'Her projeden önce psikoloğa gidiyorum'

Kanal D'nin yeni dizisi 'Camdaki Kız' ile seyirci karşısına çıkmaya hazırlanan Burcu Biricik yeni rolü ile ilgili merak edilenleri anlattı. İşte Hürriyet'ten Hakan Gence'ye konuşan Burcu Biricik'in o açıklamaları...
'Her projeden önce psikoloğa gidiyorum'
2021-03-28 11:18:36   Güncelleme: 2021-03-28 11:18:36    

Yeni dizin ‘Camdaki Kız’ ne anlatıyor?

Gülseren Budayıcıoğlu’nun ‘Camdaki Kız’ kitabından yola çıktığımız bir hikâye. Çocukluklarından itibaren eksik kalmış karakterlerin hayata tutunma çabasını ve dışarıdan bakınca cehennem gibi görünen bir hayatın cennete dönüştürülmeye çalışıldığı bir hikâye göreceğiz.

Sence cehennemler cennete döner mi, ne dersin?

Bir şekilde, her türlü umutsuzluktan umuda evriltmeye çalıştığımız birtakım umutlarımız var! Hâlâ umut var...

Bu sene ekrana iş yapmayı düşünmüyordun diye biliyorum...

Evet, koronavirüs falan varken televizyon dizisi yapmayı hiç düşünmüyordum.

Ne seni ikna etti?

Yapımcımız Onur Bey (Güvenatam), 'Bu hikâyeyi okumadan karar verme' dedi bana. Okudum ve burada güzel bir şey var diye düşündüm. Gerçekten çok enteresan bir iş.
Neydi bu kadar cezbedici yanı?
Canlandırdığım Nalan’ın Polyanna’ya benzer bir tarafı olsa da içinde o kadar farklı travmaları, içselleştirdiği zulümleri var ki... Öyle bir şiddetle büyümüş ki... Çocukluğundan itibaren annesi tarafından önce fiziksel, sonra psikolojik şiddete maruz kalmış. Aslında bir valinin ve emekli bir edebiyat öğretmeninin kızı. Dışarıdan bakınca yalılarda yaşayan, düzgün giyinen, piyano ve bale dersleri almış biri. Özenilesi bir hayatı var gibi. Ama aslında adeta bir fanusun içinde yaşıyor, hayatı asla bilmiyor, annesi tarafından gerçekten kendisine öğretilmeyen hayatı camdan izliyor. Sevgiyle büyümek istiyor ama annesi tarafından asla sevgi verilmeyen bir kız. Beyaz atlı prensini bulduğunu sandığında da bambaşka bir yalnızlığa terk edilen bir karakter.

Sen hiç psikolojik şiddete maruz kaldın mı?

Üniversitenin ilk döneminde bir erkek arkadaşımla buraya giden bir yol olmuştu. Giyinmeme karışmalar, güvensizlikten gelen baskılar, yalancı muameleleri gibi durumlara da maruz kalınca uzamasına izin vermeden bitirmiştim hemen.

Senin de Nalan gibi dışarıdan dört dörtlük duran bir hayatın var. Senin travmaların nelerdi?

Mutlaka benim de perde arkasında ve çocuklukta travmalarım var. Ama bir şekilde hikâyenin doğru tarafında bulundum. Anneannem, dedem, abim, dayım, annem... Çok güzel bir ailenin içinde büyüdüğüm için oradan çok güzel sıyrıldım.

Anne-babanın ayrılığından bahsediyorsun...

Evet ve o dönemki travmalar. Ben çok küçük yaştayken ayrıldılar. Annemle kaldım. Sevgiyle büyüdüm ve o travmalardan kurtuldum. Zamanında 'Şartlar ne olursa olsun bu senin hayatın ve ona göre yaşaman lazım' dedim kendime. Hakikaten de o yara ve eksiklikleri hayatımda tamamladım.

Annen senin kahramanın mı?

Biri annemin hayatını yazmalı ve birileri oynamalı.

