TİP Genel Başkanı Erkan Baş, TBMM'de basın toplantısı yaparak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Baş, dün 11 bin 402 TL olarak açıklanan asgari ücrete ilişkin Sözde işçileri temsilen de o masaya en çok üyesi olan konfederasyon TÜRK-İŞ oturuyor. O masada işçileri temsil etme iddiasıyla oturan TÜRK-İŞ geçtiğimiz ay bekar bir çalışanın aylık yaşam maliyeti 13 bin 440 TL diye bir açıklama yaptı. Açlık sınırını ise 10 bin 360 TL olarak açıklayan yine bu TÜRK-İŞ. Dolayısıyla zammın oranını, alım gücünü, etkisini bunları bir kenara bırakıp baksak bile daha birkaç hafta önce 13 bin 440 TL bekar bir işçi için üstelik ancak yaşanabilecek bir rakam diye açıklarken sonra da gidip bu ülkede neredeyse çalışanların yüzde 60’ının aldığı ücret haline gelen asgari ücreti 11 bin 402 TL gibi bir rakamla belirlemeyi kamuoyunun takdirine bırakıyoruz” dedi.
Baş'ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
Can’ı kendi vekili olarak seçen yurttaşlarımızla beraber bu hak gaspına karşı mücadele edeceğiz
Can Atalay’ın milletvekili seçilmesinin üzerinden beş hafta geçti. Ancak saraydan talimat almadan nefes bile alamayanlar Can Atalay’ı esir tutmaya devam ediyorlar. Bu sadece partimizin bir milletvekili dönük bir hak gaspı olduğu için değil Türkiye’deki tüm yurttaşların haklarına dönük bir saldırı olduğu için, TBMM’deki tüm milletvekillerinin birlikte ses çıkarması gereken bir gündem olduğu için partimizin en önemli gündemleri arasındaki yerini korumaya devam edecek. Hatay halkının siyasi iradesine sahip çıkmak ve milletvekilimiz Can’ı hukuksuzca tutulduğu zindandan çıkartmak için mücadeleyi sürdüreceğiz.
Geçtiğimiz hafta Türkiye İşçi Partisi örgütleri, ülkenin dört bir yanında Can Atalay’a özgürlük demek için sokaklardaydı. Ben Samandağ ve Defne ile başladım. Hatay’ın ilçelerini dolaşacağız. Orada Can’a görev, sorumluluk veren, Can’ı kendi vekili olarak seçen yurttaşlarımızla beraber bu hak gaspına karşı mücadele edeceğiz. Geçtiğimiz gün de TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’u konuyla ilgili ziyaret ettim. Devam eden tutukluluğa ilişkin hem partimizin görüşlerini hem partili hukukçularımızın görüşlerini, Türkiye’de anayasa ilişkin çalışmalar yapan saygın hukukçuların değerlendirmelerini, görüşlerini, önerilerimizi, itirazlarımızı kendilerine iletmiş olduk.
Yılda iki kere zam yapılması gayet normal
Biz, bize oy veren tüm yurttaşlarımızla on binlerce parti üyemizle ve Hatay halkıyla beraber siyasi irademize, Anayasa’nın açıkça ayaklar altına alınması karşı duruşumuzla ve Can’ı zindandan çıkarma mücadelesine devam edeceğiz. Somalı, Ermenekli madencilerle, Aladağ’da yanarak can veren evlatlarımızın aileleriyle, Hendek’te bir iş cinayetine kurban giden işçi kardeşlerimizin aileleriyle ve elbette Gezi’de kaybettiğimiz kardeşlerimizin geride kalan yakınlarıyla, sevdikleriyle hepsinin avukatı Can Atalay için mücadeleye devam edeceğiz. Can çıkacak ve yine halkını savunma mücadelesine en kararlı bir biçimde devam edecek.
Dün 2023 yılının temmuz ayı itibarıyla yürürlüğe girecek asgari ücret miktarı açıklandı. Buna göre 11 bin 402 TL olarak belirlenmiş durumda. Öncelikle şu ara zammın bir lütufmuş gibi sunulmasına ilişkin bir çift söz söylemek istiyorum. Bu sanki iktidarın halka, emekçilere bahşettiği bir şey gibi görünüyor. Oysa hatırlanacaktır, AKP’den önce asgari ücret yılda iki kez açıklanırdı zaten. Dolayısıyla ortada böyle bir iktidarın bahşettiği ara zam yok. Tam tersine bu makyajlı enflasyon rakamları bile düşünüldüğünde yılda iki kere zam yapılması gayet normal.
