'Babamın oğlu gelse liyakat ve adaletten ödün vermem'

Hiç kimsenin yaşam tarzı, siyasi görüşü ve inancıyla ilgilenmediğini söyleyen Prof. Dr. Selami Kuran, “Tek kriterim herkesin işini yapması, liyakat ve adalettir. Boğaziçi Hukuk Fakültesi’ne babamın oğlu gelse liyakat ve adaletten ödün vermem” dedi.
'Babamın oğlu gelse liyakat ve adaletten ödün vermem'
2021-02-20 10:26:45   Güncelleme: 2021-02-20 10:26:45    

Prof. Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan protestolar devam ederken, üniversite bünyesinde yeni açılan Hukuk Fakültesi’nin dekanlığına atanan Prof. Dr. Selami Kuran’ın ismi üzerinde de bazı iddialar gündeme geldi. “AİHM’ye seçilemeyen Türk yargıç” olarak lanse edilen eski Marmara Üniversitesi Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selami Kuran, Milliyet’ten Mert Kuran'a dekanlık sürecini ve AİHM’de yaşananları anlattı.

Lisans ve doktora eğitimini Zürih Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Kuran, liseden sonra hukuk okuma idealiyle Zürih’e gittiğini ve bulaşıkçılık, komilik, garsonluk gibi işler yaparak hem çalışıp hem de okuduğunu söyledi. İsviçre’de geçirdiği 12 yılın sonunda Türkiye’ye döndüğünü belirten Kuran, İsviçre’de doktora yaparken tanıştığı Prof. Dr. Selçuk Öztek’in davetiyle Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde akademisyen olarak çalışmaya başladığını anlattı. 

Boğaziçi Hukuk’ta farklı ne göreceğiz?

Benim aklımda dekanlık yoktu. YÖK başkanı Yekta bey arayıp görüşmek istediğini söyledi. Yüz yüze görüştük. Akademik olarak beni takip ettiklerini söylediler. Ben de Türkiye’deki Hukuk Fakültesi’ne giren birçok öğrencinin ticaret veya ceza hukukuna yoğunlaşıp, mezun olunca avukatlığa yöneldiklerini ancak dünyanın çok farklı bir yöne gittiğini belirterek, uzman yetkin hukukçulara ihtiyacımız olduğunu belirttim. Boğaziçi’nde uluslararası hukuk, deniz hukuku, AB hukuku, bilişim, enerji, insan hakları hukuku gibi tematik alanları önceleyen ve öğrencileri bu vizyona kanalize edecek bir eğitim anlayışımız olacak. Türkiye’nin en zeki, algısı açık, sorgulayan öğrencileri donanımlı hukukçu olmalı. Fakültede asgari 60, azami 100 öğrencinin eğitim alacağı bir yapı oluşturacağız. Türk Hukuku’nu Türkçe, diğer alanlarda İngilizce öğretim yapacağız. Yüzde 100 İngilizce hukuk eğitimi sömürge ülkelerinde olur. Türkiye’de hukuk fakültesi alanında bir numara olmayı hedefliyoruz.

Öğretim elemanlarını hangi kriterlere göre seçeceksiniz? Adrese teslim ilan veya kadrolaşma olacağından çekinenler var?

Akademisyenler, Boğaziçi’nin akademik atama ve yükseltme kriterlerine uygun görevlendirilecek. Zamanla bu kriterleri de yükseltmeyi hedefliyoruz. Beni bilen bilir. Hiç kimsenin yaşam tarzı, siyasi görüşü, inancıyla ilgilenmem. Tek kriterim herkesin işini yapması, liyakat ve adalettir. Boğaziçi Hukuk Fakültesi’ne babamın oğlu gelse liyakat ve adaletten ödün vermem. Hakkı teslim ederim. Tekrar ediyorum; babamın oğlu veya yakınım bile olsa liyakat ve adaletten vazgeçmem.

Bu kadar tepki arasında yakınlarınızın dekanlık görevi için çekincesi olmadı mı?

Atama gündeme gelince eşimle konuştum. Kendisi 25 yıllık avukattır. Eşim, ‘Senin Boğaziçi gibi köklü bir üniversitede Hukuk Fakültesi’nin temelini atman ülke için çok önemli’ diyerek motive etti.

