Türkiye yönetiminin NATO'nun Afganistan'dan çekilmesi sonrasında Kabil Uluslararası Havaalanı'nda misyon üstlenme arzusu tartışılırken, Afganistan'dan sığınmacı dalgasının işaretleri belirdi. Ankara'nın Suriye'de süren vekalet savaşına dahli, Türkiye'ye kayıtlı 4 milyona yakın sağınmacı olarak geri dönmüşken, Erdoğan yönetiminin NATO gücünün parçası olmasına karşın Afganistan'dan çekilmeme yönündeki eğilim dikkat çekiyor.
Suriyeli sığınmacıların ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasi gerilimi tetiklediği Türkiye'de yeni bir savaş müdahilliğiyle artabilecek olası Afgan akını endişeleri tartışılıyor. Ankara'nın AB ile para karşılığı Suriyelileri barındırmaya yönelik sığınmacı anlaşması tepkileri çekerken, sınırı aşarak Türkiye topraklarında yakalanan Afganlarla ilgili gelişmeler kamuoyunda infial yaratmış durumda.
Erdoğan yönetiminin çatışma içinde olan yabancı ülkelerde asker bulundurma arzuları ve sonuçlarını Bahçeşehir Üniversitesi'nden Doç. Dr. Burak Cop ile konuştuk.
'Afganların Türkiye'ye gelişlerine en hafif tabiriyle göz yumuluyor'
Doç. Burak Cop'a göre, Afganistan'dan düzensiz göçmenlerin İran sınırları üzerinden Türkiye'ye gelişleri 'doğal değil.' Afganların geçiş rotalarının gazeteciler tarafından bile aktarıldığını anımsatarak, bunun devlet tarafından bilinmemesinin imkanı olmadığını belirten Cop, Afganların Türkiye'ye girişlerine en hafif tabiriyle 'göz yumulduğu' görüşünde:
Hayatın olağan akışı içinde kendiliğinden çok doğal bir toplu kolektif bir insan hareketiyle karşı karşıya değiliz. Olayı bu şekilde tanımlamak yanıltıcı olur. Türkiye-İran sınırında düzensiz Afgan göçmenlerin gelişini takip eden gazetecilerin vurguladığı şey şu: İnsanların nereden giriş yaptıkları belli. Zaten Afganistan ile Türkiye komşu da değil. Sınırı yürüyerek aşma imkanı da yok. Dolayısıyla İran güzergahından itibaren bu kitlelerin hangi güzergahtan geldikleri, nerelerden giriş yaptıkları ve Türkiye’de de nerelerde o TIR’lardan inip dağıldıklarına dair bütün bilgilerin devletin elinde olmaması mümkün değil. En hafif tabirle buna göz yumuluyor, izin veriliyor. Suriye iç savaşının başlarındaki tamamen açık kapı politikası, düzensizlik, yani her gelenin girmesine izin verilen bir politikanın benzeri uygulanıyor. Çünkü gerçekten bu insanların gelmesine devlet göz yumuyor. Doğal, kendiliğinden, mevsimsel, konjonktürel bir insan hareketliliği gibi ele alamayız. Mevsim değişince Yörüklerin bir yerden başka bir yere göç etmesine benzemez bu olay. Açık açık Afganistan’dan gelenlerin, Taliban’dan kaçtığı söyleniyor ki çoğu da kaçıyordur, o konuda şüphem yok ama hepsi mi öyle, bilemiyoruz. Çünkü bu insanlar kimler, hangi motivasyonla geliyorlar hiçbir şey bilmiyoruz. Bu insanların tamamı Taliban korkusuyla can havliyle kendilerini Türkiye’ye atmış insanlar mı, yoksa bir kısmı öyleyken bir kısmı ekonomik göçmen mi yoksa fırsattan istifade etmeye çalışan insanlar mı bilmiyoruz.
