Bizden sonra gelecek nesiller, bilim kurgu filmlerindeki gibi yüksek teknoloji makineler yüklenmiş, uzuvları kendiliğinden çıkan, gözlerine kamera yerleştirilmiş insan-robot karışımı 'sayborg' kuşağı mı olacak?
İnsanlar, biyolojik ve yapay varlıkların melezine mi dönüşecek? Yoksa, daha kısa ya da daha uzun, daha kilolu mu olacağız? Ya da acaba farklı cilt rengiyle farklı yüz hatları, özelliklerine sahip varlıklara mı dönüşeceğiz?
Tabii ki bilmiyoruz, ama bu sorunun yanıtını bulmak için insanların bir milyon yıl önce nasıl göründüğüne bakabiliriz. O dönem 'homo sapiens' (insan) yoktu. Bir milyon yıl önce muhtemelen homo sapien türlerinin farklı çeşitleri vardı. Bunlara, 'homo erectus' (dik insan) ve modern insanlar ile benzerlikler taşıyan ama neandertallerin anatomisinden daha ilkel yapıya sahip olan 'Homo heidelbergensis' (Heidelberg insanı) dahil.
Daha yakın tarihlerde, son 10 bin yıl boyunca insanların uyum sağlaması gereken büyük değişiklikler oldu. Tarıma bağlı yaşam ve mahsuller, bilimin yardımıyla çözdüğümüz bazı sağlık sorunlarına yol açtı. Örneğin diyabet tedavisinde insülin kullanımı. Görünüş olarak da insanlar daha kilolu, bazı bölgelerde de daha uzun oldu.
Danimarka Aarhus Üniversitesi biyoinformatik bölümünde görevli Doç. Dr. Thomas Mailund, vücudumuzun daha az enerjiye ihtiyaç duyması için 'küçülmüş olabileceğimizi' söylüyor. Nüfusu giderek artan dünyada bunun faydasının da görülmüş olabileceğini belirtiyor.
Birçok farklı insanla beraber yaşamak da insanların uyum sağlaması gereken yeni bir koşul olarak doğmuştu. Avlandığımız dönemlerde insanlar arası günlük etkileşim kısıtlıydı. Mailund, bu etkileşimleri sağlayabilmek için farklı yollardan evrim geçirebileceğimizi söylüyor. Örneğin insanların isimlerini hatırlamak çok önemli bir beceri haline gelebilir.
'Biyoloji değil, teknoloji meselesi'
Teknoloji de burada devreye giriyor. Beyne takılacak bir implant insanların isimlerini hatırlamamızı sağlayabilir diyor Mailund ve bunu şöyle anlatıyor:
Beyinde insanların isimlerini hatırlamamıza yardımcı olan genlerin hangileri olduğunu biliyoruz. Bunları değiştirebiliriz. Kulağa bilim kurgu gibi geliyor. Ama bunu şimdi yapabiliriz. İmplant olarak beyne yerleştirebiliriz ama işe yaramasını sağlayacak bağlantıları yapmayı bilmiyoruz. Yakında o da olur ama şimdilik çok deneysel.
Mailund, Bu artık biyoloji meselesi değil, teknoloji meselesi diyor.
İnsanlar vücutlarındaki bazı rahatsızları gidermek için, örneğin kalp pili veya kalça implantı gibi implant kullanıyor. Belki de gelecekte implantlar insanların gelişimi için kullanılacak.
Beyin implantları gibi görünüşümüzün bir parçası olarak görünen alanlara da implant yerleştirilebilir, örneğin farklı renkleri ve görselleri tespit edebilen kameraların bulunduğu yapay gözler.
Tasarım bebekleri hepimiz duymuşuzdur. Bilim insanları bir embriyo içindeki genleri değiştirebilecek teknolojiye sahip. Ama bu tartışmalı bir konu ve hiç kimse bir sonraki adımın ne olacağını bilmiyor. Ama Mailund'a göre gelecekte belki de bazı genleri değiştirmemek 'etik bir sorun olarak' görülecek.
