Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle:
Gazeteci Levent Gültekin dün akşam saldırıya uğradı. Saldırıya tepki veren iki kadına yürekten teşekkür ediyorum. Düşüncelerini özgürce yazar, kalemini satmaz, kendi düşüncelerini özgürce ifade eder ama bir gazeteci düşüncelerini açıkladı diye saldırıya uğraması kabul edilemez. Gazeteciye kalkan her el, demokrasiye kalkmış demektir. Kendisi son zamanlarda tehdit aldığını söylüyordu. İnsan Hakları Eylem Planı'nın açıklandığı ortamda bu saldırılar oluyor, saldırıyı yapanlar sokaklarda geziyorsa bu eylem planının bir şeye yaramadığı açıkça görünüyor.
Müyesser Yıldız, İsmail Düker... İkisi de ceza aldılar. Özellikle Müyesser Hanım uzun süre cezaevinde kaldı. Olmayan belgeden ve olmayan devlet sırrından ötürü yargılandılar ve mahkum edildiler. Eylem planının açıklanmasından hemen sonra böyle bir tablo ortaya çıkması acı. Asıl sorgulanması gereken rütbeli olan birisinin kara kuvvetleri istihbarat başkanlığına getirilmesidir ve bunun FETÖ'cü olarak itirafçı olmasıdır. O rütbeyi kim getirdi, kim ona bu makamı tahsis etti? Gazetecilerle uğraşacağınıza bu konularla uğraşın. Birlikte mücadele edeceğiz. Buradan bütün gazeteci arkadaşlara, kalemini satmayanlara selam gönderiyoruz ve diyoruz ki: Siz kaleminizi satmadığınız sürece kimi eleştirirseniz eleştirin biz her zaman yanınızda olacağız. Bizim özgür medyaya ihtiyacımız var.
İnsan Hakları Eylem Planı hazırlandı, uzun uzun okundu. Biz de biliyorduk ki bu eylem planı bir şey doğrumayacak. Az önce örneklerini verdim. Şehir Üniversitesi vardı, ciddi bir akademik kadrosu, öğrencileri var. Biz kapatıyoruz dediler, Marmara Üniversitesi'ne devrettiler. Kimse mağdur olmayacak dediler. Ama Cumhurbaşkanlığı bir kararname yayınladı, çalışanlarla ilgili mülakat yapacağız, başarılı olmayanların işine son verilecek dedi. E hani kimse mağdur edilmeyecekti?
Bir taraftan bunu yaparken öbür taraftan demokrat dünyaya, kendi saygınlığınızı ifade etmek için İnsan Hakları Eylem Planı açıklayacaksınız, buna inanın diyeceksiniz. Biz buna inanmıyoruz bunları yaptığınız sürece.
Ekrem İmamoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. YSK'ya talimat verildi, bir grup hâkim seçimi iptal etti ve yeniledi. Dünya tarihinde olmayan bir kararla... Sonunda 15 binlik fark 800 bine çıktı. Ekrem Bey bu süreçte Karadeniz gezisi yaptı. Ordu'dan VIP'den uçağa binmesi gerekirken, izin vermediler. Bir tartışma çıktı. Vali kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle şikayette bulundu. Bulunur tabii. Sağlıklı bir yargılama olmalı normalde. Şikayetçi valinin 12 tanığı ikişer kez dinleniyor. Asıl mağdur olan Ekrem Bey'in 10 tanığından 4'ü dinleniyor. Ordu Milletvekilini dinleyeceğiz sizi diyorlar, sonra dinlemiyor. Hemen iddianameler hazırlanıyor. Dosyada iki bilirkişi raporu var, o da dikkate alınmıyor. Eğer İnsan Hakları Eylem Planı uygulanıyor ve muhataplarına ulaşmışsa bu davadan süratle bir beraatin çıkması lazım.
