AYM Başkanı Zühtü Arslan, Erdoğan'ın da katıldığı törende konuştu: AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal zemini yoktur

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, hakkında hak ihlali kararı verdikleri Can Atalay'la ilgili yargıda yaşanan krizinden sonra ilk kez Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan karşısında konuştu.
AYM Başkanı Zühtü Arslan, Erdoğan'ın da katıldığı törende konuştu: AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal zemini yoktur
2024-02-08 14:31:52   Güncelleme: 2024-02-08 14:31:52    

Konuşmasında 'Bireysel başvuru Türk yargı tarihinin en büyük yargı reformlarından biridir' vurgusu yapan Arslan, 'Kesinleşen bir karara karşı bireysel başvuru yapıldığında da artık anayasayı yorumlamak ve uygulamak konusunda nihai yetki Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir. Bu bağlamda temyizden geçerek kesinleşmiş yargı kararlarından sonra AYM’nin verdiği karar ve yaptığı yorumdan sonra görüş farklılıklarının bulunduğu gerekçesiyle AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal ve yasal zemini yoktur' dedi.

Arslan, 'Elbette Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını ve anayasa hükümlerini beğenmeyebilir, bunlara katılmayabiliriz. Ancak bir hukuk devletinden katılmasak da bu kararlara uyulması anayasal bir zorunluluktur' ifadelerini kullandı.

Arslan'ın konuşmasının ardından Anayasa Mahkemesi'nin yeni üyesi Yılmaz Akçil, yemin ederek cübbesini giydi.

Programda, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, eski TBMM Başkanı Mustafa Şentop, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, Sayıştay Başkanı Metin Yener, Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallar Konseyi Başkanı Binali Yıldırım da yer aldı. 

Anayasa Mahkemesi'nin yeni üyesi Yılmaz Akçil'in Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu'nda düzenlenen yemin töreninde konuşan Zühtü Arslan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

'AYM yeliğine Danıştay kontenjanından seçilen ve bugün yemin edecek olan Yılmaz Akçil'i tebrike diyorum. Bu törenin benim için ayrı bir önemi var. Sayın Akçil burada bu salonda cübbesini giydireceğim son yemiz olacak. Dolayısıyla ettiğimiz yemine giydiğimiz cübbeye dair görüşlerimi sizlerle son kez paylaşacağım. AYM olarak göreve başlarken anayasayı ve temel hak ve özgürlükleri koruyacağımıza, büyük Türk milleti önünde söz veriyoruz. Verilen sözün tutulması anlamına gelen ahde vefa ahlaki ve hukuki bir ilkedir. Günümüzde ahde vefa ilkesinin yaşlanan ters dalgalarla zedelendiğini görüyoruz.

Adaletin sembollerinden biri hiç kuşkusuz cübbedir. Cübbelerimiz adaleti ve onun omuzlarımıza yüklediği ağır sorumluluğu temsil etmektedir. İnsanlar o cübbe karşısında haksızlıkların giderileceğine inanırlar. Sayın cumhurbaşkanım giydiğimiz cübbelerin anlam ve önemini ifade etmek için genç hakim ve savcılara anlattığım bir kıssadan hisse var:

'Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar; 'Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?' Derviş kendini savunur... 'Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı...' Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle der... 'Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadı. Kuş itiraz eder Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım...' Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısas'ın yerine getirilmesini ister. 'Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın' diye emreder... Ancak bu emre Kuş itiraz eder: Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, benim gibi başka kuşlar bundan sonra onu derviş sanıp aldanmasın.' Üzerimizdeki cübbeleri toplumun adalete güveninin sembolüdür.

Bireysel başvuru Türk yargı tarihinin en büyük yargı reformlarından biridir. Bireysel başvurunun kabul edilmesindeki amaç anayasa koyucunun ifadesiyle bireylerin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlamak ve bu suretle sorunu ülke sınırları içinde çözerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru sayısını azaltmaktır.

Anayasa Mahkemesi yaşama hakkından ifade özgürlüğüne, mülkiyet hakkından örgütlenme özgürlüğüne kadar bireysel başvuru kapsamındaki tüm hak ve özgürlüklerle ilgili olarak yüz binlerce karar vermiş, bunu yaparken de başvurucunun kimliğine hiçbir zaman bakmamıştır. Bu bağlamda aralarında ağır cezalara mahkum edilmiş ve cezaları kesinleşmiş olanların da bulunduğu hemen her siyasi görüşten milletvekilinin ve siyasetçinin hak ihlali iddiaları incelenmiş, bunların bir kısmında ihlale hükmedilmiştir. Kısacası Anayasa Mahkemesi toplumun her kesiminden yapılan başvuruları özenle incelemekte ve karara bağlamaktadır. Tüm bu kararlarla birlikte anayasa koyucunun öngördüğü gibi bireysel başvurunun sorunu ülkemizin hukuk düzeni içinde çözme işlevi önemli ölçüde yerine getirilmiştir.

