Mahir Çayan'ın kemikleri nasıl taşındı?

Mustafa Kaçaroğlu T24'ten Hazal Özvarış'a çarpıcı açıklamalar yaptı; ‘Mahir Çayan'ın kemiklerini kimsesizler mezarlığından aldık, yeni kefen dikip gömdük’
Mahir Çayan'ın kemikleri nasıl taşındı?
2020-08-11 06:40:55   Güncelleme: 2024-09-15 21:59:33    

T24'ten Hazal Özvarış Türkiye tarihine damgasını vuran isimlerle ilgili Mustafa Kaçaroğlu ile röportaj gerçekleştirdi.

Dünyada '68 fırtınasının dalgaları Türkiye'nin kıyılarına vurduğunda Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi kaynıyordu. Gençlik liderleri, sonradan Dev-Genç'e dönüşecek, THKP-C'leri, THKO'ları, DEV-YOL'ları, Kurtuluş'ları ve solda daha nice örgütü doğuracak fikir kulüpleri içinde toplanmış devrimi tartışıyorlardı. 

Sağla, özellikle devletin resmi ideolojisi hâline gelmiş Türkçülüğü siyasette sahiplenen MHP ve ona bağlı Ülkü Ocakları'yla çatışan sol, çok geçmeden kendi içinde de ayrışmış, yer yer çatışmaya başlamıştı.

Mekteb-i Mülkiye'nin o zamanki çatısı altında kimler yoktu ki…

Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Cahit Talas, Mete Tunçay, Baskın Oran ve Turan Güneş… 

Ve onların öğrencileri:

Mahir Çayan, Abdullah Öcalan, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Uluç Gürkan, Hüseyin Cevahir, Yusuf Küpeli, Oktay Etiman, Şadi Somer, Okay Gönensin, Sabahattin Kurt, Kamil Dede, Nasuh Mitap, Abdülkadir Aksu, Melih Gökçek, Murat Karayalçın, Mesut Yılmaz

Zamanın ruhu sanki 12'ye 5 kala bir devrimi haber veriyordu.

Hayaller, örgütler, çatışmalar, Kızıldere'ler, Deniz'lerin idamı, 12 Mart… Ve en karanlık darbe, 12 Eylül 1980.

1960'ların sonları ve 70'lerde Türkiye'de sol nasıl bir havayı soluyor, ne hayal ediyor, ne yapıyordu? Ve sosyalist sol, yaklaşık yarım yüz yıl sonra o günlere baktığında nasıl bir muhasebe yapıyor?

Cevaplar için, sol hareketin mazisinde efsane mertebesinde anılan isimlerden, Mülkiye koridorlarında çift tabancayla dolaştığı rivayet edilen Mustafa Kaçaroğlu'nun kapısını çaldık. 

1970'lerde Kiziroğlu türküsünün de adına uyarlandığı Kaçaroğlu Mustafa Bey, T24'e verdiği söyleşinin ilk bölümünde sağ siyasetten sola geçişini, Mahir Çayan'la ilişkisini, THKP-C'nin kuruluşunu, cezaevinde öğrendikleri Kızıldere'yi ve kurucularından olduğu Kurtuluş'u anlattı.  

43. yıldönümünün eşiğinde, 6 Mayıs 1972'de idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'la cezaevinde nasıl helalleştiklerini, Mahir Çayan'ın kemiklerini kimsesizler mezarlığından alıp taşıdığını aktaran Kaçaroğlu'nun sözlü tarih niteliği de taşıyan yanıtları için buyrun.  

‘Şapkacı komünistler’ 

- Sağcı bir ailede yetişen siz nasıl solcu oldunuz?

Ailem Girit göçmeni. Bizi Girit’te Yunan mezaliminden Atatürk kurtardı” diyerek ananem hep hayır duası yapardı. Akrabalarım önce Serbest Fırka, daha sonra Demokrat Partili (DP) oluyorlar. Amcamın oğlu yerel politikaya yatkındı, beni de yanında taşırdı. 8 yaşımda DP kongrelerine gidiyordum. Komünist düşünceye sahip olduğumda aklıma ilk gelen 58’lerde kahve toplantılarında komünizmle ilgili söylenenler oldu. 

- Ne diyorlardı?

Komünizm nedir biliyor musunuz; akşam eve gelirsiniz ve şapka görürsünüz. Yani, siz geldiğinizde karınız başka biriyle içeridedir. ‘’

- Şapka Komünistler birbirleriyle yatarlar”ın simgesi miydi?  