Her toplantıda alın terinden, üretimden, huzurdan, birlikte olmaktan, farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmekten söz ederim. Üretim ordusu bizim çiftçilerimizdir. 6 Nisan'da Erdoğan'ın bir açıklaması var. Çiftçilerimiz ekilmedik toprak bırakmayacak diye. Bunu pekiştiren bir açıklama daha var, Tarım ve Orman Bakanı'ndan geliyor: Ürününüz tarlada, etiniz sütünüz elinizde kalmayacak, gerekirse devlet olarak biz alırız. Tam bir sosyal devlet, bu da güzel. Gereği yapıldı mı peki? 3 toplantıdır söylüyorum, gittiğim pek çok yerde ifade ettim. Niğde'de, Nevşehir'de Polatlı'da kuru soğan, patates ambarlarda çürüdü. Niye almadınız? Söz verdiniz. Meraklanmayın tamamını ekin, satamazsanız biz alacağız dediniz. Biz devletin saygınlığı verdiği sözün arkasında durmasıyla ölçülür. Çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, size verilen sözü tutmuyorlarsa sandıkta gerekli dersi vermek zorundasınız bunlara. Biz iktidara geldiğimiz zaman sizin bu devletten, AK Parti hükümetlerinden 210 milyar lira alacağınız var. Faizlerin tamamını sileceğiz. Bunlar tefecilere çalışırlar, biz alın terine, emeğe çalışacağız.
Servisçilerin bir toplantısına katıldım. Onlar da günün 24 saatinde neredeyse çalışıyorlar. Var olan sorunları bize aktarmaya çalıştılar. Plaka tahdidi istiyorlar, haklılar. Çünkü plakaları onların kıdem tazminatı gibidir. Bu onların hakkıdır. Ahmet Özsoy, yönetim kurulu üyesi, 2 örnek olay anlattı: Bir akşam bir üyemiz beni telefonla aradı, ben ailemle arabadayım ve intihar edeceğiz, aylardır kiramı ödeyemiyorum, çoluk çocuğuma bakamıyorum dedi. Elimizden geleni yaptık ve vazgeçirdik., Yine gecenin bir saatinde bir arkadaşım aradı. Saat 11 eve gidemiyorum, çocuklara söz verdim, istediklerini alamıyorum, uyumalarını bekliyorum eve gitmek için dedi.
21. yüzyılın Türkiye'sinde insanları bu noktaya getiren kimdir? Anayasa öngörülen sosyal devletin gerekliliklerini yerine getiremeyenler kimlerdir? Sarayda yaşayanların bir eli yağda bir eli baldayken, 5 kuruş gelir elde edemeyen insanlara kimler yardım edecektir? Sosyal devlet diyoruz, fakirin yanında olan devlettir. Neden yardım yapmıyorsunuz? Bu konuyu da hiçbir arkadaşımın unutmasını istemiyorum. Bir baba çocuklarım uyuduktan sonra eve gideceğim, onlara verdiğim sözü yerine getiremedim diyorsa hepimizin oturup düşünmesi lazım. Kimler yönetiyor bu ülkeyi? Bu kadar derin uçurum nasıl oluştu?
Hayatımızın her alanında kadın var. İnsanlığın gelişmesi, büyümesi, dilimizin öğretilmesi, sevgiyi saygıyı annelerimizden, kadınlardan öğreniyoruz. Kadınlar toplumun 2. sınıf vatandaşı mı? Hayır. Birlikte olduğumuz, eşit olduğumuz bir ortamda hepimizin huzuru, bereketi olur. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayarak yola çıkacağız. Birlikte mücadele edeceğiz. 8 Mart 1857 tam 164 yıl önce New York'ta bir tekstil fabrikasında kadınlar grev yaparlar, haklarını isterler, mücadele ederler. Polis baskını olur, kadınlar fabrikaya kapatılır, kilitlenir yangın çıkar ve hak arayan 120 kadın yanarak ölür. Dolayısıyla daha sonra 16 Aralık 1977'de BM bu günün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul eder.
Kadınlar ne istiyorlar, talepleri ne? Neden kadınların talepleri konusunda toplam ayrışıyor? Kadınların taleplerini birileri işitmek istemiyor. Kadınlar neler istiyor alt alta yazdım, diyorlar ki:
'Biz de güvenceli çalışmak istiyoruz, çalışmak istiyoruz. Üretmek istiyoruz. Alın teri dökmek istiyoruz. Kayıtdışı değil sigortalı çalışmak istiyoruz diyorlar. Bu talep haksız mı? Sonuna kadar haklı. Üretmek kadının da haklı. Sigortalı olmak kadının da haklı. Peki hangi gerekçeyle buna karşı çıkılıyor?
