Erkan Baş: AKP, Türkiye’yi bir polis devletine dönüştürmek istiyor

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, 'Adalet ve Kalkınma Partisi, halkı korkutmak, sokağa çıkan, sesini çıkartmak isteyen, bu iktidara teslim olmayan tüm toplumsal kesimleri baskı altına almak, sindirmek ve korkutmak için Türkiye’yi bir polis devletine dönüştürmek istiyor' dedi.
Erkan Baş: AKP, Türkiye’yi bir polis devletine dönüştürmek istiyor
2021-06-29 16:05:41   Güncelleme: 2022-03-20 00:57:39    

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, TBMM’de haftalık basın toplantısı düzenledi. Baş'ın açıklamaları şu şekilde:

''Bu hafta ne yazık ki temel hak ve özgürlüklerini kullanmak isteyen yurttaşlarımıza dönük şiddet ve zorbalığın belirlediği bir gündemle karşı karşıyayız. Cumartesi günü İstanbul Taksim’de her yıl geleneksel olarak düzenlenen Onur Yürüyüşü için toplanan LGBTİ+ yurttaşlara onlarla dayanışmak için orada bulunan avukatlara, yürüyüşü haberleştirmek isteyen gazetecilere, orada bulunan milletvekillerine hatta o sırada İstiklal Caddesi’nden geçen konuyla hiç ilgisi olmayan yurttaşlara, Cihangir’de kafede oturanlara, evinden olaylara ilişkin ses çıkartmaya çalışan yurttaşlarımıza kadar herkese şiddet uygulandığına tanık olduk.
Bu polis şiddetinin önemli karelerinden bir tanesi bir emniyet görevlisinin ‘Ağzını açanı alırım’ sözleriyle kamuoyuna yansıdı. ‘Artık bunlar sıkça karşılaştığımız görüntüler ve alışmak gerekir’ denildiğini maalesef duyuyoruz. Tam da bu nedenle açık ve net olarak ‘Hayır, biz bu görüntülere alışmayacağız’ diyerek bu haftaki basın toplantımıza başlamış olalım. Adalet ve Kalkınma Partisi, halkı korkutmak, sokağa çıkan, sesini çıkartmak isteyen, bu iktidara teslim olmayan tüm toplumsal kesimleri baskı altına almak, sindirmek ve korkutmak için Türkiye’yi bir polis devletine dönüştürmek istiyor. Biz bunu kabul etmeyeceğimizi ifade ediyoruz. Herhangi bir yurttaşımıza polis tarafından vurulmuş tek bir fiske olsa bile bunun takipçisi olacağız. Özellikle cumartesi günü Türkiye’de bile alıştırılmaya çalışılanın çok ötesine geçen bir polis şiddetiyle karşı karşıya olduğumuzu ve bunun arkasında iktidarın LGBTİ+’lara yönelik açıkça ayrımcı politikalarının vücut bulmuş haliyle karşı karşıya olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.
Anlaşıldı ki Saray, iktidarı kaybetme tehlikesini hissettikçe toplumun direngen kesimlerine yoğun bir şiddet uygulama pratiğini hayata geçiriyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinde bunu gördük. Ülkenin an itibarıyla en büyük muhalefet gücü olan kadınların neredeyse her eyleminde benzer polis şiddetiyle karşı karşıyayız. Derelerine, dağına, taşına, toprağına sahip çıkan köylülerin üzerine gaz sıkıldığı hafızalarımızda. Türkiye’nin neresinde hakkı için, emeği için direnen işçiler varsa bunların karşısına polisin ve jandarmanın dikildiği sayısız örneği biliyoruz.

Cumartesi yaşanan saldırı vesilesiyle hiçbir tartışmaya gerek görmeden açık ve net olarak ifade etmek istiyoruz. LGBTİ+ hakları insan haklarıdır. Hiç kimse ama hiç kimse cinsiyeti, cinsel yönelimi, dini, dili, ırkı nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulamaz. Cumartesi günü onuruyla yürümek isteyen bir LGBTİ+ yurttaşımızın isyanı hepimize kılavuz olmalı. Şöyle diyor; ‘Hepimiz aynı ülkede yaşamıyor muyuz? Aynı okullara gitmiyor muyuz? Aynı iş yerinde çalışmıyor muyuz? Peki neden ülkemin sokaklarında yürüyemiyorum?’ Tam da bu nedenle eşit yurttaşlık mücadelesinde LGBTİ+’larla yan yana duracağımızı bir kez daha ifade ediyoruz.

