Sayın Kılıçdaroğlu, önce 31 Temmuz'da yapılan ve 1.4 milyon adayın katıldığı Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda (KPSS) soruların çalındığı iddiası ile başlayacağım; 20 sınav sorusunun Yediiklim Yayınevi deneme sınavlarında birebir yayımlandığı iddiasını DDK soruşturmaya başladı, CHP Milli Eğitim Bakanlığı'nın cevaplaması için soru önergesi verdi. İktidara yakın bir TV programında “KPSS'ye şaibe karıştıranların amacı ne, FETÖ bunun neresinde” diye kara tahtaya yazı yazıldı. Cuma günü ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun bu yayınevinin reklam afişlerinde fotoğrafı olduğu haberi çıktı. Bütün bunlar ne anlama geliyor, neden her işimize hile karışıyor?
Şimdi, Erdoğan ülkeyi tek başına yönetiyor, tek başına karar sahibi. Devlette liyakat kavramının tamamen yok olduğunu biliyoruz. ÖSYM'nin Başkanı'nı oraya getiren kim; Erdoğan, atamayı yapan kim; Erdoğan, ondan izinsiz kimse bir kurumun başına atama yapmıyor. Olay devletteki çürümenin en net şekilde ortaya çıkmasını sağlayan bir olaydır aslında. O kişi o makamda görev yaparken soruların çalınması, bir dershanenin kitapçığıyla aynı olması eğer çok geniş ölçüde kamuoyunun tepkisini çekmeseydi yine kapatılacaktı ama kapatılamaz noktaya geldi ve iptal etmek zorunda kaldılar. Yazılı sınava girip KPSS'de 7'. olan bir kişi sözlüde elenir mi? Ama bu sözlü sınav olayında alan daha dar, kamuoyu çok fazla görmüyor, binlerce, yüzbinlerce kişiyi ilgilendirmediği için bunu kapatıp kendi yandaşlarını alabiliyorlar. Veya üniversiteyi düşünün; akademik kimliğe sahip bir kişi alınacak, gazetelere ilan veriliyor, bir tek adı yok. Hakim ve savcı almak için sınav açıyorlar, nereden alınacak; avukatlardan. AK Parti'nin il başkanlığını yapan, ilçe başkanlığını yapan, partiye üye olan kişiler getiriliyor, savcı ve hakim yapılıyor. Dolayısıyla, ben Milli Eğitim Bakanlığı'nın önüne giderken aslında o bakanlığın arkasında hangi dümenlerin döndüğünü çok iyi bilen biriyim. Erdoğan da biliyor bütün bunları. Şimdi suçlu arıyorlar, suçlu kim?
Üniversitelere hoca seçilirken, bakanlıklara eleman alınırken nasıl tercihler yapıldığını, kişilerin sözlülerde nasıl elendiğini, düşük puan alanlara sözlüde nasıl yüksek puan verildiğini, bunların nasıl kazandırıldığını ve devlete nasıl yerleştirildiğini bilmeyen mi var? Olaya böyle bakmamız lazım, çürüyen bir devlet yapısı var, bunun için de liyakatsiz insanlar bir yerlere getiriliyorlar, onlar da getirildikleri yerlerde büyük hatalar yapıyorlar, çünkü bu hatalar kaçınılmaz, bilgileri birikimleri o makamın gereğini yapmaya yetmiyor. Erdoğan bu KPSS rezaletini kapatamadığı için Devlet Denetleme Kurulu'nu (DDK) harekete geçirmek zorunda kaldı. Pek çok yolsuzluk oldu, DDK harekete geçti mi? Hiç geçmedi, öyle bir kurulun varlığından bile kimsenin haberi yoktu, unutulmuştu.
Madem DDK şu anda denetliyor, o zaman neden ortada bir FETÖ şüphesi dolaştırılıyor ya da böyle bir şüphe yaratılmaya çalışılıyor?
