Fırat Haber Ajansı'na (ANF) konuşan Karayılan, "Savaşı durdurmak isteyen bütün kesimler şunu görmeli: Bu savaşı Erdoğan başlattı. Doğru; devlet içindeki bir takım inkarcı-imhacı eğilim taşıyan kesimler de ittifak halinde bu sürece dahil oldu ama Erdoğan esas olarak 400 milletvekili için bu savaşı yürütüyor." dedi.
Murat Karayılan'ın ANF'ye verdiği röportajında satırbaşları şöyle:
"ÇÖZÜM SÜRECİ'NDE CEPHANE TAŞIMADIK"
Dağlıca denilen yerde son yaşanan çatışma bir pusu veya basının çokça bahsettiği gibi ‘hain’ bir tuzak olayı değildir. Orada 5 gün boyunca geniş bir alanda yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Ancak gerçekler kamuoyundan gizlendiği için sanki sadece bir patlama yaşanmış gibi yansıtılıyor.
Çözüm Süreci boyunca kendimizi tasfiye, yozlaştırma, vb. durumlara karşı koruduk. Diğer yandan Önder Apo’nun ve hareketimizin doğru politikaları, Kürdistan halkına ve Türkiye toplumuna doğru mesajların verilmesi, en önemlisi de başta Şengal olmak üzere hareketimizin IŞİD’e karşı verdiği mücadele, hareketimizin ulusal ve uluslararası düzeyde önemli düzeyde itibar kazanmasına ve gelişme kat etmesini sağlamıştır. Bundan dolayı da hem kitlelerin gösterdiği teveccüh, hem de Kürdistan gençliğindeki katılım istemi çok daha fazlalaşmıştır. Dolayısıyla bu süreçte hareketimizin yaşadığı gelişme ve büyüme, Çözüm Süreci’nin istismar edilmesi ya da silah depolanması ile izah edilemez. Gerçek olan; doğru politika ve tutum temelinde bir büyüme durumunun yaşandığıdır. Biz Çözüm Süreci’nde herhangi bir yere, herhangi bir cephane taşımış değiliz. Elimizde ne varsa, eskiden var olandır. Gerçeklik budur.
"SİLAHLI YÖNÜN ÖNE ÇIKMASI YANLIŞ OLDU"
Tabii ki, “Bu toplumsal çıkış, yani öz yönetimlerin ilanı silahlarla olmamalıydı” denilebilir. Bu doğrudur. Aslında halkın kendi öz yönetimlerini ilan etmesi toplumsal bir tezahür olarak gelişmek durumundadır. Fakat bu konuda da yine polisin aşırı bir biçimde zorlaması, kriminalize etmesi ve şiddeti dayatmasına karşılık olarak gençliğin de öne atlayarak silah kullanması suretiyle silahlı yön öne çıktı. Aslında bu, bizce de yanlış oldu. Yani bu öz yönetim ilanı çok doğru ve toplumun kendi demokratik çözüm biçimini ortaya koymasıdır; meşru bir haktır, fakat silah bu kadar öne çıkmayabilirdi.
"GENÇLERE EVE DÖNÜN DEME ZAMANI GEÇTİ"
Bu saatten sonra hiç bir şey olmamış gibi gençlere, ‘evinize dönün’ demenin zamanı geçti. Çünkü bir pratik süreç yaşandı. Ortada bir savaş durumu var, yine ilan edilen öz yönetimler var. Normalleşme ancak bir uzlaşma temelinde mümkün olabilir. Eğer bir uzlaşma projesi olursa, o zaman KCK bu projeye dayalı olarak gençlere çağrı yapabilir, ‘şöyle şöyle hareket etmeniz lazım’ diyebilir. Ama herhangi bir proje olmadan, bir uzlaşma durumu olmadan, polisin kendilerine yönelmeyeceği garantisi verilmeden hiç kimse gençlere, ‘evinize dönün’ deme hakkına sahip değildir. Bir de bu direniş artık siyasal-toplumsal bir formasyona kavuşmuş oldu. Gelişen bu direniş, Kürt Özgürlük Mücadelesi’nde çok tarihi bir evreye dönüştü. Bunun da görülmesi gerekiyor.