Hayatı birtakım eksiklerle başlayıp sonra enteresan, hayat dolu, komik bir karaktere dönen renkli bir annem var. O da gençken dışarıdan cehennem gibi görünen hayatı ailesiyle, çocuklarıyla ve kendisiyle güzel bir noktaya çevirdi. Tek başına, hayatta, ayakta ve mutlu kalmayı başarabilmiş bir kadın. Ama daha fazla ‘spoiler’ vermeyeceğim, bakarsın ileride çekeriz (gülüyor).

Çocuk yaşlarda iş hayatıyla tanışıyorsun sanırım...

Evet, çocuk işçi çalıştırmak gibi değil ama eve katkım olsun isterdim. Antalya’da büyüdüm. Küçük yerlerde çocuklar çırak olarak çalışırdı. Dedem abimi bakkala kalfalığa gönderirdi. Ben de ortaokulda yazları kuaförün yanında çalışıyordum. O dönem saç yapacağımı düşünüyordum, saça çok meraklıydım. Ama kimse bana saç yaptırmadı, sadece bulaşık yıkatıp yerleri süpürttüler. Sonraki senelerde de kafede falan çalıştım.

Annen çalışırken sana deden, anneannen mi baktı? Gördüler mi şöhret olduğunu?

Evet, onlar büyüttü. Dedem ilk iki dizimi görmüştü. Ben ekrana çıkınca televizyonları falan öpüyormuş. Vefat etti. Anneannem kalmıştı ama onu da korona yüzünden kaybettim.

Başın sağ olsun...

Sağ ol, ağustos ayında yaşadık. Ama bir şekilde koronayla da hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz.

Diziniz psikolojik bir hikâye anlatıyor... Sen hiç psikoloğa gittin mi?

Evet, gittim. Önceden bir derdim varsa gitmeye özen gösteriyordum. Ama şu an özellikle oyuncu olmamla alakalı, daha düzenli gitmeye çalışıyorum.

Neden?
Hep tatlış rollerde oynamıyoruz, çok derinliği, ciddi sıkıntıları olan rollere girip günün 20 saatini o karakterle geçirdiğinde günün sonunda bir psikoloğa gidip arınman gerekiyor. Bir de son zamanlarda projelerden önce gidiyorum. Eskiden her projemden önce oyuncu koçuna gitmeye çalışıyordum, şimdi her projeden önce psikoloğa gidiyorum.

Nasıl bir etkisi oluyor?

Tabii oyuncu koçundan öğrendiğim çok güzel şeyler oluyor. Ama işin psikolojisine girdiğinde 'Çocukluğunda bunları yaşamış bir karakterin günümüzdeki yansıması nasıl olur' sorusunun cevabını psikologdan daha iyi öğreniyorsun. Bu sebeple ön çalışmalarımı son dönemde bir psikologla yapıyorum.

Neden son zamanlarda toplum olarak psikolojik hikâyeleri izlemeyi daha çok seviyoruz?

Korona öncesinde sanki at gözlüklerimiz vardı, önümüzde bir ödül maması bulunuyordu ve onlara koşuyorduk. 'Şunu da yapalım', 'Bu krediyi ödeyelim' diyorduk. Koronayla birlikte hayatımızda hiç alışık olmadığımız bir boşluk oluştu. Kendimize dönmeye ve sorgulamaya başladık. Gülseren Hanım’ın (Budayıcıoğlu) kitapları ve dizileri de böyle enteresan bir döneme denk geldi. Bir de, izleyip de kendimizden daha kötü durumdakileri görünce, yalnız olmadığımızı görüp rahatlıyoruz ya da ‘beterin beteri de var’ diye düşünüyor ve şükrediyoruz.

Sence sanat bir şeylerin ilacı olur mu?

Bir masal anlatıcısının 'Toplumun duyduğu şeyler düzelirse toplum düzelir' diye bir sözü var. Bu yüzden dünya sineması olarak anlattığımız şeyler düzelirse toplumda düzelir.
Ege Üniversitesi’nde arkeoloji bölümünde okuyordun, ne oldu?
Son sınıftayım, finallerim kaldı. Puanım oraya yettiği için başlamıştım. ‘Üniversiteye gideceğim ve tiyatroya devam edeceğim’ diye düşünüyordum. Ara ara Van’da gittiğim ve 45 gün süren kazıyı arkadaşlarıma hâlâ anlatıyorum.