Evet, komünizm tarifini mülkiyetin ortaklaşmasından, yani kolektif mülkiyet üzerinden değil kadın üzerinden yapıyorlardı. Toplumun muhafazakârlığını ‘namus’ kavramı üzerinden istismar ediyorlardı. İşin ilginci o dönemde komünist dedikleri de, ‘CHP’liler oluyordu.

‘Menderes asıldığı gece ağladım’ 

- 60 darbesi olduğunda henüz çocuktunuz ancak anlattıklarınıza göre, sokağa kutlama yapmak için çıkan ailelerden olmadınız. 

Orta 2. sınıftaydım. Aksine efelerin gelip Adnan Menderes’i kurtaracağını hayal ediyordum. Asıldığı gece ağladığımı bilirim… Darbeden bir yıl önce gibi de, Menderes’i Antalya’da belediye sarayının balkonunda konuşmasını dinlemiştim.

- Menderes için ağlarken 1960 darbesini ihtilal sayanların yoğun olduğu, 1961 Anayasa’sını yapanların öğretim görevlisi olduğu Mülkiye’ye gittiniz. Sesli bir itirazınız oldu mu yoksa İdam gerekliydi” hattına mı kaydınız?    

Sesli bir itirazım olmadı. Mülkiye’ye geldiğimde aileden gelen bilinçsiz sevgi ağırlığını yitirmişti, sorgulama başlamıştı. Ailem Bektaşi olduğu için evde muhafazakâr bir ortam yoktu. Bundan dolayı, materyalist bir düşünceyi benimsemem zor olmadı. Fakat belirtmem gerekir, o zaman politikada kariyer yapma düşüncem vardı.

- Politikada kariyer eşittir kaymakamlık mı yoksa aktif siyaset mi?

Antalya’da Adalet Partisi’nin (AP) gençlik kollarında aktiftim. 1965 yıllarında, birkaç kez Süleyman Demirel’in karşılanmalarında gençlik içerisinde önemli görevler almıştım. Siyasette kariyeri AP’de yapmayı düşünüyordum. Hatta yurtta kalırken sosyal yaşantımda daha rahat hareket edebilmek için, eve çıkarken kefilim Antalya milletvekili olabiliyordu.

‘Siyasal’a girmeseydim devrimci olamazdım’

- AP saflarından Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'ne (THKP-C) geçişiniz nasıl oldu?      

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyor olmam devrimci olmam konusunda önemli bir etkendi, tabii ki önce THKP-C’li değil, Dev-Genç’li oldum. Okulda derslerin siyasal içeriği, fakültedeki siyasal etkinliklerin yoğunluğu ve karakter olarak haksızlıklara karşı bir duruşumun olması etkili olmuştur. Tabii bu arada bazı derslerin konularından dolayı hocaların önerdiği sol tandanslı yardımcı kitapları okumamızın da önemli payı vardır. Örneğin, Che Guavera, Mao Zedung kitaplarını da okuma fırsatı buluyorduk.

- Siyasi söylemde herkes haksızlığa uğrayana sahip çıktığı için muhtemel karşı çıkış şu olacak: Sağ da aynı şeyi söylüyor.” 

Bir buçuk ay içerisinde İstanbul Hukuk, sonra İzmir Ziraat, sonra Siyasal’a geçtim. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim; Siyasal’a girmeseydim devrimci olamazdım. Orada bilime karşı bir güven hissi uyandı. NATO üzerine açık oturumlar yapılıyordu, örneğin siyasi tarih hocamız Fahir Armaoğlu ki, kendisi sağ düşünceliydi, Behice Boran, ‘’Amerika-NATO ve Türkiye’’ adlı kitabın yazarı olan hocamız Türkkaya Ataöv gibi isimler bu oturumlarda konuşmaya başladığında sağın kalelerinin ne kadar zayıf olduğunu görebiliyorduk. O dönemde CHP’nin açılımı olarak ortaya konan ‘ortanın solu’ görüşünden dolayı Bülent Ecevit de bu konferanslarda konuşmacıydı. Ama benim devrimci düşünceye ulaşmamda özellikle anayasa derslerimize giren Mümtaz Soysal’ın Anayasaya Giriş kitabının önemli bir payı olmuştur. Hatta Mümtaz Hoca bu kitabından dolayı 12 Mart’ta yargılanmış ve bizimle aynı hapishane koğuşlarını paylaşmıştı. 

Abdullah Öcalan’dan Melih Gökçek’e Mülkiye 

- Zihnimizde Mülkiye’yi canlandırmamız için o dönem çevrenizde olan öğrenci ve akademisyenleri sayar mısınız?

