Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Dicle Haber Ajansı’ndan (DİHA) Hayri Demir’in sorularını yanıtladı.
Demirtaş, başlayan çatışmalar, Halk Savunma Birlikleri (YPG) güçlerinin Cerablus’a olası müdahalesinin etkileri, Türkiye’nin Suriye politikası, HDP’ye saldırılar, özyönetim ilanları, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit ve Avrupa’da yaptığı temaslara ilişkin açıklamalarda bulundu.
Demirtaş’ın açıklamalarından başlıklar şöyle:
Çatışmalar
“AKP’nin kaybettiği tek başına hegemonya kurma imkanını yeniden kazanmak adına 1 Kasım seçimlerini gündeme aldı. Bununla birlikte daha önceden hazırlığını yaptığı savaş konseptini de çok hızlı bir şekilde fiiliyata geçirdi. Savaş kararı 7 Haziran’da alınmadı. Dolmabahçe Mutabakatı inkar edildiğinde, reddedildiğinde, müzakere masası devrildiğinde artık bu karar alınmıştı. Sadece 7 Haziran seçimlerinin sonuçları bekleniyordu. Savaşın dozunun nasıl yürütüleceğini artık 7 Haziran’dan sonra devlet karar verecekti.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda aslında netti. Seçim öncesinde ve sonrasında verdiği mesajlarda artık diyalogun ve müzakerenin olmayacağı konusunda çok açık beyanlarda bulundu. Yeniden şiddete yöneleceği, şiddetle PKK’yi ezmeye çalışacağı mesajlarını çok net veriyordu. Dolayısıyla savaşın nasıl başlatıldığı kimler tarafından başlatıldığı bizim açımızdan çok nettir.
“Türkiye kamuoyu aptal yerine koymanın da kimsenin haddi değil. Cumhurbaşkanı’nın Dolmabahçe ile söylediği “çözüm sürecini buzdolabına kaldırdık. Bunlara anladıkları dilden cevap vereceğiz” söylemleri kendi söylemleridir. Bir gecede Kandil’e 400 hava saldırısı yaptıklarını söyleyenler kendileridir. Bunların hepsi çok aleni bir şekilde ortada dururken, çatışma neden başladı diye müneccimlik yapmanın bir anlamı yok.
Cerablus
“Saray iktidarının kaybetmeye başlayıp, müzakereden de arzuladığı tasfiye sonucunu elde edemeyince 1 Kasım seçimlerinde HDP’yi de zora sokmak için çok hızlı bir şekilde savaş konseptini devreye soktu. Gelinen nokta Türkiye iç politikası açısından silahla siyaseti dizayn etme kararıdır. Uluslararası açıdan da Cerablus meselesidir savaşı hızlandıran ya da devreye koyan.
“YPG/YPJ güçlerinin DAİŞ’e karşı Cerablus’ta bir hakimiyet sağlaması ihtimali bile Ankara’da tüyleri diken diken ediyordu. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Rojava benim kırmızıçizgimdir. Kellem gitse Rojava’da bir oluşuma izin vermem ve ne pahasına olursa olsun müdahale ederiz” anlayışıdır bugünkü savaşı derinleştiren.
“Savaş sadece Türkiye’deki iç siyasetle ya da HDP ile ilgili değil. Önemli bir yönü 1 Kasım seçimlerine yöneliktir fakat “Savaşı sadece seçim için çıkardılar” diye düşünüyorsak 2 Kasım günü savaşın bitmesi lazım. Erdoğan 2 Kasım’da da savaşı bitirmeyecek çünkü asıl mevzu Kürtlerin Ortadoğu’da bir statü elde etmesini engelleme girişimidir.
