İşte o yazı:
Bu hafta yazımı Diyarbakır’ın Suriçi ilçesinin kapısı tarihi Dağkapı meydanından yazıyorum. Tarihi Suriçi top ve obüslerle dövülürken tüm Diyarbakır silah sesleriyle inliyor.
''Top ve obüs sesleri tarihi Dağkapı meydanını esir almış bulunuyor. Bu satırları kaleme aldığım saatlerde Cizre’de yeni ölüm haberleri düşüyor ajanslara. Günler öncesinden sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) ihtiyati tedbir başvurusu yapıldı. Mahmeke ihtiyati tedbir talebini reddetti. Reddetme gerekçesinde, “Mahkememiz, vücut bütünlükleri bakımından korumasız durumda olan başvuranların talep etmeleri halinde gerekli bakıma, yardıma erişebilmelerini sağlamak üzere tüm makul adımların hükümet tarafından atılacağına güvenmektedir” denildi.''
AİHM sokağa çıkma yasağı karşısında ihtiyati tedbir almış olsaydı şimdi şu anda Suriçi ve Cizre’de yaşama hakkı risk altında olmayacak ve obüs ve tanklarla şehir bombalanmayacaktı. Ve başvurucuların yeniden başvurabileceğini belirtmektedir. Adeta bir uyarıcı kurum gibi davranmaktadır. Oysa Mahkeme bir uyarı merci değil, bir karar mercidir. Mahkeme görevini unutmuş görünüyor. Avrupa kurumlarının tümü son bir yılda neredeyse suspus olmuş durumdalar. Onca hak ihlaline rağmen kılları kımıldamıyor.
Avrupa neden suspus ve kılları kımıldamıyor? Çünkü göç olgusunun sürmesinden korkuyorlar. Son iki yılda Türkiye üzerinden 600 bin göçmen Avrupa’ya gitti. Bu, Avrupa için büyük bir sorun. Son 4 yılda Türkiye’ye iki buçuk milyon Suriyeli göçetti. Türkiye bu göçlerden birkaç açıdan faydalandı. İlk olarak göçmenler üzerinden Esad rejimini sıkıştırarak uluslararası bir askeri müdaheleye yol açmak istedi. Bunda başarısız olunca iflas olan dış politikasına yedekleme gayreti içine girdi ve Avrupa ilişkilerini göçmen tehdidi üzerinden oluşturdu.
Nitekim 2013’ten başlayarak Avrupa’ya göçleri organize etti. Türkiye üzerinden gerçekleşen tüm göç emniyet ve MİT’in bilgisi ve planlamasıyla gerçekleşiyor. Avrupa’nın tüm gazeteleri Türk hükümetinin DAİŞ ilişkilerini günlerce manşetlerinde yazdılar. Ve DAİŞ Avrupa’nın kalbi Paris’te katliam yaptı. Ve katliamı yapanlar Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçtiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan Ankara’da topladığı Büyükelçilerin önünde bir bildiri kaleme alıp barış isteyen akademisyenleri tehdit etti; ”Bu aydın müsveddeleri hesabını verecek” dedi. Türk hükümeti bir dönemin baba Esad’ı gibi bölgesel ilişkilerini terör üzerinden sağlıyor.
İstanbul’un Sultanahmet meydanında Avrupalı turistleri hedef alan saldırıyı gerçekleştirenin ismi dakikalar sonra hükümet tarafından açıklandı. Ardından ”Saldırgan Türkiye’ye yeni giriş yapmış, takip edemedik” dediler. Oysa haftalardır Türkiye’de olduğu gazeteler tarafından yazıldı. İlgili saldırı Türkiye’ye yönelik değil, hedef Avrupa. Nitekim KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık “Sultanahmet saldırısı MİT’in işi” dedi. Amaç Avrupa’yı terör ve göçmenler üzerinden zapturapt altına almak. Bunu başarıyorlar da… Avrupa Birliği’nin sessizliği ve AİHM kararının Avrupa sözleşmesini bilen ve içtihatlara hakim hukukçular tarafından şaşkınlıkla karşılanmasının nedeni ilgili kararın hukuki değil, siyasi saiklerle alınmasından ötürüdür.
Türk hükümeti tek adam rejimine doğru hızla koşuyor, muhaliflerine ciddi baskılar yapıyor, Kürtleri katlediyor, şehirlerini top ve obüslerle bombalıyor. Hak ihlalleri doruk noktasında ve kendi halkıyla bir savaş yürütüyor. Bu şartlarda Avrupa Birliği Türk hükümetiyle üyelik müzakereleri için yeni fasıllar açtı. Avrupa Türkiye ilişkilerinde adeta bir yeni bahar havası var. Avrupa’nın demokrasi, adalet, hümanizm ve özgürlük değerleri yerlerde sürünüyor. Avrupa sessiz kalarak ve izleyerek Türk hükümetine suç ortaklığı yapıyor!