Cumartesi günkü polis saldırısının bir de gazetecilere dönük bir yanı da vardı.

Görevi toplumsal olayları takip etmek olan bir gazeteciyi, Foto Muhabiri Bülent Kılıç’ı, tıpkı Amerikalı George Floyd cinayetinde olduğu gibi, polislerin yere yatırıp ters kelepçe yaparken boğazına bastırarak nefessiz bırakmaya çalıştığını gördük. Tam anlamıyla cinayete teşebbüstür bu. Gözü dönmüşlüktür. Basının üzerinde kurulmak istenen baskının, sansürün yansımasıdır. Bu iktidar işçilerin, işsizlerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, ezilenlerin, sömürülenlerin sesini çıkarmasını istemiyor, seslerini çıkarmaya çalışanların sesinin duyulmasını istemiyor. Bunun için halkın gerçekleri öğrenme hakkını engellemek, gazetecileri de susturmak istiyor.

‘BU MEMLEKETİN ONURLU BASIN EMEKÇİLERİ VAR’

Zannediyorlar ki baskıyla, şiddetle bütün gazetecileri yola getirebilecekler, kendi yandaş basın organlarında yer alanlar gibi iktidarın maşası olacaklar, mafyaya kuryelik, kirli ilişkilerine arabuluculuk edecekler, gerçekleri manipüle edip yalan söyleyecekler.

Bu memleketin onurlu basın emekçileri var, meslek etiğine sıkı sıkıya bağlı gazetecileri var. Siz basının nefesini böyle kesemezsiniz.

Bugün, bu yaşananları protesto etmek için basın emekçileri İstanbul Valiliği önünde bir araya geliyor.

Bizler de onların yanındayız, her zaman dayanışma içinde olacağız.

‘İKTİDARIN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ APAÇIK ORTADA’

Bu yaşanan şiddet olayı iktidarın iki yüzlülüğünü de apaçık ortaya sermektedir.

Hatırlayacaksınız, George Floyd öldürüldüğünde, onun ‘nefes alamıyorum’ çığlığı tüm dünyayı ayağa kaldırdığında, iktidar mensupları da ‘duyarlılık yarışı’ndan geri kalmamak için sözde üzüntülerini, dayanışma duygularını iletmişti.

Bu kadar duyarlıysanız, söylediklerinizde dürüstseniz, polis şiddetine bu kadar karşıysanız hadi hemen açığa alın o polis memurlarını. Görevi kötüye kullanmaktan, şiddet uygulamaktan haklarında dava açın. Onlara ‘ağzını açanı alın’ diye emir veren, evinin balkonundan ‘içeride çocuk uyuyor’ diye seslenen babayı evinden yaka paça gözaltına aldıran amirler hakkında soruşturma başlatın. Hadi yapın da görelim duyarlılığınızı.
Eşit yurttaşlık diyoruz, yaşam hakkı diyoruz.

Burada iktidarın en büyük saldırılarından birinin de cumhurbaşkanının bir gece yarısı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması olduğunu biliyoruz.

Kadınlar aylardır sokaklarda, meydanlarda, bulundukları her yerde ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz’ diyerek mücadelelerini sürdürüyorlar.

Bu kapsamda biz de TİP olarak parti avukatlarımızla birlikte Danıştay’a yürütmenin durdurulması yönünde dava açmıştık.

Buradan daha önce de dile getirmiştik, Danıştay süreci geciktirmeye yönelik davranıyor, cumhurbaşkanlığının savunmasını bekliyordu.

Sonunda o savunma yanıtı geldi.

Deniyor ki; ‘Cumhurbaşkanlığı kanun gereği tek yetkiliymiş, onun kararnamesiyle her şey yapılabilirmiş.’

