Öldürülen Sinan Ateş Ülkü Ocakları’nın eski genel başkanıydı ve Hacettepe Üniversitesi’nde doçent unvanlı öğretim üyesiydi.
Ülkü Ocakları MHP’yle ilişkili bir örgüt. Siyasi suikasta MHP’den ve iktidar ortağı AK Parti’den kınayıcı bir ses çıkmayışı eleştiriliyor.
Konuya vakıf olanlara göre, cinayette üstü kapalı tek bir yön bile yok.
Yeniçağ’dan Selcan Taşçı o görüşte olanlardan…
Okuyalım:
“Sinan Ateş cinayeti mutlaka aydınlatılmalı’ diyorlar. / Cinayeti işlemek üzere İstanbul’dan gelen tetikçiler belli. / Cinayeti işleyenlere Ankara’da yol gösterdiği söylenenler belli. / ‘Vur’ emrini verenler belli. / ‘Vur’ emrini verene ‘Vurdur’ emrini verenlere gidecek yolu açacak ‘anahtar’ niteliğindeki bağlantılar belli. / Bu cinayet ‘karanlıkta’ mı şimdi! / Sinan Ateş‘e düzenlenen suikastla alakalı ‘karanlıkta’ kalmış bir şey yok, tersine gözüne far tutulmuş tavşan körlüğü var!” [Siyahlamalar yazara ait.]
Herhalde yazılıp söylendiği gibi gizli kapaklı yönü bulunmayan türden bir suikasttır bu.
Ancak yine de biraz dikkatli olmakta yarar var.
Türkiye, Osmanlı döneminden bu yana, siyasi suikastlara hep sahne olmuştur. 1990’ların başından itibaren tanık olunan eylemler de, eskiler gibi, toplumu derinden etkilemiştir.
Listeye alınması gerekecek başka eylemler de var ama en önemlilerini hatırlatmakta yarar görüyorum:
Prof. Muammer Aksoy‘la (31 Ocak 1990) başlayıp Çetin Emeç (7 Mart 1990), Doç. Bahriye Üçok (6 Ekim 1990), Uğur Mumcu (24 Ocak 1993), Prof. Ahmet Taner Kışlalı (21 Ekim 1999), Doç. Necip Hablemitoğlu (19 Aralık 2002), Hrant Dink (19 Ocak 2017) ile devam ederek günümüze ulaşan bir dizi siyasi suikast…
Her biri meydana geldiği dönemin dengelerini değiştirici etkilere sahip siyasi cinayetler bunlar…
Ortak bir özellikleri de var: Herbirinin ardından ‘olağan şüpheli’ birileri fail olarak gösterilmiş, hatta tutuklanmış ve yargılanıp mahkum olmuş ise de, yargılanıp mahkum edilenlerin ‘gerçek failler’ olduğu konusunda hep kuşku duyulmuştur.
Listede sondan bir önce yer alan eylemin başına geleni biliyoruz:
Necip Hablemitoğlu AK Parti’nin iktidara gelmesinin hemen ardından evinin önünde öldürüldü. Aradan 20 tam yıl geçtikten sonra, suikast timinin içinde yer alan birinin itirafları sayesinde, eylemi bir özel timin işlediği yolunda iddialar gündeme geldi.
Tim lideri ve cinayete azmettiren olarak aranırken yurtdışına kaçan Levent Göktaş isimli şahıs, ülkeye iadesi sonrasında çıkarıldığı mahkemede, kendisine bağlı olarak ondan aldıkları emir ve talimatla cinayeti işlediği iddiasına maruz tim üyelerini tanımadığını söyledi.
Rütbesini hatırlatarak… Cinayet öncesi keşif yapan ve cinayet günü tetiği çeken kişiler, tim üyeleri, düşük rütbeli asker kişilermiş…
İnkarla sonuç alabilecek mi bakalım?
Oysa savcılık iddianamesinde, suikastla FETÖ diye adlandırılan yapı arasında albay rütbeli o kişi sayesinde irtibat kurulabilmişti.