Asgari ücreti 11 bin 402 TL gibi bir rakamla belirlemeyi kamuoyunun takdirine bırakıyoruz
Rakamında kendisine gelince malumunuz bu rakam asgari ücret tespit komisyonu adı verilen bir komisyonda belirleniyor. Sözde işçileri temsilen de o masaya en çok üyesi olan konfederasyon TÜRK-İŞ oturuyor. O masada işçileri temsil etme iddiasıyla oturan TÜRK-İŞ geçtiğimiz ay bekar bir çalışanın aylık yaşam maliyeti 13 bin 440 TL diye bir açıklama yaptı. Açlık sınırını ise 10 bin 360 TL olarak açıklayan yine bu TÜRK-İŞ. Dolayısıyla zammın oranını, alım gücünü, etkisini bunları bir kenara bırakıp baksak bile daha birkaç hafta önce 13 bin 440 TL bekar bir işçi için üstelik ancak yaşanabilecek bir rakam diye açıklarken sonra da gidip bu ülkede neredeyse çalışanların yüzde 60’ının aldığı ücret haline gelen asgari ücreti 11 bin 402 TL gibi bir rakamla belirlemeyi kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
Çalışanların yüzde 46’sı asgari ücretle çalışır hale gelmiş durumda
Bizim değerlendirmemiz, bu ülkede emeğiyle, alın teriyle yaşayan yurttaşın aklıyla dalga geçen bir kepazelik. Bu zammı belirleyenler İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da zaten bir kenara ortalama nüfuslu bir kentimizde gidip yaşayabilecek kiralık bir ev bulsunlar bütün sözlerimizi geri almaya hazırız. Onların asgari ücret diye verdiği bu rakamla insanlar kiralık ev bulamıyorlar. Bakın ev sahibi olmayı geçtim, insanlar büyükşehirlerde bu paraya oturabilecekleri kiralık ev bile bulamıyorlar. Biz asgari ücretle ilgili Türkiye İşçi Partisi olarak asgari ücretin miktarından daha çok Türkiye’de asgari ücretli nüfusunun artışına dikkat çekiyoruz. Normalde asgari ücretle yaşayan insan sayısının asgari düzeyde olması beklenir. Mesela Avrupa ülkelerine baktığımızda bu oranın yüzde 6 civarında asgari ücret aldığını görüyoruz. Bizde ise bir önceki bakanın verdiği rakamlara inansak bile çalışanların yüzde 46’sı asgari ücretle çalışır hale gelmiş durumda.
Taban ücrete ilişkin çalışmamızı partimiz daha önce kamuoyuyla paylaşmıştı
Emekçileri asgari ücretlileştiren asgari ücreti toplumun genel ücreti haline getiren bu politikalar son verilmesi çağrısı yapıyoruz. Asgari ücret rakamını tartışacağız. Ama bundan önce asgari ücretin toplumun genel ücreti haline gelmesini kabul etmediğimizi paylaşmak istiyorum. Asgari ücret, bekar bir işçinin hafif işlerde çalışan, uzmanlık gerektirmeyen, büyük şehirlerde yaşayan, özetle herhangi bir tecrübesi olmayan bir işçinin maaşı olarak düşünülebilir. Bizim önerimiz bunun dışındaki tüm seçenekler için taban ücretlerin belirlenmesidir. Taban ücrete ilişkin çalışmamızı partimiz daha önce kamuoyuyla paylaşmıştı.
Bu iş cinayeti düzeni sona erene kadar Mehmet’in, İbrahim’in, İhsan’ın, Ahmet’in, Fırat’ın da katilleriyle hesaplaşmamız devam edecektir
Ankara Elmadağ’da Makine ve Kimya Endüstrisi’ne ait Barutsan fabrikasında içeride 4, dışarıda 1 işçi kardeşimiz çalışmaya devam ederken yaşanan bu patlama sonucunda hayatını kaybetti. Mehmet Kutlu, İbrahim Özdemir, İhsan Küçükerdem, Ahmet Ünal ve Fırat Elverir kardeşlerimiz, öyle rakamla geçiştirilmesi mümkün olmayan bir iş cinayetinde hayatlarını kaybeden, aileleri, sevdikleri, evlatları, eşleri, anneleri, babaları, onlardan mahrum kalmak zorunda bırakılan işçi arkadaşlarımız. Biz bu patlamanın haberi aldıktan hemen sonra Soma’dan, Amasra’dan, Hendek’ten ve nice işçi katliamından bildiğimiz üzere bunun bir kaza olmadığını, Türkiye’de işçilere reva görülenin, fıtrat olanın bu iş cinayetlerinde hayatlarını kaybetmek olduğunu bildiğimiz için Ankara örgütümüz başta olmak üzere olayı araştırmaya gittik. Yerel yöneticilerle, ailelerle ve belediyeyle görüşmenin sonucunda elde ettiğimiz veriler yaşananın basit bir kaza olmadığını bize maalesef gösteriyor. Bu vesileyle ailelere, yakınlarını kaybedenlere bir kez daha başsağlığı diliyorum. Türkiye İşçi Partisi olarak acılarını paylaşıyoruz. Bu iş cinayeti düzeni sona erene kadar Mehmet’in, İbrahim’in, İhsan’ın, Ahmet’in, Fırat’ın da katilleriyle hesaplaşmamız devam edecektir.
