Erdoğan: Tek dertleri emperyalistlere şirin gözüküp kendilerine yol verilmesini sağlayabilmek

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında İdlib'de düzenlenen harekata ilişkin açıklamalarda bulundu.
Erdoğan: Tek dertleri emperyalistlere şirin gözüküp kendilerine yol verilmesini sağlayabilmek
2020-03-05 01:49:09   Mettre à jour: 2020-03-05 01:49:09    

Kılıçdaroğlu ile olan şehitler tepesi tartışmasını sürdüren Erdoğan, Türkiye'nin bu tarihi mücadelesini fitneyle iftirayla lekelemeye çalışan kim olursa olsun, haysiyetsizdir, şerefsizdir, alçaktır, haindir. Kılıçdaroğlu, Gazi Mustafa Kemal'in Çanakkale'yi savunduğu zaman İdlib'in de vatan toprağı olduğunu bilmeyecek kadar şuur kaybı içinde diye konuştu.

Sınırda bekleyen sığınmacılara da değinerek video izleten Erdoğan, Avrupa ülkelerini İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni çiğnemekle suçladı.  

Erdoğan'ın açıklamalarından başlıklar şöyle:

Şehitlerimizin şehadetleri mübarek olsun. 

Son olarak İdlib'de rejimin saldırısında hayatını kaybeden 36 askerimizin de aralarında olduğu nice askerimizi toprağa verdik. Hiçbir şehidimizin tek bir damla kanı boşa gitmiyor.

Bin yıldır olduğu gibi bugün de, hiçbir şehidimizin, hiçbir gazimizin tek damla kanı boşa gitmiyor. Bu mücadeleyi hedeflediğimiz şekilde başarıyla sonuçlandırdığımızda, Allah’ın izniyle büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolunda tarihi adımlar atmış olacağız. Tabii bu tablonun anlamını kavrayabilmek için önce vatan nedir, millet nedir, gaza nedir, şehadet nedir, şehit kimdir gibi soruların cevaplarını bilmek gerekiyor. Bu cevapları öğrenmenin yolu da, öyle sıradan eğitimden, kariyerden filan geçmiyor.

Bu soruların cevaplarına ancak yüreğinizde ülke ve millet sevgisi varsa, kalbiniz şehadet özlemiyle yanıyorsa, zihniniz pak ve berraksa vücudunuzun her zerresinde hissederek ulaşabilirsiniz.

'Şehitler tepesi boş kalmayacak' dedim, diyorum, diyeceğim.

15 Temmuz’da milletimiz sokaklarda şehit olurken mücadeleden kaçan, darbecilerin açtığı yoldan gittiği evde kahvesini yudumlayan birine bunları anlatmak elbette zordur.

Dikkat ederseniz, bu tipler bize dönüp Türkiye’nin Suriye’de ne işi var derken, mesela Rusya’ya, Amerika’ya, İran’a, Avrupa ülkelerine asla böyle bir soru yöneltmiyor. Çünkü bunların gözünde ülkelerimizin yürüttüğü mücadelenin zerre kadar kıymeti yoktur. Tek dertleri, buradan bir siyasi çıkar elde edebilmek, emperyalistlere şirin gözüküp kendilerine yol verilmesini sağlayabilmektir.

Kimin nerede olduğunu çok dikkatle takip etmemiz lazım, Bay Kemal'in yeri ne vatandır ne millettir, onun yeri Esad'ın yanıdır.

CHP Genel Başkanının hezeyanlarına cevap vermek gerçekten ağrıma gidiyor. Eskiden beri süren bu tutuma, bir yere kadar, siyasetin cilvesi diyerek tahammül etmek mümkündü. Ama artık, mesele doğrudan istiklalimize ve istikbalimize saldırı noktasına gelmiştir. Kendisi bizi tahrik ettiğini sanırken, aslında ülkemize ve milletimize olan kinini kusuyor. Meydanı yalanlara ve iftiralara bırakmamak için, sizleri ve tüm milletimi bu kişinin hezeyanlarının eziyetine tekrar maruz bırakmaktan dolayı üzüntülüyüm.