İktidar partisinde en tepeden en aşağıya kadar kimse “Ben suçluyum” demiyor, bir suçlu bulmaları lazım, en rahatı FETÖ. Peki, FETÖ'yle mücadele eden sen değil misin, Bank Asya'nın önünden geçeni hapse attılar, Bank Asya'da üst düzey yöneticilik yapan birini getirip Sermaye Piyasası Kurulu'na en tepe yönetici olarak atadılar, bu nasıl bir mücadeledir akıl alacak şey değil! Samimi olarak düşüncemi öğrenmek istiyorsanız, en tepeden en aşağıya kadar devleti soyulacak bir organ olarak gören bir yapıyla karşı karşıyayız ve bu yapının temel hedefi şu; gidiyoruz, ne götürsek kardır. Bütün felsefe, bütün amaç bunun üzerine inşa edilmiş durumda ve bütün veriler de bunu gösteriyor zaten bize. Meclis tıpkı Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi milli iradenin merkezi olmalı
CHP, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusunun TBMM'de gündeme gelmesi ve hazırladığı yasa teklifinin görüşülmesi için Meclis'in olağanüstü toplanması talebinde bulundu ama AKP, MHP ve HDP katılmadığı için gerekli olan 200 milletvekili sayısına ulaşılamadı. Cumhur İttifakı partileri kadın ve çocuklara şiddetle ilgili konularda da hep olumsuz oy kullanıyor. Sizce bunu neden yapıyor olabilirler?
Erdoğan parlamentoyu zaten işlevsiz hale getirdi, normalde bir kanun çıkarken o kanunu ilgilendiren bütün sivil toplum örgütlerinin ve meslek kuruluşlarının görüşlerinin alınması lazım. Bu öneriler alınmadı veya üstünkörü gazetelerden, oradan buradan derlendi, bir kanun çıkardılar ama bu şiddeti engellemedi. Bir hekimin öldürülmesi üzerine yine toplumda bir infial çıktı, bunun üzerine parlamentoyu olağanüstü toplantıya çağıralım ve bunun önlemini alalım dedik. Fakat gelmediler, çünkü sorunun çözüm adresi olarak Meclis'i görmüyorlar.
Ama gelip Genel Kurul'un dışında beklediler, yani “buradayız ama girmiyoruz” dediler, bunun sebebi ne?
Olur ya birdenbire Meclis toplantısında yeterli sayı bulunursa biz hemen içeri girelim ve görüşmeleri engelleyelim diye bekliyorlar. Komisyonlara sevk edip orada tutmak için. Parlamento, sarayın arka bahçesine dönüşmüş durumda. Meclis nasıl Milli Kurtuluş Savaşı'nda ciddi bir irade ortaya koydu ve Kurtuluş Savaşı'nı verdiyse parlamentoyu yine milli iradenin ana merkezi olarak, demokrasinin öznesi haline getirmemiz lazım. O zaman parlamentoda milletvekilleri özgürce düşüncelerini ifade edebilirler. Devlet şirket gibi yönetilmez oğlunuzu protokole sokmazsınız.
Bu, sağlık çalışanlarına şiddeti önleme konusu bir insanlık sorunu, hayatlar söz konusu. Engellemek için gayret gösterenler şiddetin devamını mı istiyorlar, nasıl değerlendirmeliyiz?
Aslında şiddetle ilgilenmiyorlar, uyuşturucuyla da ilgilenmiyorlar, ailelerde ciddi bir yoksulluk var onunla da ilgilenmiyorlar, dediğim gibi; onların tek amacı var, giderayak biz Türkiye'de ne varsa içini boşaltabilir miyiz, birilerine kaynak aktarabilir miyiz, artık bu amacın görülmesi lazım. Siz devlet nedir bilmiyorsunuz, devlet protokolü nedir bilmiyorsunuz, kendi oğlunuzu getiriyorsunuz devlet protokolünün içine sokuyorsunuz, devlet şirket gibi yönetilmez, şirkette de patron zaten öyle yapmaz. Yani her şey Erdoğan'ın iki dudağına teslim edilmiş vaziyette ve her şeyde büyük bir çürüme var. Kılıçdaroğlu, 2011'de Uludere'deki bombardımanda hayatını kaybeden 34 kişinin ailelerini ziyaret etti. Kılıçdaroğlu, 2011'de Uludere'deki bombardımanda hayatını kaybeden 34 kişinin ailelerini ziyaret etti. “Uludere Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak” demiştin, ne oldu o söze?
