Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
1 Mayıs'ta tutuklanan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmalarını istiyorum. 'En çok darbeye maruz kalan parti biziz' diyen AKP Genel Başkanı, acaba askeri darbe dönemlerinde de 1 Mayıs'ın yasaklandığını biliyor mu? Askeri darbe dönemlerinin yasaklarını devam ettiren partinin genel başkanı, 'En çok darbeye maruz kalan parti biziz' diyor. İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz.
İsrail ordusu, Gazze'nin Refah kentinde, yerlerinden yurtlarından göçerek yaşadıkları çadır barınakların olduğu alan bombalar attı ve onlarca insan yaşamını yitirdi. Bu katliamı lanetliyoruz. Filistin halkı yalnız değildir diyoruz. Uluslararası devletler, kınamakla yetindiler. Biz de bunlara çok şahit olduk, Kürtler ve devrimciler katledildiğinde, siyasi iradelerine el konulduğunda aynı şekilde kınamışlardı. Bu katliamlar maalesef kınamakla durmuyor. Evet, katliamlara devam eden Netanyahu hükümetini de kınıyoruz. Netanyahu, dünya tarihine bir katliamcı olarak geçecektir. O utangaç kınama mesajlarını gönderen devletlerin bir şey yapmayacağını bir kez daha anlamış olduk, onlara çağrı yapmayacağız. Dünya halklarına çağrı yapıyoruz; yaşadığınız ülkelerde, Filistin halkının maruz kaldığı katliamlara karşı sesinizi yükseltin. Bir kez daha kınıyor, DEM Parti olarak, Kürtler olarak, emekçiler olarak, dün olduğu gibi bugün de Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Kürt halkının seçilmiş başkanlarının yerine kayyum atamak, darbe değil midir? Darbe illa postal mıdır? Dün, sizin de takip ettiğiniz gibi, 27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümüydü. Bu darbede de yine anayasa rafa kaldırıldı, feshedildi, bu ülkede başbakanlık yapmış bir kişi ve bakanlık yapmış iki kişi idam edildi. Bu darbeyi de kınıyoruz. Yine 'Kendimizi Demokrat Parti'nin devamı sayıyoruz' diyenler, darbe bildirisini okuyup idamların önünü açanlarla kol kola iktidarda bulunuyor. Nasıl Demokrat Parti'nin devamı oluyorlar, bunu da anlamakta zorluk yaşıyoruz. Darbe mekaniği Türkiye'de halen günceldir. Bu darbe mantığından kimlerin faydalandığını, hep birlikte yakın zamanda olan askeri ve siyasi darbelerde gördük. Darbe mantığından kimlerin zarar gördüğünü de biz yaşayarak gördük. Şu anda bu salonda bile tanıdığım birçok arkadaşımız, hem askeri hem de siyasi darbelerden dolayı tutuklandılar, işkence gördüler. Darbenin yararlananları belli, darbenin zarar görenleri bizleriz. Darbelere karşı duracağımızı belirtmek istiyorum.
Erdoğan dün, 'En çok darbeye maruz kalan parti biziz' diyor. Peki siz darbe girişimine maruz kaldıysanız, biz ne olduk? On ikinci partimiz, insaf. 11 tane partisi kapatılmış, binlerce yöneticisi, önceki dönem eş başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları cezaevlerinde, cezaevlerinde bizden kaynaklı yer kalmamış ve efendi; 'en fazla darbeye maruz kalan parti biziz' diyorlar. Buna gülüp geçmek gerekiyor. '15 Temmuz Allah'ın lütfudur' diyenler sanki kendileri değildi.
Bugün de Gezi'nin yıldönümündeyiz. Bu vesileyle halkların mücadelesini tekrardan selamlıyoruz. Gezi, halkların haklı itirazıdır. Dün olduğu gibi bugün de bu haklı itirazın yanındayız. Karanlık gider, Gezi kalır; karanlık gider, mücadele kalır. Gezi, demokratik bir hak talebidir. Gezi, yargılanamaz. Bu vesileyle Gezi'de yaşamını yitiren devrimcileri, yurttaşlarımızı saygıyla anıyor; Gezi'den dolayı tutsak olan arkadaşlarımıza da grup toplantımızdan selam ve sevgilerimizi yolluyorum.
Son 70 yıldaki darbelerin yürütücülerine, bildirilerine ve sonrasına bakıldığı zaman, tek bir parti görülecektir. Sürekli bu darbelerde MHP'yi görüyoruz. 1970'lerdeki kriz ve kaosa bakın, yine MHP'yi göreceksiniz. 90'lardaki kriz ve kaosun baş aktör, yine MHP'dir. Çünkü, bunlar varlığının devamlılığını kriz, kaos ve darbelerden alıyor. Bugün de AKP'yi yanına alarak, demokratik siyasete ve toplumsal taleplere her gün darbeler yapıyorlar. Emin olun, iki siyasi partinin genel merkezleri, siyasi darbelerin planlandığı, hazırlandığı ve yürürlüğe konulduğu genel merkezler olarak tarihe geçeceklerdir. AKP ve MHP genel merkezleri, darbelerin karargahı haline gelmişlerdir. Hiçbir çete ve mafya eskiden devletin haberi olmadan tek bir çöpü kaldırıp başka yere koyamazdı. Bugünün Türkiye'sinde artık mafyalar ve çeteler devleti kontrol ediyor. Yargıda, sanatta, sporda, siyasette varlar; medyada zaten haddi var hesabı yok. Maşallah çete zihniyeti, Türkiye'nin her yerine sirayet etmiş durumdadır. Düşünün; tuğgeneral olmuş, sınırda insan kaçakçılığı yapıyor. Ve her şey ortada, Yargılanmak yerine emekliliğe sevk ediliyor. Başsavcı, suçları örtbas etmek için daire alıyor. Resmi çakarlı araçlar, Türkiye'de katilleri taşıyor. Bunu görmeyen yok ama yargı görmüyor. Kimse kalkıp bu çete düzenini bize kamu düzeni olarak satmasın. Türkiye toplumu artık buna inanmıyor. Ankara'nın ortasında bir cinayet işlendi, tüm detayları sonuçlarıyla birlikte ortada ama işlem yapan yok. Tabiiki yapmazlar. Neden yapmıyorlar? Çünkü, beka dedikleri şey, bu çete düzeninin bekasıdır. Onlar beka dedikleri zaman, çocuklarımız, gençlerimiz, ülkemizin demokratik geleceği aklınıza gelmesin. Onların beka dedikleri şey, tam da bu çürümüş düzeni korumaktır. Çürümüş düzenin bekasdır. Daha birkaç yıl öncesine kadar çete ve mafyaları koruyan bir bakanımız vardır. Oysa gerçek şimdi ortaya çıkıyor. Bakanın ismi tutanaklarda uyuşturucu ticaretiyle ilgili geçiyor.