'Hükümetin göçle ilgili tavrını Suriye'deki açık sınır politikası ve dünya görüşüne bakarak değerlendirmek zorundayız'
Türk hükümetinin göç konusundaki tutumunun Suriye kriziyle değerlendirilebileceğini anımsatan Doç. Cop, 2011'den itibaren uygulanan 'açık sınır' politikasına dikkat çekti. Cop'a göre, hükümet, AB'ye karşı koz olarak kullanarak para koparmak, siyasal İslamcı dünya görüşü doğrultusunda demografik mühendisliğe girişmek ve 'ulus devlet' olan Türkiye'yi bir 'ümmet devletine' çevirmek hedefiyle bu insanların Türkiye topraklarında kalıcılaşmasını faydalı buluyor olabilir. Cop bir diğer izahatın, Suriyeli ve Afganların Türklerin çalışmak istemediği işlerde çalışarak kayıtsız ucuz işgücünü teşkil etmeleri:
Türkiye’de hükümetin açık açık; ‘Şu sebepten dolayı bu insanların Türkiye’ye gelmesine göz yumuyoruz’ gibi bir açıklama yapmamasından dolayı ancak birtakım tahminler yürütmek zorunda kalıyoruz. Bugüne kadar iktidarın yapmış olduklarına bakıyoruz. İktidarın dış politikasına ve dünya görüşüne bakarak neden izin verdiğine dair tahminler yürütüyoruz. Açık açık bu insanların gelmelerini 'şundan dolayı teşvik ediyoruz' demedikleri sürece de bu tahminleri yapmaya devam edeceğiz. Üç açıklama geliyor akla. Birincisi, daha yüzeyde yer alan bir konu, o da AB’ye karşı insanları bir koz olarak kullanıp para koparmak istenmesi gibi daha kısa vadeli bir hedef güdülüyor olabilir. Buna ek olarak biraz da iktidarın yapmak istediği toplum mühendisliği ve siyasal İslamcı dünya görüşü doğrultusunda ulus devlet olan Türkiye’yi bir ümmet devletine dönüştürme vizyonları çerçevesinde bu insanların Türkiye’de kalıcı olması faydalı bulunuyor olabilir. Bir başka açıklama şu olabilir. Bu insanlar inanılmaz bir ucuz iş gücü teşkil ediyorlar. Mehmet Özhaseki itiraf etti. Gaziantep’te hiç kimsenin çalışmak istemeyeceği en ağır işlerde, en zorlu koşullarda Suriyeliler çalışıyor dedi. Yüzbinlerce insandan bahsetti. Türkiye’de 3 milyon 700 bin kayıtlı Suriyeli var. Fakat bu insanların yalnızca 31 bininin resmi çalışma izni var. Yani bu insanların tamamına yakını kayıt dışı çalışıyorlar. Dolayısıyla Özhaseki’nin sözleri itiraf niteliğinde. Bu insanların Türkiye’nin mevcut kanunlarına aykırı şekilde kayıt dışı çalıştırıldığı, aşırı sömürü koşullarına maruz bırakıldığına dair bir itiraf var. Elbette bu insanları bu koşullarda çalıştıran işyeri sahipleri memnundur sığınmacıların gelmesinden.
‘Bugün Afganlar, on yıldır Suriyeliler; Türkiye nüfusuna bir gençlik aşısı olarak mı düşünüyorlar?'
Burak Cop’a göre, Türkiye’nin Suriye’deki savaş başladıktan sonra iki yıl boyunca gerçekten resmi olarak da bir göç politikası yoktu. Geçici koruma statüsüyle bir göç politikasının oluşturulduğunu söyleyen Cop, Erdoğan yönetiminin sığınmacıları Türkiye’ye gelmeleri için teşvik ettiği görüşünde. Sığınmacıların yaş ortalamasının düşüklüğüne işaret eden Cop, 'İslami dayanışma misyonu' ile bir nüfus mühendisliği yürütüldüğü değerlendirmesinde bulundu:
Türkiye’nin göç politikası yoktu. Suriye’de savaş başladıktan sonra iki yıl boyunca gerçekten resmi olarak da bir göç politikası yoktu. Sonradan bir kanun çıkarıldı, geçici koruma statüsü icat edildi. Şimdi artık görünürde bir göç politikası var. Bu insanların ucuz iş gücünü teşkil etmesi, bu ucuz iş gücünden yararlananların çıkarını temsil eden bir iktidar olduğu için, yani AKP’nin sınıfsal kompozisyonu, hangi toplumsal sınıfların çıkarını temsil ettiği noktasında bize fikir verecek şekilde gelmeleri teşvik ediliyor. İktidarın şöyle bir nüfus