Bir de deniyor ki; ‘Bu mesele Türkiye İşçi Partisi’ni ilgilendirmez. Siyasi parti bir şahıs değildir, kendisi sözleşmenin kaldırılmasından etkilenmez.’

Bakın, bu bizim aklımızla alay eder gibi bir cevaptır.

Bir siyasi parti neden vardır?

Bizler neden siyaset yapıyoruz?

Onlar gibi koltuk sevdasıyla, bir yerlerde köşe kapmak için mi siyaset yapıyoruz?

Hayır. Biz tüm yurttaşlar eşit, özgür, adil, barış ve huzur içinde yaşayabilsinler diye siyaset yapıyoruz.

Yurttaşların yarısının yaşamını doğrudan ilgilendiren bir konu bir siyasi partiyi, Türkiye İşçi Partisi’ni nasıl ilgilendirmez?

Tüzel kişilik diye dava açma hakkı nasıl olmaz?

Kimse bizden kadınlar öldürülür, işçiler sömürülür, doğa katledilirken sessiz kalmamızı beklemesin.

‘DANIŞTAY DAHA NEYİ BEKLİYOR?’

Bakın, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının yürürlüğe gireceği 1 Temmuz’a sadece iki gün kaldı.

İki gün sonra kadınların yaşam güvencesi olan sözleşme artık geçerli olmayacak. Danıştay yürütmeyi durdurmak için daha neyi bekliyor?

Kadınların canına mal olacak bu kararı geri döndürmemek için daha neyi bekliyor?

Bu Danıştay üyeleri yürütmeyi durdurmadıkları takdirde bundan sonra şiddete uğrayacak, öldürülecek her kadından sorumlu olacaklarını bilmiyorlar mı?

Bunun yüküyle yaşayabileceklerini mi sanıyorlar?

Saray’ın tepesindeki o tek adama mı güveniyorlar?

O tek adam devrilecek. Onu koltuğundan indireceğiz.

O gün geldiğinde sizlere de hesap sorulmayacak mı zannediyorsunuz?

En temel insan haklarını güvence altına alan İstanbul Sözleşmesi’ni iptal kararına yol verdiğiniz için sizi yargının önüne çıkarmayacak mıyız zannediyorsunuz?

Bakın demedi demeyin. Danıştay’a sesleniyorum. Yürütmeyi derhal durdurun.

Kadınların kaybedecek yaşamları olmadığı gibi, tek bir günleri dahi yok.

Hemen şimdi, yürütmeyi durdurun.

İstanbul Sözleşmesi kadınların uzun yıllar süren mücadelesinin sonunda kazanıldı. Öyle tek bir adamın keyfine göre bu sözleşmeden vazgeçecekleri yok.

Kadınların ataerkiye, şiddete, ayrımcılığa, sömürüye karşı mücadelesi bitmedi, bitmeyecek.

1 Temmuz’da saat 19.00’da Taksim Tünel’de kadınlar İstanbul Sözleşmesi Bizim demek için bir araya gelecek. Türkiye İşçi Partili kadın yoldaşlarımız da tüm kadınları 1 Temmuz’da seslerini yükseltmeye, İstanbul Sözleşmesi’nde inat etmeye çağırıyor.
Burada defalarca söz ettiğimiz, iktidarın akıl almaz işlerinden biri daha yine gündemimizde. Çılgın değil katil proje olan Kanal İstanbul Projesi.

Geçtiğimiz cumartesi günü AKP Genel Başkanı Erdoğan, kanalın üzerine yapılacak köprülerden birinin temel atma törenine katıldı. Bu temel aslında Kuzey Marmara Otoyolu’na ait bir bağlantı yolu için atılıyor. Bir şov yapıyorlar ama şovları bile yalan üzerine kurulu.

Henüz ortada kanal yok ki üzerine köprüsü yapılsın.

Hayali kanala hayali köprü yapıyorlar. ‘Haziran’da temel attık’ yalanını uygulayabilmek için böyle bir tören düzenliyorlar.

Bakın değerli yurttaşlar, Marmara Denizi gözlerimizin önünde ölüyor, müsilaj Ege’ye kadar ulaşmış durumda, büyük İstanbul depremi her an olabilir.