“Artık DAİŞ’i izole edecek son operasyon son hamle Cerablus’un DAİŞ’ten temizlenmesi olacak. Orada bazı Suriyeli muhalif güçler ve Kürt güçleri uluslararası koalisyonun da desteğiyle operasyona hazırlanıyorlardı. Dolayısıyla DAİŞ’i rahatlatmak ve Kürt güçlerini özellikle baskı altında almak için de Türkiye’deki savaş başlatıldı ve dayatıldı. Bu yönünü görmemiz lazım. Bunun Rojava ile bağlantısı çok daha güçlüdür. Zaten seçim sonrası savaşın devam edeceğine dair Ankara’dan verilen mesajlarda da bunu teyit ettiriyor.
“Cerablus’a dönük Kürt güçleriyle birlikte koalisyon güçleri bir ortak operasyon başlatırsa AKP hükümeti de Türkiye’nin içerisinde operasyonlarını hızlandırabilir. Çünkü DAİŞ kendileri açısından büyük bir nefes borusudur. Bütün dünya ülkeleri Suriye’de vekaletini birine vermiş, “benim adıma orada savaş” diyor. Silahını, parasını veriyor, lojistiğini ve istihbaratını sağlıyor. Herkesin orada gücü var. Adı konulmamış bir 3. dünya savaşı Suriye coğrafyasında sürdürülüyor.
“Vekâleten yürütülen Suriye savaşında AKP adına savaşan güç DAİŞ’tir. Dolayısıyla DAİŞ’in Cerablus’tan çıkarılması ve dış dünyaya ile desteğinin kesilerek izole edilmesi DAİŞ’in sonu demektir artık. Cerablus o nedenle DAİŞ’ten çok AKP için önemlidir. DAİŞ’ten çok Tayyip Erdoğan bu konuda feryad figan edip, bağırıp çağırıyor. Çok net anlaşılıyor ki Türkiye’de yürüyen savaşın bir nedeni de DAİŞ’i koruma, kollama ve Rojava’yı boğmak girişimleridir.
Türkiye’nin Suriye politikası
“Kürtlerle kardeşlik ilişkisi eşitlik ilişkisi kuracağına gidip DAİŞ ile aynı ilişkiyi kurdular. O nedenle politikaları çöktü. Tayyip Erdoğan “Esad’la birlikte bir geçiş dönemi olabilir” dedi. Rojava’da oradaki muhalefetle uzlaşma sağlandığı taktirde Rojava’daki oluşuma karşı çıkmayacaklarını BM toplantılarında Davutoğlu ifade etti. Bunlar gösteriyor ki AKP politikası iflas etmiştir artık bundan dönüşün en zararla çıkışın yolları aranıyor. 1 Kasım seçimleri de bu süreci hızlandıracaktır.
“AKP, 1 Kasım’da daha ağır bir yenilgiyle çıkarsa artık Türkiye AKP’den kurtulabilir. Türkiye toplumu nefes alabilir. Türkiye tabiri caizse 10 gol atabileceği bir maçtan 5-0 yenik çıkıyor. Aslında Ortadoğu’yu yeniden dizayn süreci Türkiye’ye çok büyük imkanlar sundu. Bir maçta 10 gol atabilirdi Türkiye ama sahada AKP’li oyuncular olduğu için 5 gol yiyerek çıktı. AKP politikaları çöktükçe Türkiye’nin önü açılır, Kürtler de Türkler de kazanır, Türkiye de kazanır. Yine Rojava ve Güney Kürdistan açısından bir kazanım durumu ortaya çıkar.
HDP’ye saldırılar
“Bu dönemde AKP kendi derin devlet yapılanmasını kurdu. Daha önce cemaate dayanarak yürütüyordu bu işleri. Şimdi cemaat yerine kendi derin devlet yapılanmasını ikame etmeye girişti. Bu konuda yeterli derece başarılı olamıyorlar. Cemaat bu konuda çok uzmanlaşmış ve savaşmıştı. AKP şimdi bu işin acemiliğini çekiyor çünkü yeteri kadar elamanı yok, derin devlet içinde konumlandırabileceği.