mühendisliği planı da olabilir. Türkiye nüfusu yaşlanıyor, ortalama yaşı artıyor. AKP iktidarının ise genç ve ucuz iş gücünü, Türkiye için bir avantaj olarak algıladığını biliyoruz. Bugün Afganlar, on yıldır Suriyeliler; bunları Türkiye nüfusuna bir gençlik aşısı olarak düşünüyorlar mı diye düşünmüyor değilim. Böyle bir planları olduğuna dair elimizde hiçbir veri yok. Zaten ne tür planları olduğuna dair bize on yıldır bir şey söylemedikleri için elimizdeki verilerle yorum yapmaya çalışıyoruz. Şu anda Türkiye’de Suriyelilerin yüzde 47 civarı, yarıya yakını çocuk, 18 yaş altında. Çok genç bir nüfus ve nüfus artış hızları da Türkiye ortalamasının üzerinde. Günün birinde vatandaşlık verilir mi bilmiyorum ama bütün bu insanların Türkiye’de kalıcı olmaları arzu edilen bir şey. Zaten AKP’li yetkililerin açıklamalarına, Kılıçdaroğlu’nun sözlerine verdiği tepkilere baktığımızda bu kesimleri sahiplenen yaklaşımları var. Bu sahiplenmenin batıdaki birtakım sol partilerde gördüğümüz gibi insan hakları ve çok kültürcülük temelinde olmadığının altını çizelim. Burada bir İslami dayanışma nosyonu var. Nüfus mühendisliği olarak yorumluyorum. Bu mesele on yıldır gündemde, Afganların gelişiyle iyice alevlendi. Bu on yıl zarfında bu iddiayı çürütecek bir bulgu karşımıza çıkmadı. Bilakis günden güne bu iddiayı güçlendiren politika ve söylem kullanıyor iktidar.
‘Suriyeliler iş gücünden çekilde iş gücü eksikliği olmaz, Türkiye’nin işsiz ordusu o pozisyonları doldurur’
Cop’a göre, oldukça hassas ve çok katmanlı olan sığınmacı meselesinde iki kampın radikalleri tartışmayı ahlakileştirerek boğuyor ve gerçek hayatta karşılığı olmayan prensipler sunuyorlar veya tam tersi ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını teşvik edecek yaklaşımlar sergiliyorlar. Diğer yandan Cop, AKP Genel Başkan Yardımcısı Özhaseki'nin 'Suriyeliler çekilse işgücü sorunu yaşanır' yaklaşımlarının doğru olmadığı, aksine Türkiye'deki işsizler ordusunun bulunduğunu anımsattı. Cop'a göre Suriyelilerin büyük sömürü altındaki halleri Türkiye'de işgücünü ucuzlatmaya yarıyor:
Çok hassas ve çok katmanlı bir konu. Her iki kampın da radikalleri tartışmayı boğmaya, ya ahlakileştirmeye hizmet ediyor. Ya halkın somut sorunlarına ahlaki üst düzey bir seviyeden gerçek hayatta karşılığı olmayan prensipler sunuyorlar veya tam tersi ırkçılığı teşvik edecek, yabancı düşmanlığını alevlendirecek yaklaşımlar sergiliyorlar. Bu yüzden iki taraf da konunun tartışılmasını zorlaştırıyor. Bunu tespit etmek lazım. Bu zemin gerçekten ırkçı olanların, yabancı düşmanı olanların provokasyonlar yapmaları ve halk üzerindeki etkilerini arttırmaları için çok verimli bir toprak, ortam sunuyor. Öte yandan Türkiye’nin iktisadi koşulları ortada. İşsizlik oranı ortada. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki’nin dediğinin aksine Suriyeliler çekilseler, bir iş gücü eksikliği olmaz. Türkiye’nin işsiz ordusu kolaylıkla o pozisyonlara gelir. Ama Suriyelilerin maruz kaldığı ağır koşullar ve emek sömürüsünü Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı işçilerine kabul ettirmeniz daha zor olur. Fakat halkın somut sorunları var. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok yankı uyandıran kayıtlarda Urfa’da işçilerle diyalogundan bazı parçalar var. Somut sorunlar şunlar: Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak piyasaya girmesi ücretleri aşağı çekiyor. Bu sokaktaki vatandaş için bir problemdir. Kiraların artması, bu da sokaktaki vatandaş için problemdir. Bunları duymak ve çözüm geliştirmek lazım.