"ÖCALAN'IN DİRENİŞ SÜRECİNİ DURDURUN DEME KOŞULLARI YOK"
Mevcut koşullarda Önder Apo’nun çıkıp da, ‘direniş sürecini durdurun’ demesinin koşulları yoktur ve zorlayıcı olacağı açıktır. Önderliğimiz 1993 yılından beri Kürt sorununun demokratik çözümü için çok çabalar sergiledi. Özellikle son iki buçuk yılda çok yoğun bir emek verdi. Ama Erdoğan hepsini yerle bir etti. Yani sadece masayı devirmekle kalmadı, ‘Kürt sorunu yoktur, mutabakat yoktur’ dedi ve her şeyi inkar etti. Dolayısıyla bir çıkış yapmanın zeminini bırakmadı.
Bu konuda diğer bir husus ise, Önder Apo, ancak bir proje üzerinde mutabakat olursa çağrı yapabilir. Yoksa o bir önderlik; iki de bir kalkıp kendi konumunu tartışmaya açacak pozisyona tabii ki girmez. 2013 yılında yapmış olduğu çağrıyı da sunmuş olduğu projenin devlet cenahında kabul edilmesi ve mutabakatın sağlanması temelinde yaptı. Sonra devlet caydı, kabul ettiğini yapmadı ve en son da her şeyi inkar etti.
"TEK TARAFLI ATEŞKESLERLE SONUCUN ALINMAYACAĞINI GEÇMİŞ PRATİKLER GÖSTERMİŞTİR"
Şimdi bu konuda bir çok değerli insan ve çevre ateşkes için çağrı yapıyor. En son HDP Eşbaşkanlığı’nın ve temsilcilerinin daha çarpıcı çağrıları gelişti. Biz bunların hepsini çok değerli buluyor ve özüne de katılıyoruz. Hatta bazı kesimler tek taraflı olarak bizim ateşkes yapabileceğimizi de düşünmekte ve kendi söylemlerinde ifade etmektedirler. Ama bu değerli dostlar ve çağrıcılar, bir an için kendilerini bizim yerimize koyarak yaklaşmalıdırlar. Karşımızdakiler her gün çeşitli vesilelerle televizyonlara çıkıp, ‘son terörist silahı bırakana kadar operasyonlar artarak devam edecek’ demektedirler. Son derece sert, savaşçı bir tutum ve yoğun bir saldırı durumu söz konusudur. Biz bu saldırılara karşı misilleme hakkımızı kullanmaktayız. Yürüttüğümüz, savunma direnişidir. Bir güç, diğer bir gücü yok etmek üzere azgınca saldırıya geçmişse, öbür gücün kendini savunmaması onun yok olmasına yol açar. Var olmak ve yaşamak için kendini savunmak bir gerekliliktir. Aksi teslimiyet olur ki, bu da hem insanlık onuru, hem de özgürlük davasıyla bağdaştırılamaz bir şeydir. Ancak bu gerçeklikten yaklaştığımızda ateşkes olabilir. Kandil yapılan tüm çağrıları duymaktadır ama ateşkesin olabilmesi için çift taraflı bir tutumun gelişmesi gerekiyor. Tek taraflı ateşkeslerle sonucun alınamayacağını geçmiş pratik bize göstermiştir.
"ERDOĞAN 400 MİLLETVEKİLİ İÇİN BU SAVAŞI YÜRÜTÜYOR"
Savaşı durdurmak isteyen bütün kesimler şunu görmeli: Bu savaşı Erdoğan başlattı. Doğru; devlet içindeki bir takım inkarcı-imhacı eğilim taşıyan kesimler de ittifak halinde bu sürece dahil oldu ama Erdoğan esas olarak 400 milletvekili için bu savaşı yürütüyor. Normal koşullarda bu sonuca ulaşamayacağını görünce savaşla tüm dengeleri alt-üst ederek 1 Kasım seçimlerini kazanmak istiyor. Bu yüzden savaşı sürdürmek isteyen bir taraf var. İktidar olan bu tarafın tutumunun değişmesinde ısrar etmek gerekiyor.