“Eski Ergenekon veya eski tarz Gladyo yapılanması çerçevesinde yetişmiş elemanlarla belli bir uzlaşma arıyorlar biliyorsunuz. Ergenekon tahliyeleri buna yönelikti. Devleti birkaç yıldır tek başına yönetmeye başladılar. 2013 yılına kadar cemaat eliyle yönetiliyordu devlet. Yeteri kadar elemanları yok ve bazı eski alperen, ülkücü çevrelerini devşiriyorlar.
“İşte Osmanlı Ocakları adı altında kendi gençlik, Gladyo yapılarını kurmaya çalışıyorlar. Bu son saldırılar da doğrudan kendi yapılarının ilk yaygın terör eylemleriydi. Genel merkezimizin, Kürt işyerlerinin yakılması, 400’den fazla yerde Kürtlerin ve partimizin saldırıya uğraması AKP Gladyosu’nun sivil alanda harekete geçirdiği terör eylemiydi.
“Kürtlerin saldırıya uğradığı her yerde özel bir ekip işin içinde. Bunların etrafından 200-300 kişilik bir milliyetçi gruh toplanıyor ama çekirdek yapı 3-4 kişiden oluşur ve bunlar merkezi gladyoya bağlıdır. Asıl yönlendiren, yakma talimatı veren sahada o kişileri ne yapacağına dair fiili olarak komuta eden birkaç kişilik ekipler var. Bunlara hiçbir şekilde dokunulmadı. AKP’nin koruması altında ve bu gruplar olası benzeri durumlarda da harekete geçirmek için hazır tutuluyorlar. Saray’ın örtülü ödeneği ile beslenen çeteler bunlar.
“Biz Saray Gladyosu dediğimizde abarttığımız düşünüyorlar ama böyle bir gladyo yapısı var Türkiye’de. İddia ediyorum bunların arasında kaymakamlar var, valiler var. Yani bu Saray Gladyosu içerisinde örgütlenmiş çekirdek yapıdan talimat alan, kirli eylemler yapıp bunların üzerlerini örten yargı mensupları bile var.
Özyönetim ilanları
“Özyönetim hakkının silahla birlikte öne çıkması ve anılması bir talihsizlik, eksikli ve hatta bir provokasyondur. Silopi’de başlamıştır bu algı. Yani devlet halkın özyönetime doğru bir kararlığını bir hazırlığını görünce mevzuyu silahlı alana çekip öz yönetimin sivil, demokratik yönüne baypas etmek için Silopi’de mahallelere silahla saldırdı. Orta hiçbir şey yokken.
“Arşiv taranırsa iki ay önce Silopi’de bu işin nasıl başladığı görülür. Çok kısa bir süre içinde bu iş kriminalize edilmeye çalışıldı ve sadece silahlıların öne çıktığı ve silahla bir öz yönetim ilanlarının yapıldığı bir algı yaratılmaya çalışıldı.
“İlk olarak ben bu sürecin iyi yönetilmediği kanaatindeyim. Özellikle sivil halk meclislerinin, kent inisiyatiflerinin çok daha iradeli bir şekilde bu süreci yönetebilecek bir ön hazırlığının olması gerekir. Çünkü AKP iktidarı tek adam hegemonyası kurmaya çalışırken güçlü bir yerinden yönetimi, yerel demokrasiyi asla benimsemeyecekti, bunu öngörmek gerekiyordu. Yine de geç kalınmış değil. Eksiklere, yetmezliklere rağmen bir halkın tarihsel, siyasi statü talebi bu şekilde görünür hale geliyor.
“Kürt halkının tarihsel, siyasi statü talebidir ilanlar. Bu talep Türkiye’de “ortak vatan” içerisinde tanımlıyor. Ayrı bir devlet gibi, sınırların ayrıştığı bir yeni statü gibi değil. Türkiye’nin her yerinde yerinden yönetimin modelini öneriyor ve partimizin de programına alarak desteklediği gibi bunu İstanbul için de Antalya için de Hakkari için de öneriyor.