‘Ayrımcılık yapılınca masadan kalktım’

AİHM’ye yargıç olarak kabul edilmediğiniz konusu gündem getirildi?

2017 yılı sonunda Işıl Karakaş’ın görev süresi dolacağından, Dışişleri ve Adalet Bakanlığı’ndan Işıl hanımın yerine aday olup olmayacağımı sordular. Ben de ülkem için adaylığı kabul ettim ve süreç başlamış oldu. Benden önce 3 aday kabul edilmemişti. Akademik geçmişim, çalışmalarım birinci komisyon veya danışma paneli dediğimiz kurulda kabul edildi. Birinci komisyondan tam geçer not aldıktan sonra ikinci komisyona davet edildim. Mülakat şeklindeki komisyonda ağırlıklı olarak Avrupa parlamenterler meclisinden farklı siyasi gruplara mensup milletvekilleri bulunuyordu. Toplantı başlarken, 25 kişilik komisyon üyelerine ‘Burada hukukçu kimliğimle bulunuyorum. Avrupa hukuku, insan hakları, AİHM içtihadı, insan hakları ihlalleri ile ilgili her soruya çekinmeden cevap verebilirim’ dedim. Sonra sırayla sorular gelmeye başladı. İlk soru terörle mücadelede oldu. Seçilmiş HDP’li belediyelerin neden görevden alındığı şeklindeydi. Türkiye’deki hendek olaylarını anlattım. Ülkenin güvenlik güçlerinin bazı yerleşim yerlerine sokulmadığını, kasabalarda şehirlerde, yer altına tüneller açılıp terör örgütünün yığınak yaptığını, Avrupa’da hiçbir ülkenin bu duruma müsaade etmeyeceğini ve bazı yerel yöneticilerin terör örgütüyle iş birliği yaptığının kanıtlandığını anlattım. Bu kez 15 Temmuz ve FETÖ’den ihraç edilenleri sorular gelmeye başladı. 15 Temmuz’da yaşananları, sivil insanların katledildiğini, devlet bürokrasisine sızan bir örgüt yapılanması olduğunu ve devletin bu örgütü tasfiye ettiğini anlattım. Aslında mülakatın nereye gittiğinin farkındaydım ve ortam gerilmeye başlamıştı. ‘Türkiye’de uzun tutukluluk yargının kalite meselesi, hak ihlali sorunlarını konuşalım’ dedikçe konu dönüp dolaşıp siyasi sorulara geliyordu. En sonunda bir komisyon üyesi, ‘Türkiye’nin insan hakları ve demokrasiyle her zaman sorunu var. Kültürünüzden, inancınızdan, tarihinizden dolayı sorunlu ve sorumlusunuz’ deyince; ‘Ülkemde insan hakları ihlalleri olduğunu söyleyebilirsiniz ancak Türkiye’deki insanların tümünü inancı, tarihi, kültürüyle küçümseyemezsin’ diyerek çıkıştım. Bir toplumu küçümsemenin insan hakları ihlali olduğunu, soru ve yorumun hukuki değil siyasi olduğunu, mülakatta ayrımcılığa dayanan bu görüşü şiddetle redettiğimi dile getirip, ‘Burada yargıçlık seçimi değil, yargılama yapılıyorsa ne işim var’ diyerek masadan kalktım. Yargıçlık seçiminden çekildiğimi belirttikten sonra, siyasi iktidarı temsilen veya herhangi bir siyasi aidiyetle gelmediğimi, ülkemi temsilen geldiğimi ve aşağılanmaya sessiz kalmayacağımı söyledim. Adaylıktan çekildiğimi Dışişleri ve Adalet bakanlıklarına ilettim, Işıl hanım görevi de otomatikman uzadı.”

Öğencilerin itirazlarını dile getirmesinin birincil öneme sahip insan hakkı olduğunu düşünüyor musunuz?

Aklı selimle hareket etmediğimiz, barışçıl şekilde ifade özgürlüğünü kullanmadığımız takdirde demokratik toplumsal yaşam sürdürülemez. Empati kurmanın önemine inanıyorum. Herkesin aklı selim içinde, barışçıl ve demokratik sınırlarda itiraz ve ifade özgürlüğünü kullanması insan hakkıdır. Ancak bunun dışına çıkmanıza da hiçbir ülkede müsaade edilmez.