Bununla beraber, bir bebeğin özellikleri hakkında tercih yapılması da bir seçenek olarak gelebilir, belki de insanlar ebeveynlerinin onların görünmesini istedikleri gibi görünecek.
Yine de bir seçim olacak, şimdiki yapay bir seçim. Köpek cinslerine yaptıklarımızı insan soylarıyla yapacağız diyor Mailund.
Bunların hepsi kuramsal meseleler ama demografik trendler bize gelecekte nasıl görüneceğimizle ilgili ipucu verebilir mi?
Demografik trendler ne gösteriyor?
Ekosistem ve çevreyle ilgili konularla ilgilenen 'Grand Challenges in Ecosystems and the Environment' adlı girişimde görevli Dr. Jason A. Hodgson şu yorumu yapıyor:
Bundan bir milyon yıl sonrasını öngörmek tamamen bir spekülasyon olur. Ama genetik farklılıklar hakkında bilinenler ile demografik değişimin ilerleyişine dair modellemeleri birleştirerek biyoinformatik aracılığıyla daha yakın geleceği öngörmek tabii ki mümkün.
Dünya genelinde insanların genom yapılarına dair örneklere sahip olan genetik bilim uzmanları, artık genetik değişimler ve insan nüfusunun yapısına ilişkin gelişmelere dair daha geniş kapsamlı bilgilere sahip.
Genetik varyasyonların nasıl gelişeceğine dair kesin bir öngörüde bulunamıyoruz ama biyoinformatik alanında uzmanlaşan bilim insanları bir fikir edinebilmek için demografik trendleri inceliyorlar.
Hodgson, şehir ve kırsal alanların insanlar için giderek daha çok farklılaşmaya neden olacağını öngörüyor:
Bütün göç kırsal alanlardan şehirlere doğru yapılıyor yani genetik çeşitliliğin şehirlerde arttığını, kırsal alanlarda da azaldığını görüyorsunuz. İnsanların yaşadığı hatlar boyunca farklılaşma görebilirsiniz.
Dünya geneline göre durum değişebilir. Ama örneğin İngiltere'de kırsal kesimlerde çeşitlilik daha az. Britanya'da uzun zamanlar varlık gösteren soylar daha ağırlıkta. Şehirlerin oluştuğu yerlerde ise göçmen nüfus fazla.
Bazı topluluklar arasında doğum oranları da farklılık gösteriyor. Örneğin Afrika'da nüfus hızla artıyor; dolayısıyla buralardaki genler de küresel nüfus seviyesine göre daha hızlı artıyor. Daha açık tenli toplulukların yaşadığı bölgelerde doğum oranları daha düşük. Hodgson, cilt renklerine bakıldığında küresel olarak daha koyu renkli nüfusların artacağı öngörüsünde bulunuyor:
Koyu tenin küresel olarak daha açık tenlilere oranla daha hızlı arttığı neredeyse kesin. Bundan birkaç kuşak sonrası ortalama bir kişinin şimdikinden daha koyu ten rengine sahip olmasını bekleyebiliriz.
Peki ya uzayda neler olabilir? Eğer insanlar Mars'ı sömürge haline getirirse bizim görüntümüz nasıl evrimsel dönüşüme uğrayabilir?
Yer çekiminin düşük olmasıyla vücudumuzdaki kasların yapısı da değişebilir. Belki de kollarımız ve bacaklarımız daha uzun olacak.
Daha soğuk, Buzul Çağı benzeri bir iklimde, neandertaller gibi vücut tüylerimiz daha yoğun, bedenlerimiz daha kilolu olur mu?
Bilmiyoruz. Ama insanların genetik varyasyonları kesinlikle artıyor.
Hodgson, dünya genelinde insan genomlarındaki 3,5 milyar baz çiftten her birinin, her yıl en az iki yeni mutasyon geçirdiğini söylüyor. Bu hayli şaşırtıcı bir durum. Bundan bir milyon yıl sonra hala aynı görünüme sahip olmamızın da neredeyse imkansız olduğunu gösteriyor.