Kılıçdaroğlu benden telefon bekliyormuş, çok merak ediyorsan arardın. Bu işin protokol anlayışına da sığmaz. Ben kalkıp seni mi arayacağım? Sen ara, niye aramıyorsun?

Bu zatın gönlünün başka yerlerde olduğunu biliyoruz, Kılıçdaroğlu Esed’in Suriye’de, İsrail’in Filistin’de hayata geçirmeye çalıştığı insansızlaştırma politikasına destek veren bir yerde duruyor.

Zaman zaman, Kılıçdaroğlu’nun ülkemizin Suriye meselesinden Akdeniz’deki politikalarına kadar hayati çıkarlarının söz konusu olduğu hususlarda söylediği sözleri acaba kimler keyifle dinliyordur diye merak ediyorum.

Önümüzdeki fotoğrafa şöyle bir baktığımızda, cevap hemen karşımıza çıkıyor. Mesela Esed, Kılıçdaroğlu’nu tarifsiz bir sevinçle takip ediyordur. Mesela darbeci Hafter, Kılıçdaroğlu’nu alkışlayarak dinliyordur. Mesela, PKK’sından FETÖ’süne kadar tüm terör örgütleri, Kılıçdaroğlu’nu şükranla izliyordur.

Mesela Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için her gün envai çeşit oyunlar sergileyen Amerika’daki, Avrupa’daki, Rusya’daki, İran’daki bazı çevreler, Kılıçdaroğlu’nu takdirle takip ediyordur.

Kılıçdaroğlu ve ekibi ülkemizin birliğine, bütünlüğüne, kardeşliğine saldırıyor; bunu kasıtlı yapıyorlar. Vatanın ne demek, sınırlarının neresi olduğunu bilmeyen, anlamayan, hissetmeyen bir adam cehaletten öte, bir ihanetin içine düşmüş demektir.

Türkiye'nin bu tarihi mücadelesini fitneyle iftirayla lekelemeye çalışan kim olursa olsun, haysiyetsizdir, şerefsizdir, alçaktır, haindir. Kılıçdaroğlu, Gazi Mustafa Kemal'in Çanakkale'yi savunduğu zaman İdlib'in de vatan toprağı olduğunu bilmeyecek kadar şuur kaybı içinde.

Bu zatın ağzından ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini savunma adına tek kelime çıkmazken, her sözü ve tutumuyla, karşımızdakilere destek veriyor. Bu zat, dün de çıkmış kürsüye, o gece neredeydiniz diye soruyor.

Madem merak ediyor, söyleyeyim. O gece bu ülkenin Cumhurbaşkanı sabaha kadar görevinin başındaydı. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, ertesi gün erken saatlerden itibaren de, hiç ara vermeden, Cumhuriyet tarihinin liderler düzeyindeki en yoğun telefon diplomasisini yürüterek görevine devam ediyordu. O gece bu ülkenin Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, diğer bakanları, MİT Başkanı, Savunma Sanayii Başkanı ve diğer tüm sorumluları görevlerinin başındaydı.

O gece Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, diğer tüm komutanlar hepsi istisnasız görevlerinin başındaydı.

O gece erinden en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm mensupları görevlerinin başındaydı. O gece sağlık kurumlarından güvenlik birimlerimize kadar herkes görevlerinin başındaydı.

Kılıçdaroğlu CHP Genel Merkezinde kahve içip televizyon seyrederken, ülkeyi yönetenler, yüreklerindeki acıya rağmen, şehitlerimizin kanlarını yerde bırakmamak için canla-başla çalışıyordu.

Rejiminki ile mukayese edilemeyecek kadar az da olsa elbette bizim de kayıplarımız var. Bizim savaşmayı bilmeyen değil savaşmak istemeyen bir ülke olduğumuzu son operasyonlarımızla ispatladığımıza inanıyorum.

Suriye’de vermediğimiz mücadeleyi kendi topraklarımızda çok daha ağır ve büyük bedeller ödeyerek vereceğimizi görmek için, daha neyi yaşamamız gerekir bilmiyorum. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in, Antalya’nın, Trabzon’un, Erzurum’un, Şanlıurfa’nın savunmasının Afrin’de, İdlib’de, Münbiç’de, Cerablus’da, Aynelarab’da, Telabyat’ta, Rasulayn’da, Kamışlı’da, Kuzey Irak’ta, hatta Libya’da başladığını, hamdolsun, milletimiz biliyor ve verilen mücadeleye sahip çıkıyor.