Kanal D’de yayımlanan bir oyunculuk yarışmasıyla hayatımıza girdin. Şimdi kanalın önemli yüzlerinden biri oldun. Sence seyirci neden seni bu kadar sevdi?

İnsanlar bendeki inancı gördü, sevdiler ve benimle birlikte anlatmak istediğim hikâyeye inanmak istediler. Ve inanarak, birlikte o basamakları çıkıyoruz.

Kariyerinde yeteneğin dışında güzellik ne kadar etkili oldu?

Başlangıçta güzelliğin etkili olmama ihtimali yok. Sistemin nasıl döndüğünü biliyoruz, zayıfsak, güzelsek hemen o kapı açılıyor. Ama güzellikle sadece kapıyı aralayabiliyorsun. Yapımcının da seyircinin de görmek istediği bir görsel var. Ama o görselden başka bir şeyin yoksa o kapı aralandığıyla kalıyor ve sonra koşup diğer kapıları açamıyorsun. Özellikle yabancı işleri izleyince görüyorum ki bazı şeyler değişmek zorunda. Bu iş güzellikle olacak bir şey değil. Ben güzel bir şey görünce değil, gerçek bir şey görünce inanıyorum. O yüzden gerçekliğe yönelmemiz gerekiyor. Gerçek güzelse güzel olmalı, değilse olmamalı.

Burcu Biricik’in başrolünde olduğu ‘Camdaki Kız’ 8 Nisan Perşembe saat 20.00’de, Kanal D’de başlıyor.

Dizide canlandırdığın Nalan aşkına çok sadık bir kadın. Sen?

Ben de aşkta sadığım. Aile önemli benim için.
Eşin Emre’yle sekiz yıldır birliktesiniz, beş yıldır da evlisiniz... Yakın bir arkadaşının kuzeniymiş sanırım...
Evet ama sadece merhabamız vardı.

Peki onu bir erkek olarak keşfedip nasıl etkilendin?

Ben keşfetmedim, onun beni keşfedesi gelmiş (gülüyor).

Nasıl oldu?

İlk tanıştığımızda 'Ne hoş kız' demiş ama benim erkek arkadaşım vardı. Sonra o kız arkadaşıyla ayrılmış ve yine denk geldik. Erkek arkadaşım olduğunu anlayınca geri basmış. İki sene sonra benim de yalnız bir dönemimde denk geldik ve ilişkimiz başladı.

İmza attıktan sonra neler değişti?

O konuda bir tık şanslı bir evlilik yapmış olanlardanız. Her zaman o uyumu bulmak zor oluyor. Biz hâlâ bir şey izliyorsak birlikte, el ele, diz dizeizliyoruz. Teması da birbirimize olan sevgiyi ve saygıyı da koruyarak devam ettiğimiz, birbirimizle salak salak gülüştüğümüz zamanlarımızdayız. Bunun yanı sıra Emre’yle alakalı olarak söylemiyorum ama bir hayatı iki kişi yaşamak gerçekten zor.

Neden?

Her zaman aynı modda olmuyorsun. Sözgelimi muayyen zamanındasın. Sinirini bir yerlerden çıkarmak zorundasın. Ama sinirim ona değil ve yine de evde sinirlenemiyorsun. Duvarla bağrışacaksam bağrışayım diyorum ama olmuyor.
Eşin aynı zamanda da menajerin. Birlikte çalışmak zor değil mi?
Çok daha zor olur diye tahmin ediyordum. Bir de duygusalım ve işle evliliği karıştırabilirim diye korkuyorum. Birbirimizi hiç yormuyoruz, üzerimizden yükleri alarak çok daha rahat hareket ediyoruz.
Senin için ‘doğallığa övgü’ diye başlıklar atılmış. Hiç vamp, seksi kadın olmak ister miydin?

