İsmail Saymaz:12 Eylül zorbalığı, AKP'den daha tutarlıdır!

Radikal muhabiri İsmail Saymaz, 'Ali İsmail / Emri Kim Verdi?' kitabıyla öldürülen üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz ve daha nicesinin yaşadığı polis şiddetine dikkat çekiyor.
İsmail Saymaz:12 Eylül zorbalığı, AKP'den daha tutarlıdır!
2020-08-11 06:40:55   Güncelleme: 2022-03-24 05:32:45    

İleri'den Rıfat Doğan, İsmail Saymaz ile çarpıcı bir röportaj gerçekleştirdi. İşte röportaj;

Bu sekizinci kitabınız. Aslında sekiz kitabınıza bakıldığında neredeyse tamamında polis şiddeti vakası var ve Ali İsmail olayı bunun tepe noktası. Bu son kitabınız bir açıdan iktidarın gerçek yüzünü göstermiş oldu. Oradan başlayalım. Kitap yazma sürecini biraz anlatır mısınız?

Bu kitabı yazmak benim için zor olmadı. Yazılanların yüzde seksenini aslında daha önce yazmıştım. Yaklaşık iki yıllık süreçte bakıldığında buradaki bütün isimler, andığım şüpheliler hakkında zikrettiğim olaylar hakkında hangi bilgiler varsa neredeyse hepsini daha önce yazmıştım. Eninde sonunda bu kitap bu bilgilerin bir manzumesi haline geldi. Bir gazeteci olarak şunu çok iyi biliyorum: Yüzü aşkın haberi yapmışımdır. Ama bir okurun bu yüzü aşkın haberi bir arada okuma imkanı yoktur ve üstelik her bir haberden bütünü okuyamaz. Bir haberden bir parçayı görebilir. Oysa Ali İsmail Korkmaz olayını merkeze alarak Eskişehir’deki Gezi Parkı eylemlerinde yaşanan şiddet olgusunu bir bütün olarak okumanın tek yolu bunu bir kitap haline getirmekti. Hem Ali İsmail Korkmaz’ın şahıs olarak başına gelenleri hatırlatmak, hem Ali İsmail üzerinden Eskişehir’de Gezi Parkı günlerinde neler olduğunu, nasıl hiyerarşik bir devlet şiddetinin gerçekleştiğini açığa çıkarmak, hem de Eskişehir üzerinden Türkiye’de Gezi Parkı’na yönelik resmi ceberrut tutumu yansıtmak gerekiyordu. Kitap bunun için bir fırsat oldu.

İNSANLAR SADECE O ANDA SOKAKTA OLDUĞU İÇİN DÖVÜLDÜ

Kitabı okuyunca aslında Ali İsmail vakası dışında başka polis şiddeti vakaları da yaşandığını görüyorsunuz. Onlara da kısaca değinmek gerekiyor.

Bir sürü vaka var. Aslında ilk vakanın kendisi Ali İsmail’in neden öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Akaki Avaliani Gürcü bir çocuk ve ilk dövülen kişi. İlk dövülen kişi olarak kayıtlara geçiyor. 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece sadece sokakta yürürken Gezi Parkı eylemlerine katılmadığı halde, Türk olmadığı halde o an sadece sokakta olduğu için arkasından koşan bir polisin başına vurduğu copla sağ kolu felç kalan bir genç. Kolu halen felçli durumda. Bu çocuk sokakta yürüdüğü için dövüldü. Üçüncü günün sonunda Ali İsmail’i bulan şiddetin izahını orada aramak mümkün. Demek ki Eskişehir’de devlet güçleri sadece belirli bir saatte sokakta bulundukları için insanları cezalandırdılar. Ne bir suç şüphesi ne de delili. Sadece sokakta bulunmak vardı. Nitekim Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları için yargılanan yüzü aşkın gencin beraat ettiği davada mahkeme gerekçeli kararında bu sanıklardan bazılarının somut suçlarının bile olmadığını, sadece o gün sokakta, hatta başka başka yerlerde sokakta oldukları için bu davada bir arada bulunduklarını iddia etti. Bu da bir delildi.

Ali İsmail’e gelince Ali İsmail ve onu önceleyen, 1’i 2’ye 2’yi 3’e bağlayan gece onlarca genç sokak aralarında pasajlarda sadece kaçtıkları için polisler tarafından acımasızca dövüldü. Bu da şiddetin istisnai ve münferit olmadığını aslında sistematik olduğunu, yukardan aşağıya emirlerle gerçekleştiğini gösteriyor.

