Bir gazeteci ile bir tarihçinin sohbetleri-4

Geziye iktidar hâkimdi. Bu çok net: ama hangi iktidar?
Bir gazeteci ile bir tarihçinin sohbetleri-4
2020-08-11 06:40:55   Güncelleme: 2021-09-05 00:13:37    

Zahit Atam/Vehaber

GEZİ VE İKTİDAR…

İlk önce iktidar ile kastedilen AKP değildir, Tayyip Erdoğan hiç değildir. Çünkü her ikisinin de Geziye karşı reaksiyonu yetersiz, yanlış ve tepkiseldi, her ikisi de Gezi sürecinde derin yıpranma yaşadılar. Bu anlamda iktidar Geziye hâkimdi ne demektir?

İktidarın geziye hâkim olduğunu nereden biliyoruz?

Gezi süreci niçin çok kısa sürdü ve ardından yeni bir kötümserlik dalgası niye yarattı?

En kısa haliyle Gezi nedir?

İlk önce, Gezi olayları adlandırması, olayların çıkış noktasından dolayı verilmiştir, ama olayın çıkış noktası çok net olarak parka dikilecek AVM için ağaçların kesilmesi değildi.

Olayların merkezi Taksim Meydanıydı ve o meydan yirminci yüzyılda, İstanbul’un merkezi idi.

Bu anlamda Gezi olaylarının çıkış noktası, çok uzun süredir zaten yürütülmekte olan iktidarın kentin merkezini “sivil olandan alıp” bir tür çok büyük rant kaynağı olarak İslami kesime rant alanı açma mücadelesi yüzünden zaten kent gergindi. İstanbul’un merkezini yeni bir sermaye sınıfı yaratmak için kullanmak iktidarın otuz beş yıldır sürdürdüğü planlı bir çabadır.

Bu anlamda, Türkiye’de Geziyi hazırlayan süreç çok net olarak 80 darbesinden sonra iktidar tarafından “başarılı bir şekilde” yürütülmektedir, onun öncesinde, büyük kırılma, 1977 1 Mayıs Saldırısı ile sivil olanın iktidarı isteyen talebi keskin ağır ve hunharca bir saldırıya uğraması sonrasında, İstanbul üzerinden Türkiye de “iktidar kim” sorusuna millet farklı iktidar farklı yanıt vermiştir. Bu anlamda iktidarın yanıtı ve süreci yönlendirmesi 12 Eylül Darbesidir.

AKP döneminde, kentin yeniden planlanması ve sistematik olarak yeni bir sınıfın oluşturulması için kentin imar planları ve ihale yasaları ile oynanması, üretimden kopuk, bir sermaye sınıfı olmayan İslami kesimi siyasi aktör haline getirmek için en önemli silahı haline gelmişti.

Gezide gün be gün olayların gelişimine bakıldığında, sivil olanın ve o bölgede yaşayan insanların arasında, sanki açık bir restleşme durumu ortaya çıktı. Bu ortamda Gezi restleşme sürecinde, bir Park olayı olmaktan çıktı, iktidara karşı en geniş sivil direniş odağı haline geldi.

Yıllarca, hemen hiç gerçek muhalefetle, özellikle de Anadolu’nun batısında karşılaşmamış olan AKP açık bir şekilde süreçte restleşti, meydan okudu, küçümsedi, hatta zorbalık tehdidinde bulundu.

Ardından olay patladığında, pek çok kesim birden bire olayın içinde sivil alanda buluştu:

Sivil kesimin en önemli özelliği “eğitimli” olmasıydı, katılanların büyük bölümü üniversite mezunuydu, öğrencisiydi ya da üniversiteye hazırlanıyordu. Bu anlamda eylemler her zaman eylemciler tarafından sivil şekillere büründü, bu da Gezinin meşruiyetini artırdı.

Hükümet ilk başta anlayamadığı düzeyde bir tepkisellikle karşılaştı, iş gerçek bir halk isyanına dönüştü.

Ardından ise Gezi’de daha ertesi gün Park eylemcilere açıldı, İstanbul polisinin daha fazla dayanması mümkün değildi.

Ama şunu net olarak biliyoruz, olay bir yerden sonra artık AKP’nin yönettiği bir şey olmaktan çıkmıştı. Bu anlamda bizzat bilinçli olarak Başbakan yurtdışına gönderildi, yani süreci yönetebilmek ve dengeyi yeniden kurmak için.