Suçlanan tim liderinin, kendisine yakın birini ortadan kaldırmayı amaçlamış bir cinayeti o yapılanma ile eşgüdüm halinde işlettirmesi düşünülmeyecek bir ideolojik tersliğe sahip olduğu biliniyor…
‘Olağan şüpheli’ sınıfına girmiyor o yüksek rütbeli şahıs. ‘Olağan şüpheli’ olabilmesi için, arasında irtibat kurulan yapıyla değil cinayet kurbanı ile ideolojik tersliğe sahip olması gerekiyor; oysa şahıs cinayet kurbanı ile aynı ideolojiyi paylaştığını söyleyerek kendisini savunuyor.
Savunma tarzı, Hablemitoğlu suikastı ile FETÖ arasında kurulan irtibatı zayıflatıyor, hatta irtibatı ortadan kaldırdığı bile söylenebilir.
İrtibat -veya yakın zamanın ürünü bir deyimle ‘iltisak’– devletin istihbarat örgütünün bir elemanı olduğu bilinen, FETÖ üyesi olmaktan yargılanıp mahkumiyet almış ve halen cezaevinde yatan bir kişi ile suçlanan albayın yolunun kesişmiş olması sayesinde kurulabiliyordu.
MİT elemanı olan FETÖ sanığı, kişiliği ve ilişkileri itibariyle MHP ve Ülkü Ocakları’na da yakın bir kişi. Vaktiyle MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’e danışmanlık yaptığı biliniyor.
Sinan Ateş suikastına tepki vermesi beklenebilecek yerlerden, üzerinden geçen birkaç gün boyunca tatmin edici bir ses yükselmemesinin sebebi, Hablemitoğlu suikastında olduğu gibi, eylemde adı geçenler ile ilk görünenin ötesinde farklı bir yapıyla ilişki aranması olabilir.
Aranınca bulunabilir de.
‘İltisak’ sözcüğü böyle işlere yarıyor çünkü.
Şu sıralar içişleri bakanlığı böyle bir arayışı başlatmış olabilir.
Geçmiş siyasi suikastların her biri, meydana geldiği dönemde, ülkenin o sırada içinde bulunduğu atmosferi değiştirmeye yaramıştı.
En çarpıcı örnek Uğur Mumcu suikastıdır.
O suikasta kadar birbirine ters görüşlerin bir arada var olabileceği yönünde bir zemin ülkede oluşmaktayken ve Mumcu da şahsen o ortama katkıda bulunabileceği görüntüsünü tavrı ve yazılarıyla verirken, onun hayatına kast edenler, ortamı bir çırpıda gergin hale getirmeyi ve ardından da siyaseti çatışmacı bir zemine sürüklemeyi başarmışlardı.
Deniz Baykal‘ın CHP lideri olarak partisini daha geniş kitlelere sempatik hale getirme arayışı, Mumcu suikastı ile birlikte bıçak gibi kesilmişti.
‘İyi saatte olsunlar’ zamanı ve zemini uygunsuz halden çıkarıp uygun hale getirmeyi iyi bilirler.
Siyasi suikasta kurban giden Sinan Ateş’le ilgili ne biliniyor?
Bir zamanlar Ülkü Ocakları genel başkanı olduğu ve Ülkücü Camia üzerinde hala etkisi bulunduğu…
Hacettepe Üniversitesi’nde doçent olduğu…
Bilinen bu özelliklerinden hareketle suikast çözümlenmeye çalışılıyor.
Eski eylemler örnek alındığında, esas üzerinde durulması gereken, bilinenlerin ötesinde özellikler olmalı.
Şu aşamada tek söyleyebileceğim, cinayetin tam anlamıyla ‘siyasi’ bir eylem olduğu ve bu eylemi planlayanların onunla siyasi sonuçlar elde etmeyi amaçladıklarıdır.
Ne tür sonuçlar?
Yakında öğreniriz.
[Sinan Ateş’e Allah’tan rahmet, ailesine ve mücadele arkadaşlarına sabırlar diliyorum.]