4 Mart'ta Kadıköy'de yolda bir kadın önümü kesti. 'Benim kocam yok, 10 yıldır dulum. 4 tane çocuğum var, Cumhurbaşkanı'na 10 mektup gönderdim bir tane bile cevap gelmedi. Benim bir ricam var, oğlum işsiz ben işsizim ya bana bir büfe verin ya da beni işe alın. Buraya yürüyerek geldim. Her şeyim kapalı, sizden yardım değil iş istiyorum. Benim çalışmam lazım' diyor. Bir kadın 4 çocuğu var yardım istemiyor onuruyla çalışmak istiyor. Hakkı mı, hakkı. Sosyal devletin bunu sağlaması gerekiyor, anayasada bu var. Çalışmak herkesin hakkıdır diyor. Çalışmak herkesin hakkıysa, o hakkı teslim edecek devleti yönetenlerdir. Ben Cumhurbaşkanı'na 10 mektup gönderdim bir cevap alamadım diyor. Alamazsın ki. Saraydan senin sorununla ilgilenen var mı, yok.
Son 1 yılda 571 bin kadın işinden oldu. Büyük bir kısmı da bunların kayıt dışı. Kadın da aksini iddia edemiyor elinde belge yok. İŞKUR'dan iş bekleyen üniversiteyi bitiren kadın sayısı 472 bin. İŞKUR'da bekleyen bütün kadınların toplamı 1 milyon 400 bin. Kadın iş buldu çalıştı, diyor ki eşit işe eşit iş olması lazım. Aynı ücreti yapıyorsak aynı ücreti almalıyız. O zaman harcadığımız emeğin karşılığını alırız. Yüksekokul ve üzeri eğitime sahip olan kadınlar erkeklere göre yüzde 15,8 daha düşük ücret alıyor. Aynı koşulları var, erkek daha yüksek aylık alıyor. Bu oran ilkokul ve altı eğitim gören kadınlarda yüzde 38,6. Kadınlar 'eşit işe eşit ücret' diyor.
Kadınlar iş güvenliği de istiyor. İş kazası dolayısıyla hayatımızı kaybetmeyelim diyor. 2013-2020 yıllarında 965 kadın iş kazasında hayatını kaybetti. Demek ki iş güvenliği yok. Bu talebin yerine getirilip getirilmediğini kim denetleyecek? İlgili Bakanlık denetleyecek. Bakanlık üstüne düşen bütün görevi yapmıyor.
Kadınlar ayrıca örgütlü, sendikalı olmak istiyorlar. Kadınların bu talebi haklı. Örgütlülük her zaman güçlü oluyor.
Kadınlar diyor ki, madem anayasada sosyal devlet var, gereği neden yerine getirilmiyor diyor. Kreş olsun, çocuklarımızı oraya bırakılım gidip üretelim diyorlar. Haklılar. Yerel seçimlerde belediye başkanı adayı arkadaşlarıma, 'yoksul mahallelerden başlayarak kreşler yapacaksınız, anne çocuğunu güveni çinde getirip kreşe bırakacak' dedim. Böylece anne kenti tanıyacak. Onun da gezmeye, alışveriş yapmaya hakkı var. O zaman o çocuğa sosyal devletin her türlü güvenceyi sağlaması lazım. Bu hak yeterince yerine getirilmiyor. O zaman sosyal devlet görevini yapmıyor.
Kadın konukevi... Yasaya göre zorunlu. Ama bugün çok sayıda belediye bu görevi yapmıyor. Kadınlar şiddete uğradıklarında ya da evden ayrılmak zorunda kaldıklarında gidecek yer bulamıyor. 83 milyon nüfusumuz var, ülkemizde kadın konukevlerinin kapasitesi 3 bin 482. 10 bin kadına 1 kişilik yer var. Bu vicdani midir, ahlaki midir? Hayır. Bu konuda yüzlerce şikayet geliyor. Bizim belediyelerimiz yapıyorlar. Ama büyük bir sıkıntı var. Kadınlar şiddetin sonlandırılmasını istiyor. Yasalar var. 6284 sayılı yasa var, ama maalesef gereği gerine getirilmiyor.