Gezi Parkı eylemlerinde öldürülen gençlerin büyük bir bölümü Aleviydi. Ethem Sarısülük, Berkin Elvan ve diğerleri. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birincisi, Gezi Parkı eylemlerine Alevi gençlerin yoğun katılımı nedeniyle meydana gelmiş olabilir. İkincisi, bu eylemlerden bazıları Alevi muhitlerinde meydana geldi. Bundan ötürü olabilir. Ancak polis güçlerinin özellikle bir Alevi öldürmek kastıyla hareket ettiğini düşünmüyorum. Böylesi bir kasıtları yoktur. Tamamen tesadüf olduğunu düşünüyorum. Örneğin Ali İsmail Korkmaz’ın o sokakta dövülmesinin sebebi Alevi olması değildi. Öyle olsaydı Akaki’yi dövmezlerdi. Yani Gürcü Akaki'yi felç bırakan, bunu Alevi olduğu için yapmadı. Dolaysıyla o AKP karşıtı, muhalif olduğu düşüncesiyle dövüldü. Zira yanında Doğukan Bilir adında Alevi olmayan bir genç de dövüldü. Ethem Sarısülük, kurşunla öldürüldü. Ama yanında bir dolu genç vardı. Kimin Alevi kimin Sünni olduğuna kimse bakmadı. O an orada protestocu olduğu için hayatını kaybetti. Ancak burada istisna olan Berkin Elvan ve Abdullah Cömert. Onlar Alevi mahallelerindeki müdahaleler sırasında hayatlarını kaybettiler. Bu iki mahalle yüzde doksan oranında Aleviydi. Dolaysıyla buradaki protestoya müdahale sonucu yaşanan ölümler bu ihtimali belki akıllara getirebilir ama ben de bir Alevi öldürme kastıyla hareket edildiğini zannetmiyorum. Bu anlamıyla meydana gelmiş ölümler değildi.

Nitekim ağır yaralı ve Alevi olmayan yurttaşlarımız var. Elimizde örneğin bir Akaki ve iki İstanbul’da Lobna Allami var. Alevi olmalarından ötürü değil aslında iktidarın karşıtı ve muhalif olmalarından ya da öyle düşünüldüğünden kaynaklı olarak hayatlarını kaybettiler.

GEZİ PARKI EYLEMLERİNDEN SONRA AKP TÜRKİYE'Yİ YÖNETEMEZ HALE GELDİ

Bugün baktığınızda Gezi Parkı eylemleri öncesi Türkiye ile sonrasındaki Türkiye arasında nasıl bir fark var?

Türkiye’de AKP Gezi Parkı eylemlerinden sonra ülkeyi yönetemez hale geldi. O çok güvendiği ve referans verdiği sokaktan doğru bir hareket yükseldi. Sokaktan doğru insanlar daha özgürlükçü, daha eşitlikçi, daha adil bir Türkiye isteklerini ifade ettiler. AKP hükümetinin o güne kadar bir hayalet olarak göstermeye çalıştığı, bir korku unsuru olarak göstermeye çalıştığı Kürtlerden, komünistlerden, Ergenekonculardan ve 'darbeci'lerden farklı bir kitleyle karşı karşıya kaldı. O kadar ki, AKP taraftarları bile ilk 3 günü destekledik demek zorunda kaldılar çünkü hayattan doğru gelen bir itiraz dillendirildi. Şehir hayatından, çevreden, özgürlükten bahsettiler. Bu yönüyle belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki toplumsal hareketler bakımından bir ilktir. Alışagelen işçi sınıfı eylemlerinden, köylü eylemlerinden, sosyalist eylemliliklerinden farklıdır. Bu yüzden çok daha kitleseldir. Kitlesel olmasından bağımsız olarak haklı ve doğru bir yerden itiraz geldi.

AKP GEZİ'DE KABUSU GÖRDÜ

AKP bundan çok korktu. Geldiği yere geri dönmekten çok korktu. O yönüyle Gezi Parkı eylemleri toplumsal mücadeleler tarihi bakımından da bir dönüm noktasıdır. Çünkü insanlar o günden sonra bu ülkede değişimin bir hayalden çok bir ihtimal olduğuna inanmaya, 'evet bu mümkün' demeye başladılar. Bu AKP için de geçerli çünkü Gezi Parkı'nda gördüğü kabusu halen atlatamadı.

Bu eylemler bir birikimin sonucu muydu?

