2021 başından bu yana hem Batı dünyası hem de Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmek isteyen Türkiye’nin hedefindeki ülkelerden biri de İsrail oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2020 sonunda gazetecilerin soruları üzerine yaptığı bir açıklamada, Türkiye’nin İsrail ile daha iyi ilişki içinde olmak istediğini kaydetmiş ancak İsrail yönetiminin Filistin konusundaki politikasının yarattığı olumsuz etkiye dikkat çekmişti.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da son dönemde, İsrail ile uzun soluklu sağlıklı bir ilişkinin gerçekleşme koşulunun, Tel Aviv yönetiminin Filistinlilere karşı ve Kudüs’ün statüsüne dönük politikalarından vazgeçmesi olduğunu kaydetmişti.
Çavuşoğlu, Nisan ayında bir televizyona verdiği demeçte, "Bağımsız olarak bizim İsrail ile ilişkilerimizin sağlıklı ilerleyebilmesi için şu anda Filistin'e, Filistin halkına yönelik, aynı şekilde Kudüs ve Harem-i Şerif'in statüsünü değiştirmeye yönelik hamlelerinden vazgeçmesi lazım. Bu anlayış değişmezse, bu saldırganlık, illegal şekilde yerleşimler devam ederse sağlıklı bir ilişki olmaz" ifadelerini kullanmıştı.
Kudüs ve Filistin davası hep önemli oldu
Türkiye hükümetinin Filistin ve Kudüs konusunda bugün dile getirdiği eleştirel tutum, tarihsel süreç içerisinde de Türkiye-İsrail ilişkilerinin en önemli belirleyicileri unsurlarından biri oldu.
İsrail devletini 1949’de tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, İsrail yönetiminin Filistin topraklarını işgal ederek kontrol ettiği alanları genişletmesine, Doğu Kudüs'ü ilhak edip başkentini Kudüs’e taşıması gibi gelişmelere hep sert tepki verdi ve ilişkilerin seyrini değiştirdi.
Türkiye, İsrail’in ilhak ettiği Kudüs’ü başkent olarak ilan etmesi üzerine 1980’de Kudüs Başkonsolosluğunu kapatmış, ilişkileri de maslahatgüzar düzeyine indirmişti.
Türkiye ayrıca, 1988’de Filistin Kurtuluş Örgütünün yasama kolunun -Cezayir'de- sürgünde ilan ettiği, Batı Şeria ve Gazze'de bağımsız bir Filistin devleti deklarasyonunu tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştu.
Kudüs merkezli gerilimler, son dönem Türkiye-İsrail ilişkilerini de olumsuz etkiledi. 2010’da yaşanan Mavi Marmara olayının ilişkilerde yarattığı tahribatın onarılması tam 6 yıl sürmüş ve taraflar 2016’da ilişkileri normalleştirecek adımları atıp karşılıklı büyükelçi ataması yapmışlardı.
Ancak 2018'de ABD'nin Kudüs'te büyükelçilik açmasını protesto eden Filistinlilere karşı İsrail'in orantısız güç kullanarak 60 kişinin ölümüne yol açması nedeniyle Türkiye, büyükelçisini geri çekmiş ve İsrail'den benzer bir adım atmasını istemişti. Türkiye ve İsrail o tarihten bu yana diplomatik ilişkilerini maslahatgüzar düzeyinde yürütüyorlar.
Normalleşmenin hedefi: Doğu Akdeniz
Ankara’da yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek istemesinin iki temel amacı olduğu öne çıkıyor.
Birincisi, 2013’ten bu yana hem Batı hem de Orta Doğu’nun önde gelen ülkeleriyle yaşanan gerilimin sonlanması için "düşmanların sayısını azaltıp, dostların sayısını artırmak" anlayışını hakim kılmak.
Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile sorunlarını diyalogla aşmak isteyen Türkiye, İsrail’i de bu kapsamın dışında tutmak istemiyor.
İkinci ve daha da önemli amaç ise, son dönemde uluslararası ilişkilerin hem siyaset hem de enerji bağlamında odaklandığı Doğu Akdeniz’de kendi aleyhine olan denklemi değiştirmek.
Türkiye, East Med Forum adıyla Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır ve İsrail’in oluşturduğu girişimin kendi çıkarlarına karşı oluşturulduğunu, bölgedeki hidrokarbon faaliyetlerinden dışlanmasının sorunlar yaratacağını söylüyor.
İsrail Enerji Bakanı Antalya'ya gidecek mi?
Doğu Akdeniz’in iki önemli ülkesi konumundaki İsrail ve Mısır ile ilişkilerin normalleşmesinin hem Türkiye’nin dışlanmasını sonlandıracağı hem de ileride ihraç edilecek doğalgazın kendi toprakları üzerinden taşınması projelerine zemin hazırlayacağı da kaydediliyor.
Türkiye, İsrail’in ihraç edecek kadar doğalgaza sahip olması durumunda, bunun uluslararası pazarlara taşınmasında en elverişli rotanın Türk topraklarından geçmesi olduğunu vurguluyor.
Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile Doğu Akdeniz bağlamında kuracağı işbirliği zemininin, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölgede oluşturmaya çalıştıkları “Türkiyesiz oluşumu” etkisizleştireceği de düşünülüyor.
Türkiye, İsrail ile ilişkilerin enerji merkezli normalleşmesine ilişkin en somut çağrısını da İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’i Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun ev sahipliğinde 18-20 Haziran’da düzenlenecek Antalya Diplomasi Forumu’na davet ederek yapmıştı.
Son gerilimden sonra Steinitz’e yapılan davetin geri çekilip çekilmeyeceği ya da İsrail Enerji Bakanı’nın davete icabet edip etmeyeceği kısa vadede Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyrini göstermesi açısından önemli işaretlerden biri olacak.
Kısa vadede normalleşme zor
Son gelişmeler, kısa vadede bir normalleşmenin hem Türkiye hem de İsrail açısından zor olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin en sert ifadelerle İsrail’i eleştirmesi bir yana, henüz 23 Mart'ta yapılan seçimlerden sonra hükümet kurma sürecini tamamlayamayan İsrail'in, Türkiye ile normalleşmeyi öncelik olarak görmekten uzaklaşacağı öngörülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsrail’i “terör devleti” olmakla suçlaması, "Kudüs’ün kurtulacağı" ifadesini kullanması İsrail basınında geniş yer buldu. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da İsrail’i “soykırım” yapmakla suçladı.
Türkiye bu sözlü tepkilerinin yanı sıra İsrail devletinin Filistinlilere dönük eylemlerini uluslararası platforma da taşıdı ve başta İslam ülkeleri olmak üzere uluslararası toplumu İsrail’e karşı ortak tavır almaya çağırdı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatları çerçevesinde İsrail’in uyguladığı şiddetin sona erdirilmesi için girişimlere başlandığını bildirdi.
Türkiye’nin ilk aşamada İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesindeki Kudüs Komitesi’nin toplanması için çalışmalar yürüttüğü, bununla İsrail’de son yaşanan gelişmeleri önümüzdeki süreçte de gündemde tutmayı hedeflediği yorumlarına yol açtı.
Bütün bu faktörler göz önüne alınarak yapılan değerlendirmeler, Ankara’nın normalleşme konusundaki planlarını belli bir zaman öteleyeceğini, sürecin, İsrail’deki siyasi gelişmeler ışığında ve Filistinlilere dönük tavrın yumuşamasına göre değerlendirileceğini gösteriyor.