'Sol kimlik sorununu hafife alıyor, ABD'de sosyalizmin zayıf kalmasında cemaatleşme faktörü etkilidir'
Doç. Cop'a göre 'onlar da işçi siz de işisiniz, sermaye düzenine karşı mücadele etmek lazım' söylemleri güzel söylemler ancak yaralara merhem olamaz. Farklı ulusal ve kültürel kimlikleri böylesi bir siyasi mücadeleye çekmenin imkansızlığına işaret eden Cop, tarihsel olarak ABD'de sosyalizmin zayıf kalmasında da aynı cemaat faktörün etkili olduğu görüşünü dile getirdi. Cop'a göre Türkiye'de sol ve sosyalistler kimlik sorununu hafife alıyorlar. Cop bugünden yarına devrim yapıp düzen değiştirmedikçe bu konuda bir sonuç elde edilemeyeceğini de vurguladı:
Şu tür beylik laflar hiçbir yaraya merhem olmuyor: 'Onlar da işçi siz de işçisiniz. Hepsinin çıkarı ortak, hepsi sermaye düzenine karşı mücadele etmeli.' Bunlar çok güzel laflar ama gerçek hayatta karşılığı yok. Özellikle farklı ulusal ve kültürel kimlikleri olan kesimleri zaten böyle bir siyasal mücadelede bir araya getirmek çok zor. Belki bir jenerasyon geçmesi gerekiyor. İşin içine kimliksel ayrılıklar girdiğinde bir işçi sınıfı mücadelesi yürütmek de gerçekten çok zor. Tarihsel olarak Amerika’da sosyalizmin zayıf olmasının sebebi de budur zaten. Hep göçmenler üzerinde işçi sınıfının şekillenmesi ve kuşaklar boyunca göçmen işçilerde bir ortak işçi sınıfı bilinci yerine cemaatçiliğin kendi kimliklerinin belirleyici olmasıdır. Kimlik meselesi hafife alınıyor, bunu dile getirenleri de ırkçılıkla suçluyorlar. Bu çok gerçek ve somut elle tutulur bir şey. Siz bugünden yarına öngörülebilir bir gelecekte Türkiye’de sosyalist bir devrim yapıp da üretim araçlarının mülkiyetini kökten değiştirmeyecekseniz eğer -ki öyle bir şey öngörülmüyor- o zaman Afgan, Suriyeli ve diğer iş gücüyle yerli iş gücü arasındaki sürtüşme ve çatışmadan kaçınmak olanaksız.
'Çözüm var. Rusya Suriye ile koordinasyonla 1 milyon 300 bin Suriyelinin dönüşünü sağladı'
Cop'a göre çözüm var. CHP'nin sığınmacıları kavgasız gürültüsüz, itip kakmadan, stratejik bir program çerçevesinde ülkelerine dönmeye teşviği vurguladığını anımsatan Cop, bunun yapılabilir olduğu ve pek çok örneği bulunduğunu belirtti. Cop, Ürdün ve Lübnan'ın yanı sıra Rusya'nın Suriye ile koordinasyonuyla 1 milyon 300 bin Suriyelinin ülkelerine dönülmesini sağladığını anımsattı:
Çözüm var. CHP’nin bir süredir ortaya koyduğu gibi bu insanların kavgasız gürültüsüz, itip kakılmadan stratejik belli bir program çerçevesinde serin kanlı bir şekilde ülkelerine dönüşlerinin teşvik edilmesi. Bu yapılabilir çünkü örnekleri var. Gazeteci Hasan Sivri’nin aktardıklarından öğrendim. Rusya bugüne kadar kendi koordinasyonuyla bugüne kadar 1 milyon 300 bin kadar Suriyelinin ülkesine dönmesine katkıda bulunmuş. Önümüzdeki süreçte Ürdün ve Lübnan’dan 900 bin civarında Suriyelinin ülkelerine dönmesi söz konusu. Fakat Türkiye’de oturup Suriye devletiyle bunu konuşacak, plan program yapacak, kaynağını yaratmaya çalışacak bir iktidar aklı yok.