Samsun'da şiddete uğrayan kadının görüntülerini sonuna kadar izleyemedim. O küçük çocuğun nasıl kaçtığını, nasıl şaşkınlıkla olaya baktığını, annesine uygulanan şiddet konusunda nasıl çaresiz kaldığını görüyorsunuz. İnsanın vicdanı kabul etmiyor. Sosyal medyanın en büyük yararı bu. Bir görüntü Türkiye'yi salladı. Böyle bir şey yapılır mı? hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir olaydır. Yasaların yerine getirilmesi lazım. Ne demek kravat takınca iyi hal indirimi? Bugün güvenliğinin sağlanmasını isteyen pek çok kadının korktuğunu biliyoruz. Gereğinin yapılması lazım. Kadınlar toplumsal cinsiyet eşitiliği istiyorlar.
Toplumsal cinsiyet eşitiliği konusunda 2008'de çalışmalar yapılmış. Kadını 2. sınıf gören bir anlayışı sonlandırmak zorundayız.
Yoksulluğu bitirmenin temel yolu, aile destekleri sigortasının çıkmasıdır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti 1971 yılında söz vermiş. Kadınların aile destekleri sigortasını istiyoruz, bu konuyu gördüğünüz her siyasetçiye aktarmanızı istiyoruz. Bu sigorta dalının özelliği şu: İster yalnız yaşasın, ister dul olsun, ister çocuğuyla yaşasın... Her birerin asgari gelir güvencesinin olması lazım. Türkiye Cumhuriyeti ben aç kalmayacağım, konteynerlardan yiyecek toplamayacağım deme noktasına gelecek.. Bu sigorta dalının çıkması için biz hazırlıklarımızı yaptık. Yasa teklifimizi hazırladık, parlamentoya verdik, yine veriyoruz. Kadın örgütlerinden isteğim, aile destekleri sigortası konusunda çok daha güçlü olmaları, güçlü şekilde seslendirmeleri. Bu olunca kadınlar 'ben mahvoldum' demeyecektir. İşi yoksa, aile destekleri sigortasından kendisine geçinebileceği aylık bağlanacaktır. Kadın parasını her ay çekecektir. Onun yoksul olup olmadığını da bilmeyecektir. Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecektir. Yani sosyal devlet vatandaşına karşı sorumluluğunu yerine getirecektir.
Çalışmak, üretmek, kazanmak olağanüstü güzel bir şeydir. Bu ayrı bir saygıdır. Bunu yaratmak sosyal devletin temel görevidir. Bir bakanın söylemi: Kadınlar çalışıyor diye işsizlik artıyor. Bakar mısınız? Bu kişi Türkiye Cumhuriyeti devletinde, 21. yüzyılda bakanlık yapıyor. Kadını insan olarak görmüyor. 2. sınıf vatandaş olarak görüyor. Oturacaksın evde ne demek? Bunu kadınların oturmasını istemiyorum. Bu zihniyetin değişmesi lazım.
Bir kanun teklifi hazırladık. Bu, siyasi partiler yasasına girsin ki hepsi uygulasın. Kadın örgütleri dediler ki kotayı neden yüzde 30 yapıyorsunuz yüzde 50 yapmıyorsunuz. Kotayı yüzde 50 olarak hazırladık. Yüzde 50 cinsiyet kotası. Ama listenin sonlarında değil. Kadın milletvekillerimiz bir kanun teklifi hazırladılar. 8 Mart'ta kadın milletvekillerimizle ben de teklifi imzaladım. Teklif, TBMM Başkanlığı'na verildi. Dediler ki kadınlar, 8 Mart, bizim için neden tatil olmuyor? Kadınlar demokrasi istiyor demek. Kadınlar hayatın her alanında eşit mücadele etmek istiyor demek. Kadının seçme ve seçilme hakkı varsa önündeki engellerin kalması gerekiyor.
