ’nin hizmetine amade ederek İslam ve Müslüman topluma karşı hegemonya kurabileceklerini zannediyorlar. Oysa daha fazla zilletten başka elde edecekleri hiçbir şey yok.
Peki, siyaset ve toplumun transseksüelleştirilmesi adına yönelik bunca kıyamet koparılırken Fethullah Gülen camiasının neden sesi soluğu çıkmıyor? Bu transseksüelleştirme çirkefliğini zararsız mı görüyorlar yoksa bu işten onlara da mı bir pay düşüyor?