Gözü dönmüş iktidar bu dertlere çözüm üreteceği yerde hâlâ kanal diyor, hala yıkım projeleri üretiyor. Aslında dertleri kanal falan da değil. Parayla yatıp parayla kalktıkları için bu kanal projesi de aslında Saray için bir rant projesi, bir emlak projesi. Tabii dertleri sadece para olunca doğayı katletmeye de hazırlar, yaşam alanlarını yok etmeye de hazırlar, ülkenin onurunu ayaklar altına almaya da hazırlar.

Temel atma töreninde, Kanal İstanbul için şirketlere ödeme yapmayacağını ilan eden muhalefete ne dedi Erdoğan?

‘O parayı sizden söke söke alırlar.’ Bu konuşan bir cumhurbaşkanı mı bir tahsilat mafyası mı, ülkenin menfaatini korumakla yükümlü birisi mi yoksa bir sömürge valisi mi?

Utanç verici sözler bunlar.

Halkın, doğanın yararına olmayan hiçbir iş için beş kuruş para ödemeyeceğiz.

Bugüne kadar bu projelerin peşkeş çekildiği şirketlere el koyacağız, halka ait olan her şeyin üzerine çökenlerden de hesap soracağız.
Bütün bunlar yaşanırken Saray Rejimi ülke kaynaklarını talan etmeye ve emekçinin emeğine göz dikmeye devam ediyor. Bugünlerde Makine Kimya Endüstrisi'nin şirketleştirilmesi ve nihayetinde özelleştirilmesi taslağı meclis gündeminde.

AKP yıllardır özelleştirme adı altında kılıfına uydurulmuş hırsızlığına devam ediyor ancak bu sefer işçi hakkı yemekte çıtayı daha önce çıkarmadıkları bir seviyeye çıkarıyorlar.

Meclise gelen teklifle MKE emekçilerine yalnızca kamu hukukuna tabi olmaktan doğan haklarından feragat değil, aynı zamanda sürgün de dayatılıyor.

Biz yıllardır AKP'nin ülke kaynaklarını sermayedar ortaklarına peşkeş çekmesine şahit oluyoruz ama şunu bilsinler; ne Kırıkkale’deki emekçi kardeşlerimizin emeğinin ne de bu ülkenin tek kuruşunun peşini hesabını sormadan bırakmayacağız.

Yıllarca alın teri döküp biriktirdiği emeğini yok sayıp sürgüne mahkûm kıldığınız emekçi kardeşlerimizle dayanışacak, sizi oturduğunuz koltuklardan onlarla omuz omuza indireceğiz.

Bu talan düzeninin son ürünü olan MKE özelleştirilmesinin Saray Rejimi’nin ortaklarına bir başka kıyağından başka bir şey olmadığını tüm yurttaşlarımızla paylaşmak isterim.

Bu emek gaspına, bu yıkım planına karşı direnen MKE emekçilerinin yanındayız.

LGBTİ+’lar, Kadınlar, emekçiler ve doğanın yanında mafya iktidarına ayrımcılığa şiddete karşı binlerce koldan ses çıkarmamız lazım.

Çalınan haklar, sorulacak hesaplar dağ gibi…

Ama başaracağız çünkü biz alın teriyle yaşayan ve ne halt çevirdikleri bilen kararlı milyonlarız.  İnsanca yaşamda inat ediyoruz ve kazanacağız.

Halkımızı birlikte siyaset yapmaya, sözümüzü büyütmeye çağırıyorum.

Bugünlerde siyaset bazı yurttaşlarımıza siyaset zor ve bunaltıcı gelebilir, çünkü mafyayla, satılmış medyayla kollukla uğraşıyoruz.

Ama bugünleri birlikte atlatıp, zorluklara birlikte omuzlarsak, bu ülkeyi liyakatle, adaletle, dürüstçe yeniden kurarken her şeye değecek.

O günler için bugün direnmemiz gerekiyor ve emin olun, seyirci kalmanın yükü mücadeleninkinden ağırdır.'

Vehaber Menu