“Ben yirmi senedir buradayım. Kırk yıldır, elli yıldır, yetmiş yıldır burada olan insanlar var. Şu anda kaderimize küsmüş gibi böyle oturuyoruz. Elimiz ayağımız bağlı. Düşüncedeyiz. Hiçbir şey yapamıyoruz.”
Yedikule Bostancılar Derneği’nden Özkan Ökten, İstanbul Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı görevlilerin barakalarını yıkmalarının ardından içinde bulundukları hali bu sözlerle anlatıyor.
“Biz bahçıvanız. Tahta kulübenin, barakanın belediyeye de surlara da bir zararı olmaz. Ama biz şimdi nerede soyunup giyineceğiz? Yağmurda, karda nerede bir çay içip ısınacağız?”
Ökten, Tarihi Yedikule Bostanları’nda 10 dönüm kadar bir alanda bostancılık yapıyor. “Sekiz kişi benim bostandan geçiniyoruz. Bahçem giderse işsiz kalacağım. Belki belediye bir süpürge verirse yerleri süpürürüm” diyor.
Tarihi Yedikule Bostanları’ndaki bostancılar, bu aralar hep aynı cümleleri kuruyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendilerine Mart ayına kadar bostanları boşaltmaları için mühlet verdiğini söylüyor, barakaların yıkılmasının ardından sıranın bostanlara da geleceğini düşünüyorlar.
“Görüyorsunuz, bahçe tamamen ekili. Yeni atılmış tohumlarımız var, dikilmiş fidanlarımız var. Bu bir aylık zaman zarfında ürünlerin büyümesi söz konusu bile değil. Zaten yine kar geliyor” diye dert yanıyor bir diğer bostancı, Coşkun Yenigün.
Babalarının vefatının ardından üç kardeş bostanı devralmışlar. 35 yıldır burada bostancılık yapıyor, 15 kişi buradan geçiniyorlar.
Yenigün, “Eğer bizi Mart ayında ortada bırakırlarsa, biz tamamen beş kuruşsuz kaldık demektir. Borçlarımız var. Bütün yatırımımız burada. Seralarımız burada. Burası olmadıktan sonra ne yaparız bilmiyorum” diye konuşuyor.
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan İstanbul Kara Surları koruma bandındaki Tarihi Yedikule Bostanları’nı nasıl bir akıbetin beklediği yaklaşık dört yıldır bir muamma.
Tarihi Yarımada (Fatih) 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı ve Plan Notlarında Yedikule bostanlarının korunacağı belirtilirken, 2012 yılında bu planda değişiklik yapılmış ve şu ifadeler kullanılmıştı:
“Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları yeşil alan bütününde tematik olarak değerlendirilecektir.”
Ardından Temmuz 2013’te, Yedikule Bostanları Yenileme Projesi başlamış, bostanlara müdahale edilmiş, Suriçi bostanların üzerine moloz dökülmüş, ancak kamuoyundan gelen baskının da etkisiyle çalışmalar durdurulmuştu.
Kasım 2014’te ise proje İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne iade edilmişti.
Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden Ali Taptık, “Şu an ortada bir proje yok. En azından bizim bildiğimiz bir proje yok.” diyor.
Bostanların Kara Surları koruma bandında yer almalarına karşın tescilli olmadıklarını belirten Taptık, “Bir taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmeleri için” geçtiğimiz hafta dilekçe verdiklerini söylüyor.
UNESCO’nun her yıl düzenlenen Dünya Miras Komitesinin bir sonraki toplantısı, Temmuz ayında İstanbul’da yapılacak.
Ali Taptık’a göre, zabıtaların bostancıların barakalarını yıkmasının bu toplantıyla da ilgisi olabileceğini düşünenler var.
“Bu barakaları aslında Dünya Mirası’ndaki kaçak yapılaşma olarak da görebilirsiniz. Yıkmaya hakkı var belediyenin. Ama belediyenin o zaman yeni standartlar geliştirmesi lazım. Bostancılar buna hazırız diyorlar zaten. Buna rağmen ortalığı yıkıp dökmeyi tercih etti zabıta müdürlüğü...” diyor.
Taptık, UNESCO’nun toplantısına kadar bostanların kalıcılığını garantilemeyi umduklarını, bu doğrultuda kampanyalarını yoğunlaştıracaklarını da vurguluyor.
“Bir planımız UNESCO merkeze seslenmek. İkincisi de bütün İstanbullulara Tarihi Yedikule Bostanları’nın neden önemli ve biricik olduklarını, neden korunmaları gerektiğini anlatmak” diyor.
Tarihi Yedikule Bostanları, 1500 yıldan fazla geçmişe sahip ve Bizans döneminde inşa edilen İstanbul’un Kara Surları’nın yanında bulunuyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde bostanların tarihi üzerine akademik çalışmalarda bulunan Ayhan Han, barakaların yıkılmasıyla gündeme taşınan Surdışı hendek bostanlarının geçmişinin ise 18’inci yüzyıla dayandığını söylüyor.