Elbette. Çünkü birden çok sebebi var. Birincisi geniş bir orta sınıfın sokağa çıktığı andır bu. Türkiye’de 81 ilin 79’unda milyonlarca insanın aktif katılımıyla gerçekleşmiş eylemlilikler bütünüdür. Başka sebepleri de var. Onlardan biri bu kesimlerin ağırlıklı olarak oy verdiği partilerin Meclis’te hiçbir kabiliyeti kalmadı. Yasa yapamıyorlar, geçirilen yasaya engel olamıyorlar. Bunlar meclis dışı muhalefete yönelse, meclis dışı muhalefette yer almak da tehlikeli bir hale geldi. Sendika üyesi olmak, baro üyesi olmak veya çevre derneği üyesi olmak tehlikeli bir hale geldi. Erzurum’da HES protestocusu Leyla’nın başına gelenlerin İstanbul’da yaşayan bir vatandaşın başına gelmeyeceği garantisi mi var? Tortum’daki Leyla bunu yaşadıysa herkes yaşayabilir. Böyle düşündüler.

KENDİ KENDİLERİNİ TEMSİL ETMEK İÇİN SOKAĞA ÇIKTILAR

Şehir eylemlilikleri başlamıştı bir yandan, 1 Mayıs’taki protestolar, Emek sineması eylemleri ve başka eylemler başlamıştı. Başka bir şey de şu: İnsanlar yok sayıldı, varlıkları inkar edildi. Bürokraside inkar edildiler. İlk defa Atatürkçü, CHP’li, Alevi diye, şu diye bu diye bürokraside tasifiye edildiler. Tayin terfilerle yok edildiler. Sınava girdiler, soruları çalındı. Sınavı geçtiler mülakatta elendiler. Dolaysıyla, 'o ki temsilcilerim cezalandırıldı, o ki temsili demokrasi kaldırıldı ve ben de kendi kendimi temsil ederim' demekten başka bir çare bırakılmadı onlara ve sokağa çıktılar.

Gezi Parkı eylemleri sonrasında birileri için de bir dönem kapandı. Onlar da Türkiye’deki liberaller. Çünkü onlar yıllar boyunca AKP’den demokrasi bekliyordu. Ama bunun olmadığı görüldü. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tabii Türkiye liberalizmi, 2007’den başlayarak 2013’e kadar devam eden tüm tahlillerinde yanıldı ve tüm tezleri çöktü. Türkiye’ye vaat ettikleri o liberal cennet, İslamcıların çabalarıyla eski Türkiye’yi tarih sahnesinin dışına atarak kuracakları o sahte cennet çöktü. Üstelik üzerlerine çöktü. AKP mensupları ve taraftarları kendilerince doğru bir hamle yaptılar. Bütün kurumlarıyla devlette söz sahibiydiler ve o gücü bir kere ele geçirdikten sonra o güne kadarki müttefiklerin hiçbirine ihtiyaç duymaz hale geldiler. Gerçekten siyaseten doğru bir tercih ve yönelimdi. Ancak bugüne kadar Türkiye’de halkı ikna edecek oy gücü ve referandum yoluyla hiçbir başarı elde edemedikleri için liberaller ta 1977 Ecevit seçeneğinden bu yana Ecevit, Özal, Tansu Çiller ve AKP seçeneğine kadar hep egemenlerden birinin siyasal başarısına atfen ona dayanarak ülkeyi yönetmeye çalıştılar. Bu AKP seçeneğinde son kez denendi. Bir ölçüde başarılı oldu ancak bundan kazançlı çıkan AKP oldu.

 

AKP VE GÜLEN CEMAATİNİN DEĞİRMENİNE SU TAŞIDILAR

AKP, bütün muhaliflerini liberallere temizlettirek, bütün ideolojik ham maddesini oradan temin ederek gücünü pekiştirdi. Bundan başarılı çıktı ve liberalleri de oldukları yere iade etti. Aslında üniversitelerine, aslında kampüslerine o kendilerinden ibaret olan tartışma alanlarına bıraktı ve çekildi. Liberaller Türkiye halkına bir özür borçlu. Büyük bir özür borçlu çünkü 12 Eylül’ün bile denemediği bir karanlığı Türkiye’ye yaşattılar.

12 Eylül, kendi zorbalığını inşa ederken demokrasi getirmekten söz etmedi. Çok daha tutarlıdır. 'Yetmez ama evet' kampanyası ve sonrasında ondan çok önce işsiz kaldığında, polis ve devlet şiddetine maruz kaldığında onlara el uzatan, iş bulan, ekmek uzatan insanlara darbeci ve Ergenekoncu diyerek karalamak pahasına, onları cezaevine tıkmayı göze alma pahasına, AKP’ye ve Gülen cemaatinin zorba ve oligarşik otoritesine su taşıdılar. Onların ömrünü uzattılar. Bu bakımdan büyük bir özür borçlular. Bu ‘ben de büyük bir hata yaptım’ denilerek telafi edilecek bir şey değil. Yanılmışım safmışım denileecek durum değil.