Bürokrasi, mafyanın ve çetelerin eline geçti. 'Uyuşturucuyla mücadele en büyük amacımız' diyor iktidar yetkilileri. O halde buradan İçişleri Bakanlığı ve AKP hükümetine sesleniyorum; uyuşturucuyla mücadele mi etmek istiyorsunuz? İktidarınızın içine çöreklenmiş çetelere dur deyin. Çürümeye son vermek mi istiyorsunuz? JİTEM ittifakını bitirin. JİTEM ittifakıyla bu ülkeyi yönetiyorsunuz. JİTEM ittifakı devam ettiği müddetçe, 1 Mayıs'ta hak arayan emekçiyle dayanışanlar tutuklanacaktır, çakarlı araçlarla katiller olay yerine taşınacaktır, rüşvet alan, insan kaçakçılığı yapan yargıçlar yargılanmayacaktır. Çürümeyi önlemenin en önemli yolarından biri bu JİTEM ittifakına son verilmesidir. MHP ile ittifak bugün AKP'nin işine geliyor olabilir. Ama emin olun, biraz önce saydığım 70'lerden günümüze kadar bütün kriz ve kaosların baş aktörü olan MHP, bir gün biz de şahit olacağız, bu AKP'nin sonunu getirecektir. Nereye gidiyorsak, sokakta, mitingde, ilçelerde, illerde, gerçek AKP'liler bu ittifaktan rahatsız. Bu rahatsızlıkları hepimiz çok iyi biliyoruz ama saray bilmiyor. Çünkü sarayın işine geliyor. Ama AKP nasıl bir sonla karşılaşacak, bunu hep beraber göreceğiz.
Türkiye gri listede. Gri listeden çıkmak istiyorsa, önce AKP ve MHP'nin kol kanat gerdiği çetelerin durdurulması ve tasfiye edilmesi gerekiyor.
Çözüm çok basit; güçlü demokrasi, gerçek adalet, hakikatle yüzleşme, Kürt sorununun demokratik çözümü, darbe ve vesayet mekanizmasının tasfiye edilmesidir. Bunlar olmadığı müddetçe, biraz önce bahsettiğim olumsuzlukların tamamını 85 milyon insan birlikte yaşamak zorunda kalacağız. Yine bir küçük çözüm önerimiz daha var, onu da sunmak istiyorum... Tuttuğu takım küme düşüyor diye 'Bu sene düşme kalksın' diyen, oyu düşüyor diye 'baraj kalksın' diyen, hoşuna gitmedi diye 'güneş doğmasın' diyen, fikren ve siyaseten baş edemiyor diye 'DEM Parti kapatılsın' diyen bu toplum ve akıl düşmanı anlayışa bir önerimiz var; lütfen, her şeyi kapatma sevdanızdan önce o ağzınızı kapatın, Türkiye'ye en büyük hayrınız bu olacaktır.
Ülkede siyaset de yargı da güç odaklarına göre şekilleniyor. Kimi zaman cemaatler, kimi zaman siyasete bağlı çıkar ve mafya grupları yargıda etkili oluyor. Yargıtay seçimlerinde 'şucular, bucular' konuşulmadı mı? Kobani kumpas davasının hakimi, Atadedeler çetesine üye çıkmadı mı? Ankara Üniversitesi'nde devrimci yurtsever öğrencilere pala ile saldıran bir insan Adana Ceyhan'a savcı olarak atanmadı m? Şimdi Ceyhan'da pala hukuku mu işleyecek? Ankara Emniyeti'nde taht oyunlarıyla her gün karşı karşıyaydık, şimdi taht savaşları olarak devam ediyor. İşte bu toz duman içinde bizlere de görev düşüyor. Bu ülkede halkı savunan bileşenlerin tamamı bir araya gelmedikçe, yeni güçlü bir mücadele zemini ve yolu açmadığı müddetçe, bu tabloyu Türkiye halkları fazlasıyla yaşamaya devam edecek. Bizim sorumluluğumuz, sadece bunları dile getirmek değil, bunun karşısında güçlü bir şekilde demokratik mücadeleyi örmek ve bir araya gelmektir. Biz, ne iktidarın taht kavgalarını izleyecek bir zamana, ne de muhalefetin iktidar olmasını bekleyecek bir sabra sahip değiliz. Memleket çürüyor, batıyor. Dolayısıyla hep birlikte 'barış, özgürlük, aş, ekmek' diyeceğimiz bir sürece girdik.