36 şehit verdiğimiz saldırının ardından mültecilere sınırı açma kararı almıştık. Bu karar uluslararası hukuka uygundur.

Son 30-40 yılda Bulgaristan’dan Kafkasya’ya kadar bölgemizde maruz kalınan zulümler ardından sayıları milyonu bulan kardeşlerimiz ülkemize gelmedi mi? Yine Irak’taki işgal dönemlerinde, Kuzey Afrika’daki karışıklıklar sırasında ülkemize yüzbinlerce kişi yönelmedi mi? Terör örgütlerinin ve zalim rejimin önünden kaçan 4 milyona yakın Suriyeli de aynı şekilde ülkemize sığınmıştır.

Bugün mültecilere sınırlarını kapatan, onları döverek, botlarını batırarak hatta vurarak geri göndermeye çalışan her Avrupa ülkesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni çiğnemektedir.

Bu konuda en insanlık dışı görüntüleri de Yunanistan sergiliyor. Botları şişleyerek batırıyor ve o botların içindeki yavruları ölüme terk ediyor. Halbuki Yunanistan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, bugün kapılarını kapattığı coğrafyada sürgünde kurduğu hükümetle varlığını devam ettirmeye çalışıyordu. Yunan yönetimine, 11 Ocak 1942 tarihli, Hunâ el Kudüs isimli gazetede, Nazi saldırılarından kaçarak Suriye’ye sığınan Yunanlılara yapılan yardımları gösteren bu fotoğrafı özellikle hatırlatmak istiyorum.  Bu fotoğrafta, yemek ve kıyafet dağıtılan Yunanlı erkek ve kız çocuklardan birisi de, belki Miçotakis’in büyük babası veya büyük annesidir.

Türkiye, Yunanistan’ın işgal ve açlıkla boğuştuğu bu dönemde, kendisi de sıkıntı içinde olmasına rağmen, gemiler dolusu gıda yardımıyla komşusuna destek vermiştir.

Hatta aynı dönemde, pek çok Yunanlı, Arap coğrafyası yanında ülkemize de gelerek, savaş bitene kadar huzur ve güven içinde yaşamıştır.

Mültecileri ülkesine sokmamak için, denizde boğmaktan kurşunla öldürmeye kadar her türlü yolu deneyen Yunanlı komşularımız, bir gün bu merhamete kendilerinin de ihtiyacı olabileceğini unutmamalıdır. 

Yunanistan başta olmak üzere tüm Avrupa Birliği ülkelerini, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine uygun şekilde, topraklarına gelen mültecilere saygılı davranmaya davet ediyoruz.

Bunların tek yüzü yok, maalesef birkaç yüzü var. Dürüst davranın ya; verecekseniz verirsiniz, vermeyecekseniz vermezsiniz ama bizi aldatmaya kalkmayın. 40 milyar doları bu işte harcayan Türkiye evelallah bir 40 milyarı daha harcar.

Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü temelinde yeni anayasa hazırlanana, özgür seçimler yapılana ve bu şekilde göreve gelecek yeni yönetimi oluşana kadar, bu göçmen akını devam edecektir. Avrupa ülkeleri şayet sorunu çözmek istiyorlarsa, Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirmeye çalıştığı siyasi ve insani çözüme destek vermelidir.

Bunun dışındaki yaklaşımların tamamı da, zaten yabancı düşmanlığı ve ırkçılık batağında debelenen Avrupa Birliğini kendi değerlerinden biraz daha uzaklaştıracaktır. Faşizmin ayak seslerinin her geçen gün daha fazla duyulduğu Avrupa ülkeleri için, böyle bir durum, gerçek bir felaket anlamını taşıyacaktır. Çünkü tarihi emsalleriyle sabittir ki, böyle durumlarda Avrupa toplumları, en yakınlarından başlayarak önce kendi komşularının gırtlağına sarılmaktadır.

Umudumuz, yaşanan gelişmelerin Avrupa Birliğinin gerçekleri görmesine ve ülkemize gereken desteği sağlamasına vesile olmasıdır.