Türkiye 20 yıldır AKP iktidarında ve bu süreçte ülkeye maliyeti çok büyük, geri dönüşü olmayan yanlışlar yapıldı ama bu hatalar için özür dileyen çıkmadı. Siz ise tam aksine kendinizin veya partinizin ilgisi olmayan konularda halkla helalleşmek için dolaşıyorsunuz, son olarak Uludere'de helalleşmeye gittiniz. Erdoğan ziyaretinizle ilgili sizi ‘fırsatçılık'la suçladı ve “Bizim öyle bir helalleşme sıkıntımız yok” dedi. Ona nasıl bir cevap verirsiniz?
Eğer parti olarak bir ülkeyi yönetmeye talipseniz, halka söyleyeceksiniz; CHP iktidarında ülkeyi nasıl yöneteceğiz? Hiç kimsenin kimliğini, inancını, yaşam tarzını siyaset konusu yapmayacağız, bu toplumun yaraları varsa, derin travmalar yaratılmışsa, bu konuda aleniyet neyse onu yapacağız. Bunları yapmazsanız ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Haksızlığa uğrayan bir kişinin hakkını teslim etmezseniz ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Toplum paralize olmuş vaziyette, herkes birbirine kuşkuyla bakar hale geldi. Komşunun kimliğini, inancını, yaşam tarzını sorgulamaya başladı. Erdoğan'ın sözlerine gelince… Sen “Uludere Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak” demiştin, bu söz sana ait, ne oldu? Sen verdiği sözü tutmayan birisin, milleti kandırıyorsun. Roboskili (Uludere) aileleri de kandırdın. Ama onlar çok iyi biliyor ki, Bay Kemal bu katliamın faillerini ortaya çıkaracak. İşte helalleşme de o zaman olacak, sen helalleşmenin ne demek olduğunu dahi bilmiyorsun. Ama meraklanma, o aileler kendi ayağına gelen ile kendisini ayağına çağıran arasındaki farkı çok iyi bilir. 85 yaşındaki insan hapse atılır mı Allah aşkına?
Gerçekte var olmayan bir suçlamayla “28 Şubat darbesi” denilerek tutuklanan generallerden emekli Orgeneral Çevik Bir rahatsızlığı nedeniyle serbest bırakıldı, diğer generaller de hasta ve ileri yaştalar, onların da bırakılması gerekmez miydi?
Bırakılır, hepsi bırakılır. Sadece onlar da değil, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş için AİHM kararları çıkmasına rağmen onlar da içerdeler, Türkiye'de hukuk yok zaten, hukuk yok. 85 yaşındaki insan hapse atılır mı Allah aşkına? Kenan Evren gerçek darbe yapmasına rağmen evinde hapis vermişlerdi, bu generallere neden aynı hak tanınmıyor? Yargı ülkede bağımsız değil, yargı bağımsız olsa bu rezaletlerin hiçbiri olmaz zaten, yargı bağımsız olsa 80-85 yaşındaki insanlara en kötü ihtimalle ev hapsi verilirdi ama talimatla dava açılıyor, talimatla hapis cezası veriliyor, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan adam terfi ettiriliyor, AİHM kararını uygulamayan adam terfi ettiriliyor. Türkiye'nin kutuplaşmadan ayrılıp geleceğe odaklanması gerekiyor benim helalleşmeden anladığım bu BU toplumu kaynaştırmak istiyorum; Kürt'tür, Laz'dır, Çerkez'dir, Sünni'dir, Alevi'dir, başı açıktır, kapalıdır, Türkiye'nin buradan çıkması ve bir geleceğe odaklanması lazım. Büyüyen bir Türkiye, güçlü olan bir Türkiye, herkesin iş-aş sahibi olduğu bir Türkiye, hiç kimsenin kimliğinin, inancının, yaşam tarzının siyasette tartışılmadığı bir Türkiye, kucaklaşan ve büyümeye kilitlenen bir Türkiye, bunu istiyorum ben. Ülkeyi bu noktaya getiren siyaset kurumu ama buradan çıkaracak olan da siyaset kurumu. Bunun temel hedefi siyasetin şeffaflaşmasıdır, Parlamentonun halkın beklentilerine göre görev yapmasıdır, eğer biz bunu yapabilirsek ki 6'lı masanın, Millet İttifakı'nın temel hedefi de zaten bu, o zaman biz bu ülkede hem barışı sağlamış oluruz, hem de daha sağlıklı, daha tutarlı bir gelecek perspektifi çizebiliriz.