"TAHKİM EDİLMİŞ ÇİFT TARAFLI ATEŞKES"
Öncelikle AKP’nin bu politikasına karşı mücadele etmek ve bu savaşçı tutumunu eleştirerek ve buradan hareket ederek yeni bir ateşkes zemini oluşturulabilir. Bu da ancak gözlemci aracıların da bulunduğu, tahkim edilmiş çift taraflı ateşkesle yeni bir sürecin başlatılması biçiminde olabilir.
"BU SAVAŞ BÖYLE SÜRERSE SEÇİMLER OLMAZ"
Evet biz de biliyoruz; bu savaş böyle sürerse seçimler olmaz. AKP de bunu biliyor. AKP sürekli anket yapıyor. Eğer seçimlerde sonuç alamayacağını tespit ederse, bu çatışma konumunu seçimleri erteletmeye gerekçe yapabilir. Bu, gündemdeki bir husustur. Bunun için savaşı sürdürmek isteyecektir. Aynı biçimde bu savaş koşullarının sonuç almakta olduğunu görse yine sürdürür. Yani AKP’nin kararı 1 Kasım’a kadar savaşı sürdürmektir. Biz durdursak bile o durdurmaz. Durum bu aslında. Dolayısıyla hem uluslararası hem de ulusal çevreler ve de STK’ler, AKP’nin bu savaşla oy alma zihniyetine karşı tavır geliştirirse belki bundan vazgeçer. Yoksa 1 Kasım’dan önce vazgeçmesinin olanakları pek gözükmüyor.
"CİZRE'DE GERİLLA YOK, GENÇLİK VE HALK VAR"
Peki Cizre’de çatışma oldu, 21 sivil insan şehit düştü. Bunların hangisi gerilladır! İçlerinde gerilla var mıdır? Yok. Ondan sonra AKP’nin İçişleri Bakanı Cizre’de sokağa çıkma yasağı sürdüğü süreçte kalkıp “32 teröristi öldürdük” dedi. Peki bunların cenazesi nerede? Bunların hepsi yalan. Şişirmedir hepsi. Cizre’de öyle gerilla falan yok; Cizre gençliği vardır, Cizre halkı vardır. Silopi’de bir evi kuşattılar, akşamdan sabaha kadar vurdular, yerle bir ettiler, sonuçta “3 PKK’li öldürdük” dediler. Sonra görüldü ki, 2’si her gün herkesin sokakta gördüğü, oranın yerlisi gençlerdir. Üçüncüsü ise Gaziantep Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde okuyan Eruhlu bir öğrencidir. Yani o gençleri kuşatmış, yok ediyor; ardından da, ”PKK’lidir” diyor. Herkesi vuruyor; kadını vuruyor diyor, “PKK’lidir”; 75 yaşındaki insanı öldürüyor diyor, “PKK’lidir”; 35 günlük bebeği vuruyor, ona da “PKK’lidir” diyor. Bunun altyapısını da daha çok havuz medyası oluşturuyor.
"BİRLİKTE YAŞAMDAN YANAYIZ"
Sonuç olarak şunu da belirtmek istiyorum: Özellikle değerli insanların ve bir çok barışçıl-demokratik çevre ve şahsiyetin çabalarına ve düşüncelerine değer veriyoruz. ‘Bu yönlü arayışların ve eleştirilerin olması gereklidir’ diye düşünüyoruz. Çünkü son tahlilde biz Türkiye halkıyla birlikte yaşama tercihi olarak çözümde ısrarlıyız. Bunun yolu da Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden, Demokratik Özerkliğin Kürdistan’da ve Türkiye’de geliştirilmesinden geçmektedir. Bu tercihimiz önemli bir tercihtir. Türkiye yetkilileri özünde bu tercihimizi takdir etmeliydiler. Çünkü bizim başka seçeneklerimiz de vardır ama dikkat edin şimdi onları hiç tartışmıyoruz. Çünkü öncelikli gündemimiz değildir. Fakat bütün barışçıl ve çözümcül yaklaşımlarımıza rağmen tek düze bir biçimde, ‘ya köle olacaksınız ve bunun için teslim olacaksınız; ya da sizi öldüreceğim’ derlerse o zaman biz de başımızın çaresine bakmaya yönelmek durumunda kalırız.