Hocaların içinden, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Cahit Talas, Mete Tunçay, Alaaddin Şenel, Baskın Oran, Cemal Mıhçıoğlu, Ruşen Keleş, Turan Güneş, Seha Meray, Bülent Daver, Beşir Hamitoğulları, Nermin Abadan, İlhan Ünat gibi isimler ayrıca, yine bunların yanında Felsefenin Başlangıç İlkeleri” kitabını çeviren Cem Eroğul. Sağcı düşünceleri olan öğrencilerden Abdülkadir Aksu, Melih Gökçek’in yanı sıra sol içerisinden de o dönem Fikir Klüpleri Başkanlığı yapmış Oral Çalışlar, Hasan Cemal, SBF Öğrenci Derneği Başkanlığı yapmış Cengiz Çandar, Uluç Gürkan, Hüseyin Cevahir, Yusuf Küpeli, Oktay Etiman, İlhami Aras, Şadi Somer, Okay Gönensin, Sabahattin Kurt, Kamil Dede ve Nasuh Mitap

- Abdullah Öcalan?

Öcalan ile 74’te hapisten çıktıktan sonra tanıştık, tanıştığımızda Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) yönetimindeydi. Henüz Apocular olarak örgütlenmemişlerdi, 1970’lerden arkadaşımız Doğan Fırtına ile yakın arkadaştılar. 75 sonbaharında o dönem mücadelenin ihtiyaçlarının zorlamasıyla yayımladığımız Ulusal sorun” broşüründeki Kürdistan ile ilgili sömürge tespiti, Öcalan’ın bize daha sıcak olmasını sağlamıştır. O dönemde kantinde iki kez uzunca sohbet ettiğimi hatırlıyorum.

Ülkücüler ve sosyalistler arasında çıkan ‘gazete' gerginliği

- Melih Gökçek ve Abdülkadir Aksu’ya dair izlenimleriniz neydi?

Mülkiye’de gelenektir, yıl boyunca ilk gün oturduğunuz sırada oturmaya devam edersiniz. Gökçek de birinci sınıfta yanımda oturuyordu. Ama kendisini o dönemden çok hatırlamıyorum. Benim olmadığım bir dönemde faşistler okula bir baskın yaptı. Baskın öncesinde okulda şöyle bir işleyiş vardı; okulda bulunan politik akımlar, kendi propagandalarını yapmak üzere duvar panoları kullanılabiliyordu; Ülkü Ocakları, Hasan Celal Güzel’den sonra Gökçek’in başkan olduğu Hür Düşünce Kulübü, Uluç Gürkan’ın başkanlık yaptığı Sosyal Demokrasi Dernekleri ve benim okula girdiğim zamanda Mahir Çayan’ın başkanlığını yaptığı Sosyalist Fikir Kulubü’nün duvar gazeteleri bu panolara asılırdı. Faşistlerin bu baskından sonra panoları kırıldı.  

- Kırıldı mı, kırdınız mı?

Kırıldı. Ondan sonra faşistlere okulda hayat hakkı tanınmadı. Gazetelerini tekrar asmaya çalıştıklarında izin vermedik. Fikir Kulübü’nün de kararı vardı: SBF’de dışarıda devrimcilere karşı herhangi bir eylemde bulunan faşistler ders ve imtihanlara sokulmayacaktı.

- Bu ilk karşı karşıya geliş mi oldu? 

Hayır, Siyasal’da öyle ama başka okullarda, sokakta, gazete satışlarında kavgalar oluyordu. 68 sonu, 69 başlarıydı. Bundan sonra Siyasal’da ülkücülerin hiçbir faaliyetine izin verilmedi.

‘O gün elime aldığım sopayı bir daha bırakmadım…’ 

- Mahir Çayan’ın etkisi” altına ne zaman girdiniz?

İlk etapta beni asıl etkileyen Mahir olmadı. Devrimci olmaya karar verdikten sonra Fikir Kulübü (FK) yönetiminden iki arkadaşımın kaldığı odayı seçtim ve bir gece Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Fikir Kulübü yönetiminden Ferruh arkadaşı kafası sarılı bu odaya getirdiler, kafası Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) propaganda için Sincan’a gittiği kahve konuşmasında faşistlerin saldırısıyla kırılmış. Gece yarısı tanımadığım bir arkadaş geldi, sesi tok ve konuşması etkileyici bir arkadaştı, Bunlara aman vermeyeceğiz” diyerek özgüvenle konuşuyordu. İşte beni Çayan’dan çok daha önce etkileyen, o gün FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) Başkanı olduğunu öğrendiğim Yusuf Küpeli’ydi. O gün gayri ihtiyarı, Burada biz de varız, yarın biz de gelelim’’ dedim. Ve ertesi akşam Samanpazarı’nda yapılan TİP’in kahve toplantısına ilk defa elime bir sopa alarak gittiğimi hatırlıyorum. O gün herhangi bir olay çıkmadı ama bir daha sopayı elimden bırakmadım, sopayı silah ile değişene kadar. O dönem sınavlara girmeyip, TİP’in bütün etkinliklerine gitmeye başladım. O günden bugüne 40 yıl böyle geçti. Böylece İlhami Aras ile de FK üyesi olduk. 