Kadın kollarımız bir uygulama yaptı. Türkiye'nin neresinde olursa olsun, bir kadın bir sorunla karşılaştığında bir telefonumuz var, oraya telefon edebilir. Bazı barolarla da iş birliği yapıldı. Kadının karşılaştığı hukuki ve psikolojik sorunlar giderilebilecek.
Bir başka konuya geçelim. Geçen grup toplantısında, Kadın milletvekillerimiz kesinlikle diğer kadın milletvekilleriyle konuşsunlar. Biz bunu yaptık, sizden destek istiyoruz desinler.
Yüzde 90 maliyetle bir devlet borçlanırsa ne olur? Bir hükûmet kendi ülkesinde altın veya döviz üzerinden borçlanıyorsa bunun ağır bir maliyeti var. İktisat literatüründe buna ilk günah deniyor. Bununla borçlandığınız andan itibaren günahı işlemiş oluyorsunuz. Neden ilk günah? Çünkü bunun riski çok yüksek. Türkiye öyle bir duruma geldi ki kendi ülkesinde altınla, dövizle borçlanmak zorunda kaldı. 27 Şubat 2019 altın sertifikası çıkardılar, damat o zaman ekonominin başında, altının gramı 223 liraydı. Parası olanlar aldı. Altın sertifikasının ödenme tarihi 24 Şubat 2021. Altının gramı 414 liraya çıktı. Yüzde 85 artış var. Kim ödeyecek? Devlet. Onun üzerine bir de yüzde 4 faiz var. Maliyet yüzde 90’a çıkıyor. Bu ne demektir! Soru şu. Bu parayı kim ödüyor? Hepimiz. Hepimiz ödüyoruz. Elektrik düğmesine bastığınız andan itibaren vergi ödüyorsunuz. Çocuğun altına bez alırken vergi ödüyorsunuz. Kim için bu paralar? Nereye gidiyor bu paralar? Bir avuç insana. Neden bir avuç insan diyorum? Hiç kimse, yüzde 90 bir maliyetle borçlanmaz. Yüzde 90 maliyetle Türkiye Cumhuriyeti devleti borçlanıyor.
Üretimden koparıldı Türkiye. Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda göreceksiniz. Türkiye’nin her karışı bereket olacak. En temel mücadele alanımız işsizlik olacak. Herkesin işi olacak. Herkes üretecek. Saray değil, sarayın beslemeleri değil, Londra’daki tefeciler değil, bu milletin sırtına yüzde 90 maliyet yükleyen değil. Biz kazanacağız. Kadınıyla erkeğiyle yapacağız. Yeni bir anlayışı, adalete dayanan, insana saygı gösteren bir anlayışı, kadın erkek ayrıştırmayan anlayışı Türkiye’ye egemen kılmalıyız. O zaman Türkiye güçlü olacaktır. O zaman birilerinin avucuna bakmayacaktır. Birileri acaba ne söyledi diye kulak kabartmayacaktır, niye telefon açtı niye açmadı, böyle bir arayış içinde olmayacaktır. Devleti yönetenler onurlu insanlar olacaktır, ceplerini değil vatandaşın cebini dolduracaktır.
Erdoğan eline almış mikrofonu. Prompterdan kopmuş, Kimden bahsedecek, doğal olarak benden bahsedecek. ‘Ey ana muhalefet partisinin başındaki adamcağız, sen ne zamandan beri devletin aşılarını parayla sattığını söylüyorsun?’ Hiç öyle bir şey söylemedim. Devam ediyor, ‘Bu ne utanmazlıktır.’ Yalan söyleyenler utanırlar, ben yalan söylemedim, asla öyle bir laf da söylemedim. Bu kişi devleti yönetiyor. Devam ediyor; ‘Sen vatandaş Kemal diye söylüyordun 'sıra bana gelirse aşı olacağım' diyordun, neden gidip aşı oldun?’ E sıram geldi de onun için aşı oldum. Allah akıl fikir versin ne diyeyim. İşte bu zihniyetle devleti yönetiyor!