Geri dönüşüm ünitesi var ama içinde mama yok!

Belediyelerin hayvanlara yiyecek için birçok noktaya koyduğu geri dönüşüm ünitelerinin takibi yapılmıyor. Ünitelerde ya mama yok ya da suları çamur ve izmarit içinde.
Geri dönüşüm ünitesi var ama içinde mama yok!
2020-08-11 06:40:55   Mettre à jour: 2021-09-05 00:13:37    

Birçok ilçede hayvanlara yiyecek için konulan geri dönüşüm ünitelerinin takibi yapılmıyor. Ünitelere atık atıldığında birçoğunun içerisinde mama yok ya da suları pislik içinde.

Geçtiğimiz günler İstanbul'un Avcılar ilçesinde belediyeyi arayan bir hayvan hakları savunucusu geri dönüşüm ünitesinde mama olmadığını ve suyun pislik içinde olduğunu belirtti. Belediye "Olay yerine birazdan gelip inceleyeceğiz" yanıtını verirken ertesi gün yapılan kontrolde geri dönüşüm ünitesinde yine mama olmadığı tespit edildi.


BELEDİYELER GÖSTERİŞ Mİ YAPIYOR?

Geri dönüşüm ünitelerinin kontrol edilmemesi "Belediyeler bunları gösteriş için mi koydu?" yorumlarına neden olurken hayvan hakları savunucuları belediyelerden geri dönüşüm ünitelerinin durumunu takip etmesini istedi.

 

Diğer yandan Birikim Dergisi'nden Mine Yıldırım geri dönüşüm üniteleri ile ilgili bir yazı kaleme aldı, o yazı şöyle;

Pet şişe atıldığında geridönüşümle sokak hayvanlarına mama veren sistemlerin tanıtılmasında, bu kadar beğenilmesinde beni endişelendiren bir şeyler var. Sistemin İstanbul'da ve başka büyük şehirlerde hayvan toplama-zehirleme-öldürme sabıka kaydı kabarık belediyeler tarafından da kullanılıyor ve reklamının yapılıyor olması endişelerimi arttırıyor, ama yine de bunu talihsiz bir tesadüf olarak kabul edip biraz daha eşelenmek istiyorum:

Öncelikle söz konusu sokak hayvanı bakımı olduğunda, bunun gibi vatandaş katılımını teşvik ederken işin idari icraat kısmını gizleyerek merkezileştiren uygulamaların, geri dönüşüm dünyasının bireyselleşmiş ve tüketim-sonrası odaklı çevre ve ekolojik dönüşüm tahayyülünü kuvvetlendirmekle kalmayıp; sokak hayvanını beslemeyi yönetimsel, idari ve düzenlemeye tabi bir icraat olarak gösterdiğini düşünüyorum. Amerikan tipi bir oyunlaştırmayla hayvan beslemeyi öğretmeyi amaçlayan bu mekanizmaların belediye eliyle yerleştirilmesi, kökeninde bir idari-yönetimsel icraat olması ne anlama geliyor?

Oysa mesken tuttuğumuz coğrafyada sokaktaki hayvana, hanede pişen yemeği vermek de var, yemeğin fazlasını atmak yerine içine ekmek doğrayıp kapının önüne koymak da! Evdeki yemeğin fazlasını ya da kalanını kapının önüne çıkaran, yoğurt kabına su doldurup ağaç gölgesine bırakmanın yanında, jeton atınca gösteri yapan bir lunapark oyuncağı gibi, pet şişeyi atınca hayvana birkaç top mama ikram eden makinenin lafı mı olur?

İstanbul'da köpekleri besleyen herkes bilir, ne kadar aç olurlarsa olsun, birkaç lokma yuttuktan sonra hayvanın yemeğe ara verip başını uzattığını, insandan biraz yakınlık gördükten sonra yemeğine devam ettiğini. Hal böyleyken, çevre ve şehir doğası tahayyülü geridönüşüm ideolojisiyle örselenmiş bir ilişki zemininde hayvana besin vermeyi otomatikleşmiş bir temaşaya dönüştüren bir mama makinesi, İstanbul'da yüzyıllardır mahallenin ve cemaatin parçası sayılmış olan, itlaf ve tehcir fermanı yakın zamanda bir kez daha imzalanmış sokak köpekleri için ne anlam ifade ediyor?

Gelenek ve tarih çığlıkları, bugün Türkiye'de yalnızca iktidarın, geleneğe dahil görmediğini hiçe saymasını, yok etmesini meşru kılan bir söylemsel aygıt olmanın ötesinde; yerleşik ilişkilenme biçimlerini geçersiz kılan, imha eden, alenen taciz eden ve dışlayan, gelenekten arındırmak istediğini linç, küfür, hakaretle yıldıran bir çok sesli, hatta çokkültürlü koroya çoktan dönüşmüş durumda. Oysa bu coğrafyadaki geleneğin ve tarih içinde et suyuna yapılan çorbanın fazlasına ekmek ufalama, kasap reyonunun en ucuzu çorbalığını, ciğerini ve kemiğini alma da var.Komşusu açken tok yatmamak, diyemeyeceğim, insanlar arasındaki ilişkinin, dayanışma biçimlerinin tümü, tamir edilmesi çok güç yaralar almış durumda; ama evi olmayanın, sokaktakinin, yani hepimizin komşusu olanın kursağını kendisininkinden ayrı görmeyen, onun yediği yemeğin kendisinden eksiltmediğini düşünmek de geleneğin bir parçası. Gelenek derken neyin iktidara ve toplumun kendine biçtiği kadarına mal edildiğini, tarih derken kimin, hangi tarihine sahip çıkıldığını; gelenek ve tarih çığırtkanlığına karşı dururken toptan kaybetmek üzere olduğumuz başka şeyler olduğunu bir durup düşünmek gerekiyor.