AYM toplumun her kesiminden yapılan başvuruları özenle incelemekte ve karara bağlamaktadır. Tüm bu kararlarla birlikte Anayasa koyucunun öngördüğü gibi bireysel başvurunun sorunu ülkemizi hukuk düzeni içinde çözme işleri önemli derecede yerine getirilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanım bireysel başvuruyla ilgili olarak yanlış anlaşılan bu vesile ile bir kez daha  ifade etmek istiyorum. İlk olarak AYM anayasa şikâyeti olarak da anılan bireysel başvuruda temyiz incelemesi değil anayasaya uygunluk denetimi yapmaktadır. Bu anlamda norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuruda da Anayasa Mahkemesi’nin baktığı herhangi bir anayasal hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediği hususudur. Ancak norm denetiminden farklı olarak bireysel başvuruda normların yorumu ve uygulanması sonucu tesis edilen kamu günü işlemlerinin anayasallık denetimi yapılmaktadır.  Bu şekilde yapılan anayasallık denetiminin de kanun yolu denetiminden farklı olduğu açıktır. Diğer yandan norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuruda da AYM önündeki  bireysel başvuru yoluyla getirilen anayasal uyuşmazlığı anayasanın hükümlerini yorumlamak ve uygulamak suretiyle karara bağlamaktadır. Kuşkusuz bireysel başvuru sürecinden önce temyiz mercileri dahil tüm mahkemeler anayasayı yorumlayabilmektedir. Bireysel başvuruya konu uyuşmazlıkla ilgili aşamalarda ilk derece mahkemesi, istinaflar, temyiz mercileri anayasayı yorumlamakla da yükümlüdürler esasen. Ancak anayasanın 148. Maddesine göre bireysel başvuru olağan kanun yolları tüketildikten sonra yani kural olarak karar temyiz aşamasından geçip kesinleştikten sonra bireysel başvuru ile AYM önüne gelebilmektedir. Kesinleşen bir karara karşı bireysel başvuru yapıldığında da artık anayasayı yorumlamak ve uygulamak konusunda nihai yetki Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir. Bu bağlamda temyizden geçerek kesinleşmiş yargı kararlarından sonra AYM’nin verdiği karar ve yaptığı yorumdan sonra görüş farklılıklarının bulunduğu gerekçesiyle AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal ve yasal zemini yoktur.

Son olarak bireysel başvurunun etkili olabilmesi, ihlalin giderilmesine ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi ihlalin tespiti yanında bu ihlalin nasıl giderilebileceğini ve ihlalin sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağını da göstermek zorundadır. Bu Anayasa Mahkemesi'ne, anayasa ve kanunlarla yüklenen bir yükümlülüktür. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması da kural olarak ihlal öncesi hale getirmeyi gerektiriyor. Bunun yolu da ihlal şayet yargı kararından kaynaklanıyorsa bu yargı kararının ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.

Elbette Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını ve anayasa hükümlerini beğenmeyebilir, bunlara katılmayabiliriz. Ancak bir hukuk devletinden katılmasak da bu kararlara uyulması anayasal bir zorunluluktur. Nitekim Anayasa'mızın 153. maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları kesin olup yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Esasen Anayasa'da 153'üncü madde diye bir madde olmasaydı da bu sonuç değişmeyecekti. Zira ihlal kararlarının icrası sadece Anayasa'nın 153'üncü maddesinin bir gereği değildir. Kararların uygulanması aynı zamanda ve her şeyden evvel Anayasa'nın hepimizi bağlayan ve kullandığımız yetkilerin meşruiyetini sağlayan bir toplum sözleşmesi olmasının, bu sözleşmeye sadakat yükümlülüğünün ve ahde vefa ilkesinin zorunlu bir sonucudur.'

Yargıtay 3. Ceza Dairesi Can Atalay kararına yine uymadı, vekilliğinin düşürülmesi için TBMM’ye yeniden yazı gönderdi

Yerel mahkemenin dosyayı gönderdiği Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM)  Can Atalay hakkındaki hak ihlali kararını görüştü. Daire 3 Ocak'ta açıkladığı kararda, 'AYM'nin hak ihlali kararının hukuki değeri yok' diyerek, karara uyulmamasını kararlaştırıldı.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa'nın 153/6. Maddesi kapsamında uygulanabilecek bir kararın var olmadığını belirtti, AYM'nin kararının 'jüristokratik' bir davranış olduğunu savundu.

Yerel mahkeme AYM'yi yine dinlemedi: Atalay dosyası ikinci kez Yargıtay'a gönderildi

Anayasa Mahkemesi'nin ikinci kez verdiği ihlal kararının gerekçesini açıklanmasının ardından toplanan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay'ın hakkında AYM kararını uygulamayarak, dosyayı bir kez daha Yargıtay'a gönderdi.

Anayasa Mahkemesi'nin ikinci kez 'hakları ihlal edildi, tahliyesi gerekir' kararı verdiği TİP Milletvekili Can Atalay ile ilgili düğüm yine çözülemedi. AYM'nin ilk kararından sonra dosyayı Yargıtay'a gönderen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tavrını sürdürdü. Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Atalay kararı nedeniyle 'suç işlemek'le itham ettiği ve kararını uygulamadığı AYM'nin bir kez daha hak ihlali kararı verirken ihlali gidermekle yerel mahkemenin görevli olduğunu açıkça belirtmesi de durumu değiştirmedi. AYM kararından sonra önce gerekçeli kararı bekleyeceğini bildiren, gerekçeli karar bugün yayımlanmasına rağmen 11 saat boyunca müzakere yürüten İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, bu kararda 'yetkili makamı belirlemekle AYM yükümlüdür, yerel mahkeme belirleyemez' denilmesine rağmen Atalay dosyasını Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ne yeniden gönderdi. Yerel mahkemenin bu kararına karşı hem AYM'nin hem de Yargıtay'ın nasıl bir tutum alacakları ise merak konusu oldu.