- Kaçaroğlu namına neden olan da daha sonra sopanın yerini alacak silah oldu. O dönemde sokağın raconunu, kavganın solunu anlatır mısınız?   

Aslında namın gelişi 74 sonraki dönem olmuştur. 70’ler dönemi rahle-i tedrisat dönemiydi. Anti emperyalist eylemlerin yanı sıra faşistlere karşı kavgaların içinde yer alıyorduk. O dönemin militan kadrolarından Oktay Etiman’la da yakınlaşmıştım. Bir yandan da TİP’le, daha sonra Doğu Perinçek’le yaşanacak ayrışmalar başlamıştı. Benim kerteriz noktam ağırlıklı olarak ideolojik değil, sokakta faşistlerle dövüşmek gibi pratikteydi. Bu sırada Mahir Çayan, daha sonra öğreneceğim üzere hem uluslararası gerilla hareketlerini yakından izlemek, hem de teorik vizyonunu geliştirmek için Fransa’da lisans eğitimi yapan kadın arkadaşı Gülten Savaşçı’nın yanından yeni gelmişti. Bir gün Oktay, SBF kantininde Mahir’le otururken, Gel seni Mahirle tanıştırayım” dedi.

KİMSESİZLER MEZARLIĞINDAN ÇIKARTTIK MAHİR’İ”

Kaçaroğlu Mahir Çayan’ın mezarını nasıl yaptıklarını şöyle anlatıyor:

1974’te hapisten çıktığımızda, Ziya Sümer arkadaşımız gelip Mahir Çayan’in mezarının kimsesizler mezarlığında olduğunu ve bu mezarlığın bürokrasisine göre, iki yıl orada kaldıktan sonra mezarının kaybolabileceğini söyledi. Emniyete başvurduk, adres istediklerinde Kurtuluş’u beraber kurduğumuz Mahir Sayın’ın Ankara’daki ailesinin adresini gösterdik. Mahir Çayan’in annesinden vekâlet almamız gerektiğini söylediler. Annesi Naciye Teyze sağdı o zaman, ama bilgisi yoktu. İstanbul’a gidip Naciye teyzenin Feneryolu’ndaki evinde iki gün kalıp durumu anlattım ve ikna ettim. Mahir Sayın adına yazılı vekâleti aldım.”

Kaçaroğlu taşıma işlemini Ağustos 74’de gerçekleştirdiklerini belirtiyor. Mahir Sayın’ın annesinin bir kefen diktiğini belirten Kaçaroğlu, daha sonra mezarı kendilerinin yaptığını ifade ediyor.

KAÇAR GİDİYORUZ HA”

Kaçaroğlu Deniz’lerin idamından önce Deniz Gezmiş’le görüştüklerini de belirtiyor. Deniz’le yaptıkları son konuşmaları aktaran Kaçaroğlu şunları söylüyor:

Asılmaydı, idamdı falan konuşmuyoruz. Sessizlik kumkuması. Deniz döndü bana, gülerek Kaçar, gidiyoruz ha” dedi, seyahate gidiyorlarmış gibi. Ben de gayri ihtiyari, Nereye gidiyorsunuz ya durun bakalım, daha gitmiyorsunuz” gibi inanmadığım bir şey söyledim ama başka ne diyecektim. Gerçeği buydu, gittiler. 

SOL İÇİ ŞİDDET KOMİSYONU İÇİN ÇOK GEÇ KALINDI”

Kaçaroğlu 12 Mart’tan sonra mevcut siyasal çizgilerini sorguladıklarını belirttiği röportajda 12 Eylül öncesi sol içi çatışmalarda çok yanlışın yapıldığının altını çiziyor. Sol içi şiddet komisyonu için çok geç kalındı” diyen Kaçaroğlu, dönemin siyasal atmosferinde şiddetin çok yüksek olduğuna işaret etti.

Sol örgütleri devletin yönetip yönetmediğine ilişkin sorulara da cevap veren Kaçaroğlu, böyle bir durumun asla olmadığını istihbahrat örgütlerinin her zaman örgütlere sızmaya çalıştığını ama bunu başaramadığını belirtti.