Tarikatlara ve cemaatlere yol vermek olan bir anlayışın egemen olduğu ülkede bu çamurdan çıkamayız
Bu iktidar kelimenin tam anlamıyla yaşamı bir cehenneme çeviriyor. Bir taraftan işçileri örgütsüz, güvencesiz, en ağır koşullarda ölümüne üç kuruş para karşılığında çalışmaya mahkûm ediyorlar, bunun sağlanabilmesinin yolu da toplumu alabildiğince dincileştirmesi, tarikatların, cemaatlerin ülkenin dört bir yanını kuşatması. Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa’dan yine acı bir haber aldık. 12 yaşında bir çocuk, bir kardeşimiz bir medresenin yanında asılı halde bulundu. Valilik açıklama yaptı; intihar diyor. Haberlere bakıyoruz, güya kaçak olduğu söylenen medresenin imamı kim? Hangi cemaatin kontrolünde? İçinde kaç öğrenci var? Hepsi biliniyor. Cemaat gelmiş, medresesini kurmuş, çocukları, ailelerini ağına düşürmüş. İmam bile atamış. Herkes her şeyin farkında. Güya kaçak. Gerçekten Milli Eğitim Bakanı’na seslenmek istiyorum. Sizin yönettiğiniz ülkede her köşe başında sözde kaçak medreseler, sübyan mektepleri açılmış. Çocukların akıl sağlıkları, ruh sağlıkları yitiriliyor. Yetmiyor çocuklar can veriyor. Bu memlekette Milli Eğitim Bakanı ne iş yapıyor? Çocuklarını, gençlerini karanlık cemaatlere, ne idüğü belirsiz imamlara, bu karanlığa terk eden, ölümlerden sonra uyduruk soruşturmalar düzenleyen, esas işi bu tarikatlara ve cemaatlere yol vermek olan bir anlayışın egemen olduğu ülkede bu çamurdan çıkamayız.
Bu ülkede Menzil cemaatinin bir özerkliği mi var?
Bu güya kaçak denilen medrese Menzil cemaatininmiş. Bunu herkes biliyor. Bilmeyenler araştırdıklarında kolayca öğrenebiliyor. Açık, çok net bir soru sormak istiyorum. Her Allah’ın günü hak arayan her insanı bölücülükle, teröristlikle itham eden haysiyetsizler cevap versinler bana. Bu ülkede Menzil cemaatinin bir özerkliği mi var? Kendi kanunlarını kendileri mi koyuyorlar? Her gün bu ülkede milyonlarca insan polis sopası altında yaşıyor, onlara işleyen bu kanunlar bu cemaate niye işlemiyor? Ya kimse sormuyor mu, sen kimsin, bu kaçak medreseyi nasıl açıyorsun? Holding üzerine holding kuruyorlar, ihale üzerine ihale alıyorlar. Devlet içerisindeki bütün kadrolar bunlara ayrılıyor. Atamadan atamaya koşuyorlar. Kimsiniz siz ya. Bunlar baştan sona kokuşmuş bir karanlığın ürünü. Saray rejimi, dinciliği, kinciliği körüklemek adına bunlarla iş birliği içerisinde. Bunlardan faydalanıyor, bunlardan faydalanmaya, çalışmaya devam edeceğini hepimiz biliyoruz. AKP gitsin BKP gelsin, isterse Menzilcilerin kendisi parti kursun, biz sonuna kadar bu karanlığın karşısında duracağız. Nasıl ki Enes Kara kardeşimizi unutmadıysak onun mücadelesini ve ismini nasıl yaşatıyorsak aynen öyle devam edeceğiz.
LGBTİ artıların kamusal alanda var oluşu her şeyden önce bir eşit yurttaşlık meselesidir
Onur Haftası’na girdik. Anayasal bir hak olan toplumsal gösteri ve yürüyüşlerin valilikler tarafından tümüyle hukuksuz bir biçimde yasaklandığına tanık oluyoruz. Onur yürüyüşleri yasaklanmakla kalmıyor, gökkuşağını geçin neredeyse gökkuşağının kendisi bir suç unsuru haline getirilmek isteniyor. Nefretten aklını kaybetmiş bir iktidar ve onun aparatlarıyla karşı karşıyayız. Çocukların mezuniyet kutlamalarının fonunda yer alan gökkuşağı bayrakları dolayısıyla okuldaki yöneticilere, öğretmenlere soruşturmalar açılıyor. Görevden almalar yaşanıyor. Barışçıl toplantılar, piknik yapmak ve hatta bir kafede çay içmek isteyen LGBTİ artılar engelleniyor, gözaltına alınıyor. LGBTİ artı kimlikleriyle yaşayan sanat üreticileri, eserleri hedef alınıyor, sansürleniyor. Üretenler kara listeye alınıyor. Buradan tüm yurttaşlara seslenmek istiyorum; LGBTİ artıların kamusal alanda var oluşu her şeyden önce bir eşit yurttaşlık meselesidir. Toplumun bir kesiminin var oluşunun, kamusal alanda varlığının yasaklanması insan haklarına aykırıdır. Yasaklamalar ve baskının ötesinde yurttaşlarımızın doğrudan yaşamını tehdit eden süreçler yaşıyor olduğumuza dikkatinize çekmek istiyorum.”