Yapabilsem neden olmasın? O ablalara da özeniyorum, çok hoşlar. Oradan da biraz olsun, cabbarlık da olsun, erkeklik de biraz olsun... Karakter olarak ne kadar zenginsen o kadar iyisindir.

Röportaja eşofmanlarla geldin...

Sabah 7’de buluşuyoruz diye böyle geldim, sana denk geldi. Ama rahat giyinirim.

Kırmızı halıda tuvaletle dolaşıp dergi kapaklarını süslerken evde seni hep salaş gören kocan için şaşırtıcı olmuyor mu?

Onun payına hiçbir şey düşmüyor. Galalara gidiliyor; makyajlar, fönler, kahkahalar... Eve girdiğim anda yüz yıkanır, bütün günün yorgunluğuyla saçlar açılır, pijama giyilir. Emre’ye düşen posam oluyor.

Naif görüntünün altında eskilerin deyişiyle erkek Fatma’ymışsın...

E, tabii (gülüyor)... Aslında çok bir şey değişmedi ama hayat seni daha çerçeveleyip daha hanımefendi bir noktaya sürüklüyor.

Dişilikle barıştın mı?

Eski röportajlarımıza göre dişilikle daha barışığım. Herhalde bu yaşla da gelen bir şey. Evlilik, işler...
Artık topuklu giyip ruj sürmek senin için çok sorun değil o zaman...
Hâlâ aynı canım, günlük hayatta bunları yapmam, botlarımla, tulumumla geziyorum yine.

Bakınca genel Türk tipinin dışındasın; sarışınsın ve mavi gözlüsün. Genlerin nereden geliyor?

O hepimiz için meçhul. Dedem sadece bir nesil öncesini biliyor. Aile köklerini sorgulama programı çıktığında araştırdım ama kendi köklerime ulaşamadım. Elmalı’da bizim lakabımız ‘Yörük’tü. Hep 'Acaba biz Yörük müyüz' diye düşündüm ama dedem 'Yok, yok, benim babam postacıydı, oradan oraya yürüdüğü için yörük demişler' derdi. Atalarımıza dair bildiğimiz bilgi bu kadar yani.

Instagram’da bir post paylaştın. Şimdiye kadar canlandırdığın tüm karakterler birbirinden farklıymış. Bu kariyerin için özel bir plan mı?

Büyük resme baktığımda bir katalog gibi hepsinin birbirinden farklı olması hoşuma gidiyor. Eskiden senaryoya, rol alacağım isimlere bakarken artık canlandıracağım karakter o katalogda nasıl yer alacak diye düşünüyorum. İşin prodüksiyonu, kazanacağım parayı geri plana atıp o kataloğa farklı bir şeyler eklemek istiyorum.

20’lerde kadınlığı, 30’larda birey olmayı anlıyorsun

Genç oyuncular arasındaki bu arenada nasıl bir mücadele var?

Bir sürü dijital platform açıldı, sayısız işler yapılıyor. Herkese bir noktada ekmek var gibi görünüyor. O yüzden bir savaşa girmiyorum. Kendimle ilgili olarak da istediğim işleri yapıp, istediğim noktaya geldikten sonra çocuk yapabilirim, en değerli üç yılında onun yanında olurum diye düşünüyorum.

İstiyor musun çocuk?

Tabii, artık istiyorum. İkiz hayalim var. Bir kız, bir erkek olsa ne güzel olur.

32 yaşındasın. 30’lar gerçekten bir kırılma yaratıyor muymuş?

Evet, gerçekten öyleymiş. Birçok şeyi sorguladığın bir döneme giriyorsun. 20’lerde kadınlığını fark ederken 30’undan sonra bir birey olmayı anlıyorsun. Otomatik pilotta sürdürdüğün hayatının içinde birden 'Bu konuda neden böyle hissediyorum?', 'O neden böyle?' gibi şeyleri sorgulamaya başlıyorsun. Önce düşüyorsun, sonra o sorgulamalara kendince doğru cevaplar bulmaya başlıyor ve bir şeyleri fark ettiğini anlayıp yön veriyorsun. Ben 30’ları sevdim.