Han, “Alexander van Millingen, 1899 tarihli bir kitabında hendeklerin İstanbul’un fethinden sonra Türkler tarafından zaman içerisinde doldurulduğunu söylüyor. Surdışı hendek bostanları bu dolgu alan üzerinde. Bu nedenle hendek bostanların tarihini Osmanlılar döneminde aramak doğru olacak.” diyor.
Hendek bostanlarını, 18’inci yüzyılın başlarından itibaren içerisindeki havuzlar, kuyular ve bostancı odalarıyla birlikte belgeleyebildiklerini ifade eden Han, tarihi olarak bostanların, surların, ve dolayısıyla kentin savunması açısından çok önemli olduğunu vurguluyor.
Han, sözlerini söyle sürdürüyor: “Bugünkü anlayışta sur duvarı ve bostanlar ayrı ayrı değerlendiriliyor. Sanki birinin varlığı diğerine zarar veriyormuş gibi anlatılıyor. Ama Kara Surları’ndaki hendek bostanları için tarihsel olarak böyle bir şey söyleyemeyiz.
“18’inci yüzyıldaki restorasyon projelerinde olsun, sur duvarıyla ilgili yazışmalarda olsun hendek bostanlarının duvara zararı olduğuna dair en ufak bir kayıt bulunmuyor.
“Osmanlı döneminde kent yöneticileri duvarı, hendeği ve bostanları ayrı ayrı birimler olarak değerlendirmemişler. Hendeklerde tarımsal üretime izin verilmiş ve bu bostanlardan kira alınmış.
“Çok istisnai durumlar dışında sur duvarı boyunca uzanan arazilerde köşk, yalı gibi binaların inşası kesin olarak yasaklanmasına rağmen bostanlara dokunulmamış.”
“Bostanlar kalkarsa surlar da gider. Başka bir ihtimal görmüyorum.”
Bostanlar, surları korumak gibi tarihi görevlerinin yanında yüzyıllardır İstanbul’un merkezinde, kentin yeşillik ve sebze ihtiyacını da karşılıyor.
Hendek bostanlarında halen nane, maydanoz, kıvırcık salata, marul, pırasa, kırmızı lahana, beyaz lahana, domates, biber, patlıcan gibi birçok ürün yetişiyor.
Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden Ali Taptık, “Hangi sebzenin neye benzediğinden o kadar uzak nesiller yetişiyor ki...” diyor, kendini de örnek vererek:
“Ben ilk bostana gittiğimde, bostancı kadınlardan biri fasulye sırıklarının arasında duruyordu. Ben şaşkın şakın bir apartman çocuğu olarak ‘Bu ne acaba?’ diye bakıyordum.
“İnsanın gıda ile ilişkisinin çok kopuk olduğu bir dönemdeyiz. Süpermarketten bir şey aldığımız zaman onda ne kadar emek olduğunu tahayyül edemeyecek durumdayız.
“Tarımla uğraşan insanların ne kadar sömürüldüğünü anlamak için de önemli bu bostanları korumak. Bu emeğin görünürlüğü önemli.”
Taksim’in göbeğinde, atıl duran Atatürk Kültür Merkezi’nin hemen aşağısında açılan Ek Biç Ye İç isimli restoran, bu görünürlüğü kentin kalbine dek taşıyor.
Restoranda farklı kentsel tarım teknikleri kullanılarak yeşillikler, sebzeler yetiştiriliyor; saksılardaki, arka bahçedeki bitkiler müşterilerin gözleri önünde büyüyor, tabaklarına geliyor.
Restoranın kurucusu Haro Cümbüşyan, “Bu projeye başlarken aklımızdaki temel şeylerden biri de Yedikule Bostanları’nı nasıl destekleyebileceğimiz sorusuydu” diyor.
“Birçok kişi bostancıların nasıl desteklenebileceği, hukuki sorunların nasıl aşılabileceği üzerine çalışıyordu. Biz de konuya başka bir açıdan yaklaşalım dedik. Onların ürünlerini satın alalım, böylece bostanlarını korumalarına, bu mücadeleyi vermelerine yardımcı olalım istedik” diye konuşuyor.
Restoranın program müdürü ve aynı zamanda kent sosyoloğu olan Ayça İnce de Yedikule Bostanları’nda kuşaktan kuşağa geçen bir birikim olduğuna, bu geleneğin kaybolmaması gerektiğine dikkat çekiyor.
“Yedikule Bostanları İstanbul’un bir hazinesidir. Tarihteki ilk kentsel tarım alanlarıdır. İstanbul’un kent kültürünün bir parçasıdır. Bu çok kıymetli. Bu alanları korumamız gerek” diyor.(BBC TÜRKÇE)