Sokaktaki köpeğe duyduğumuz merhameti, sevmesek de zarar görmesini istememeyi, sahipsiz, düşkün, sokakta olanı koruma duygusunu yavaş yavaş korkulara, temel bir eksikliğe işaret yapay endişelere ve histerilere (ya ısırılırsam, ya çocuğumu yerse, ya kuduz olursam? vs), tuhaf şehir efsaneleriyle bezeli fantezilere, ama daha çok iktidar eliyle ruhumuzun dibine ekilen "mutenalaşmış şehrin müstesna insanları" kimlik kırıntılarına teslim ededuralım. Ama bu arada, başka tarihsel birikimlerden, pratiklerden aparttığımız uygulamaların (bu örnekte hayvanla insan arasındaki besleme ilişkisini belediye eliyle taşeronlaştıran, politik olarak doğru ve doğrucu, geri dönüştürmeyi kutsarken hayvanı da yemleyen uygulamanın)  daha nezih taklitleriyle oyalanır hale geldiğimizi, hayvanla nasıl ilişki kuracağını unutmuş hale geldiğimizi, yolda bir hayvana araba çarptığında, ya da biri mahallenin kedisini köpeğini tekmelediğinde, üzülme-tiksinme-çaresiz hissetme'yle hareketlenen duygusal dünyamızın gözardı etme-geçip gitme-doğa kanunlarına tevekkül etme'ye doğru hızlı sinik savruluşlarında olan bitene müdahale etme yetisini, niyetini, tepkiselliğini  yitirmiş şehirli yurttaşlara döndüğümüzü de görelim.

Sokak hayvanına verilen mama, facebook'ta paylaştığımız sevimli kedi köpek sevgimizi daha da palazlandırdığı, bizi de olan bitenin kötülüğü, karanlığı karşısında ince ve derinlikli bir konuma kendiliğinden sevk ettiği için değil; Türkiye'de hâlâ birlikteliğe ve bir arada yaşamaya, mahallenin bir kısmını gırtlaklamadan, kovmadan, malına mülküne yemeğine el koymadan, yemeğine haset etmeden, başkasının sahip olduğunu çok ve hor görmeden yaşamanın imkanına dair umut verdiği için önemli. Gelenek ve tarih diye beynimize çakılanlara inat, zaten çok uzun zaman önce kaybettiğimiz bir izi hatırlattığı için.

Bugün Türkiye'de, büyükşehirlerde on binlerce aç köpek yemek beklerken, bu geridönüşüm aktivasyonlu makineleri eleştirmek de belki çok anlamsız, artık yeni Türkiye'de buna bile şükreder haldeyiz. Ama yine de, coğrafyanın bütün tarihine, geleneklerine içkin insan-hayvan yakınlığından gelen besleme, bakım, koruma pratiklerini "geride bırakan", yerine batı şehirlerinin hayvan besleme icraatlarıyla harmanlanmış daha şık, bireysel müdahalenin failliğindeki icraatları bu denli benimserken temkinli olmayı öneriyorum. Bu tip icraatları yersiz, aşırı, lüks vs bulduğumdan değil; öne çıkan, genel toplumsal kabul gören bir pratiğin, aslında zaten elimizden alınmış ve yok edilmiş bir birlikteliğin çok daha gerisinde olduğunu söylüyorum. "Ne zararı var?" diye konuşmak yerine, bu düzenlemeyi mümkün kılan, sokak hayvanı-şehirli insan ilişkisinin düzenlenmesine dair biraz eşelenmeyi öneriyorum. Tevekkeli pet şişe atınca köpeğe mama veren bu makineler, İstanbul'da sokak köpeği itlafı sicili hayli kabarık olan Kartal ve Pendik Belediyeleri tarafından semtlerin en görünür yerlerine yerleştirilmiş bile.

Bütün bunlar olurken, her gün bir hayvana tecavüz haberiyle başladığımız güne, açlıktan insan yiyen köpek haberleriyle ara verip; sokak hayvanı bakan-kurtaran insanların (tek kelimeyle "hayvansever işte" diyip geçiverdiğimiz) sanki Türkiye'de en kötü, en korkunç, en gereksiz işle uğraşıyorlarmış gibi horgörü ve hakarete maruz kalarak bitiriyoruz. İstisnasız her günü bu döngüyle yaşayan, hem düşünsel hem de ruhsal olarak çıkış yolu arayan, memlekette yaşama ve hayata tutunma hisleri günden güne zayıflayan yüz binlerce böyle insan var. Türkiye'de sokak hayvanına bakmanın aklın, hayalin, ruhun kaldıramayacağı hasarları var. Kimse, gönüllükle kurulan böyle bir ilişkiye saygı duymak zorunda da değil. Ama bir sokak hayvanıyla ona bakan az sayıdaki insan arasındaki ilişkinin bu hale gelebilmesi için katettiğimiz şiddet-kanıksama-kanunsuzluk yollarından hepimiz geçiyor. Sadece dört ayaklılar değil, onlara bakanlar değil, burjuva duyarlılığı dahilindeki hayvansever değil - hepimiz. İşte bu yüzden, sokak hayvanı Türkiye'de direniş, devrim ve herhangi bir toplumsal dönüşüm tahayyülünün içinde yerini bulmak zorunda.