“Burada kastettiğimiz atanmış vali ve kaymakamlarla, büyük yetkilerle donatılmış bürokratlarla kentleri, ilçeleri yönetilemeyeceğidir. Seçilmiş temsilciler, kent meclisleri, belediye başkanları kenti yönetebilmeli. Onlar da kenti yönetirken STK’ler, muhtarlar ve mahalle meclisleriyle birlikte kararlar almalı ve kararlar katılımcı demokrasi ile alınmalı. Özü itibariyle özyönetim dediğimiz şey budur.
Öcalan’a tecrit
“Kendisinden bize ulaşan hiçbir bilgi yok. Sayın Öcalan ile heyetimiz en son 5 Nisan’da görüştü ve o günden itibaren hiçbir temas kurma şansımız olmadı. Zaten tahminimiz şudur; AKP gerçekten de Sayın Öcalan’ın bu süreç ile ilgili bize karşı, HDP’ye karşı, özyönetim ilanlarına karşı bir sert tutumu veya eleştirisi olduğunu bilseydi, heyetimizi gerekirse helikopterle adaya götürürdü.
“İletişim kesildiğine göre aslında Sayın Öcalan’ın AKP’ye çok sert eleştirileri var demek ki. Bu durumu tek taraflı bir AKP dayatmasından çok sayın Öcalan’ın bir tavrı olarak da görülebilir. Çünkü şöyle demişti heyetimize: “Eğer buraya sadece beni görmeye gelecekseniz, gelmeyin. Ama müzakere etmeye gelecekseniz o zaman anlamlı olur.”
“Dolayısıyla üç kişilik milletvekili heyetimizin kendisini adada ziyaret etmesini bekliyor diye düşünmemek lazım. Kendisi bir müzakere beklentisi içinde. Müzakere ile birlikte müzakere iradesiyle adaya gidişe ancak değer verebilir. Onun dışındaki gidişler insani açıdan belki haber alma, sağlık koşullarını öğrenme açısından etkili olabilir ama onun dışında siyasi bir sonuç doğurmaz.
“Geçen hafta Avrupa Konseyi’nde, İnsan Hakları Komiseri ve Genel Sekreter ile yaptığımız görüşmede ayrıca CPT (Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi) heyetinin bir an önce İmralı Adası’na gitmesi gerektiğini söyledik. Onlar da bu konuyu değerlendiriyorlar. Belki yakın zamanda CPT heyeti İmralı Adası’na bir ziyaret gerçekleştirebilir, Sayın Öcalan’ın sağlık durumunu, oradaki koşullarını tekrar tespit etmek için.
Avrupa temasları
“Avrupa, Türkiye’de yaşananları büyük bir kaygıyla izliyor fakat büyük de bir yetersizlik var. Yaptığımız görüşmelerde eleştirilerimizi sunduk. Bu kadar ağır insan hakları ihlallerine karşı yeterli derece tepkinin ortaya konmaması, yeterli derecede müdahalenin yapılmaması büyük bir eksikliktir. Türkiye AB’ye aday ülkedir. AB ile müzakere yürüten bir ülkedir. Kopenhag kriterleri orta yerde dururken, uygulamadaki sonuçları itibariyle Avrupa bütün bunları görmezden gelemez. “Türkiye’nin kendi iç sorunudur” deyip içinden çıkamaz.
“Cizre’de yaşananlara karşı Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’nun verdiği tepkiler oldu fakat devam eden sürekli, kesintisiz, sistematik bir insan hakları durumu var Türkiye’de. Olaydan olaya tepki göstermek yerine genel duruma bir müdahale gerekiyor. O da ancak savaşın durdurulması için inisiyatif alma, gerekirse arabulucu olma, gözlemci güç olma, yeniden tarafların müzakereye çok net ve kararlı bir şekilde davet eden bir tutumu gerektiriyor. Öyle yarım ağız, “Taraflar masaya otursun” demekle bu iş olmuyor.”