‘Hedef alınması gerekenler Suriyeliler, Afganlar değil, eleştiri oklarını iktidara yöneltmek gerekiyor'
Cop’a göre, Suriyeliler meselesinde de Afganistan meselesinde de gelenleri düşmanlaştırmak yerine eleştiri oklarını hükümete yöneltmek gerekiyor. Afganistan'a askeri olarak müdahil olmaktan uzak durmak gerektiğini de vurgulayan Cop, Taliban’ın güçlenmesiyle göçün artabileceği ve Türkiye'nin bundan kaçınması gerektiğini söyledi:
Nasıl ki Suriye meselesinde hedefe alınması gerekenler, yani eleştiri okuna maruz kalması gerekenler Suriyeliler değil iktidarsa, Afganistan meselesinde de gelen Afganları düşmanlaştırmak yerine eleştiri oklarını iktidara yöneltmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı’nın Türkiye'nin Taliban'la sorununun olmadığı yönündeki açıklamaları en hafif tabirle talihsiz ve gerçekten de insanın aklında şüpheler uyandırıyor. Afganistan meselesindeki belirsizlikler sürüyor. Şu iki şey arasında bir ilişki olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin Afganistan’da ABD çekilirken aktif rol oynamak istemesi ve Kabil Havalimanı’nı kontrol etmek istemesiyle bir anda kafileler halinde Afganların sınırımızdan Türkiye’ye girmeye başlaması arasında bir ilişki var, çok net. ABD ile Afganların Türkiye’ye gelmesini kabul etmek karşılığında Kabil Havalimanı’nın kontrolünün alınması gibi bir düzlemde bir anlaşma mı yapıldı, yoksa başka bir şey mi var, gerçekten hiçbir fikrim yok. Fakat Afganistan meselesinde ne yapmak gerekiyor, çok basitçe oradan uzak durmak gerekiyor. Yani ortada büyük bir insani trajedi bizi bekliyor. Taliban güç kazandıkça daha da mülteci dalgası yaşanacak. Türkiye bu şekilde kendini ateşe atıyor. Yangını söndürmüş olmuyorsunuz, kendinizi yangına atmış oluyorsunuz. Sadece o yangının size bulaşmasını sağlıyorsunuz. Bu politikanın, Kabil Havalimanı’nı elde tutup asker bulunduracağız gibi birtakım angajmanlara girip bunun da sonucu olarak yüzbinlerce Afgan’ın Türkiye’ye girmesine yol açması gibi bir neticeden kaçınmak gerekiyor.
'Göç konusunda verilmesi gereken yanıtı iktidar vermediği için muhalefet vermek zorunda kalıyor'
Göç konusunda iktidar gereken yanıtı vermediği için işin muhalefete kaldığını belirten Doç. Cop, iktidar AB ile yeni geri kabul anlaşması yapmayı arzularken, Kılıdaroğlu'nun Avrupalı liderlere mesajını açıkça verdiği görüşünde. Cop, AB'nin kendisi için yeni mülteci istemezken, riyakarca rejim değişikliği operasyonlarını desteklediğini ve Türkiye'yi tampon bölge kıldığını anımsatan Cop, Türkiye'deki iktidarın ise Avrupalıların sığınmacılar karşısındaki tutumunun aksine ülkede bulunmasından hoşnut olduğu değerlendirmesinde bulundu:
Göç konusunda verilmesi gereken yanıtı iktidar vermediği için muhalefet vermek zorunda kalıyor. Kılıçdaroğlu açık açık Avrupalı liderleri muhatap alarak onlara yönelik mesajları verdi. İktidar bir sonraki seçime kadar hala Türkiye’yi yöneteceğine göre AB ile yeniden böyle bir düzlemde bir göçmen kabul anlaşması veya Türkiye’yi tampon bölge olarak devam ettirebilecek anlaşmaya varması olası. Bunu yapabilirler ama Türkiye’de iktidarı bunu yapmaktan alıkoyacak olan şey herhalde kamuoyu baskısı olur. Ama Avrupalıların tavrı son derece riyakarca. Suriye’de savaş başladığından beri belli başlı AB ülkeleri Suriye’de rejimin değişmesi için ellerinden geleni yaptılar, silahlı isyanı desteklediler. Afganistan’da zaten NATO vardı, dolayısıyla sadece ABD değil, AB’nin de Afganistan’ın bugün bulunduğu durumda sorumluluğu var. Ama Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz veya Almanya Başbakanı Angela Merkel’in açıklamalarına baktığımda, bize dair şu önemli farkı görüyorum. Orada AB ülkeleri yöneticileri mültecilere karşılar. Fakat Türkiye’de iktidar bu sığınmacıların burada bulunmasına karşı değil, bundan hoşnut. Bunun altını kalın kalın çizmek lazım. Bunun altını çizmediğimiz sürece toplumdaki tepki de çoğu sefalet içinde yaşayan mültecilere yönelmeye devam edecek. Hayır, muhatap onlar değil, bu tepkinin adresi hükümettir. Türkiye’de iktidar bu insanların varlığından hoşnut. Ama Avrupa’da hiçbir lider bu insanları kendi ülkelerinde istemiyor.