Bu anlamda iktidar artık işi kendisi için de tehlikeli olabilecek “bir meşruiyet krizi”, “örgütsel ve siyasal talepler” şekline bürünmesine izin vermeden, zaman içinde halkın yorulması ve en az somut talep ile sürecin geçiştirilmesi için devredeydi ve eylemin siyasallaşmasını, örgütlenmesini, kalıcı biçimlere bürünmesini, ideolojik bir netlik kazanmasını büyük bir başarıyla iktidar engellemiştir.

Bu çok önemli, ama bunda ısrar edilmelidir, doğru analiz bunu gerektirir.

AKP büyük bir meşruiyet krizi yaşadı, sivil alanda kaybetmişti, ama iktidar kaybetmemişti, tepkinin AKP’nin ötesinde, düzen ve siyasal meşruiyet krizine dönüşmeden, sönümlenmesini başardı.

Bu anlamda Geziye süreci yönetmede, AKP değil, ama İktidar hâkimdi, hiçbir meclis partisi de dâhil olmak üzere, sistematik olarak hiçbir Türkiye partisi sürece önderlik etmek için hareket etmedi, hele muhalefet partilerinin ortaklaşa bir biçimde geziye bir “hükümet değişikliği” için yanıt verme çabası hiç olmadı.

2. GEZİ VE KÜRTLER…

Şurası çok nettir; Geziye bir sayı verememekle birlikte, özellikle kentlileşmiş Kürtler aktif biçimde katıldılar, bunu yadsımak ya da yok saymak mümkün değildir, bu doğrudur. Ama şu net, Geziye katılan toplumsal kesimler içinde, en azından 30 yıllık siyasal direnişiyle, halk içindeki etkisiyle, örgütlülüğü ve deneyimiyle en çok süreci değiştirebilecek olan da Kürt Hareketiydi. Ama Kürt hareketi örgütsel bir katılım göstermedi, bu sürecin içinde bulunmaktan, devam etmekte olan Barış Görüşmeleri nedeniyle aktif katılmaktan uzak durdular. Bu anlamda Kürt Hareketinin barış görüşmeleri nedeniyle örgütsel ve siyasal katılımdan uzak durması, bir eleştiriden ziyade, bir siyasal zamanlama işidir ve bu anlamda bu zamansal farklılığı iktidar sonuna kadar kullanmıştır.

Dolayısıyla, Kürtler ile Gezi arasındaki ilişki, aslında anakronik bir ilişkidir, yani Kürtlerin direnişiyle Gezi Direnişi ortaklaşamadılar, burada gerçekleri deştiğimizde, Kürtlerin sorumlu tutulamayacağı, aksine siyasi iktidarın çok daha etkin siyaset planlaması yapabildiği anlaşılıyor.

Yani ilk elden, Kürtlerin suçlanması gibi bir çaba, ya da Kürtlerin AKP ile anlaşıp sivil halkı ters köşeye yatırdığı savı mesnetsizdir, önyargılıdır ve bu anlamda ya tuhaf bir açıklamadır ya da yanılsamadır ve son şık olarak siyasi iktidarın yarattığı önyargıların bir uzantısıdır.

3. GEZİ, ALEVİLER VE İKTİDAR…

Gezide aktif olan kesimin ya dinden uzaklaşıp, moderne yüzünü dönmüş kesim, ya da Alevi kesimden büyük destek gördüğü çok nettir, hatta dinsel dogmatizmden uzaklaşmış kesimlerin içinde de Alevi kökenlilerin olduğu anlaşılıyor. Bu anlamda, İktidar tarafından, değil yeni bir şey olarak, yaklaşık olarak 600 yıldır Aleviler bir tehlike olarak görülür, bu yüzden sindirilmeye çalışılır, baskı görürler, katliama uğratılırlar.

Bu anlamda Alevilerin Gezi sürecindeki durumuna baktığımızda, bizzat katledilen tüm kişilerin, hatta kaza sonucu ölen polisin bile Alevi kökenli olması, hiç de rastlantı değildir, bu kadar kitlesel bir katılımın olduğu durumlarda, böylesine rastlantının olması imkansız gibidir. Zaten gerçekler araştırıldığında, Alevi eylemcilerin eylemin harala gürelesinde kontrolsüz bir şekilde öldürüldüklerinden ziyade, daha çok seçilmiş olduklarını, kaza görünümlü cinayetler olarak okunması gerektiğini daha çok düşündürür.