Almanya’da yasalar devlet yöneticilerini hakarete karşı koruyan özel ve genel ceza maddeleri içeriyor. Cumhurbaşkanı ya da başbakanın “hakarete uğrayan” her kişinin ceza davası açılabilmesi soruşturma başlatan savcılara o olay için izin vermesi gerekiyor. Bu çok istisnai olarak işliyor.
Böylece çok ağır hakaretler, küfürler bile çoğu zaman hukuken cezasız kalıyor. Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve Federal Şansölye Angela Merkel’in görev sürelerinde savcıların bu doğrultudaki başvurularını kabul etmedikleri biliniyor.
Merkel, konuyla ilgili bir soruyu yanıtlarken, kendisi için esas olanın fikir ve ifade özgürlüğü olduğunu belirterek, bu konudaki hoşgörülü yaklaşımını açıklığa kavuşturmuştu.
Gözlemciler, bu alandaki hoşgörünün ardında sadece özgürlük anlayışının değil, aynı zamanda açılacak davalarda hakarete uğrayanların ve makamlarının daha da yıpranabileceği endişesinin yer aldığına dikkat çekiyorlar.
Öte yandan karşılıksız kalan ağır hakaretler nedeniyle adalet duygusunun zedelendiği siyasal ve toplumsal atmosfer riski de düşük. Çünkü konuyla ilgilenenler medya üzerinden politikacılar arasındaki eleştiri özeleştiri süreçlerinin işlediğini izleyebiliyor.
Eleştiri sınırını aşıp, karşıtlarına hakaret eden politikacıların hukuken cezalandırılmasalar bile, önemli bir bölümünün toplumsal ve siyasal karşılığı olan kınama ve eleştirilerle karşılaştıkları, bu yolla en azından “siyaseten cezalandırıldıkları” gözlenebiliyor.
Almanya’da devletin sembolik başı Cumhurbaşkanı ve asıl siyasal iktidarın başı Federal Şansölye’nin (Federal Başbakan) “fikir ve ifade özgürlüğü”nün egemen olduğu tüm ülkelerde olduğu gibi halk içinden, siyasal muhaliflerinden aldıkları sert eleştiriler, zaman zaman “eleştiri sınırı”nı aşıp, “hakaret” boyutları da alıyor.
Mitinglerde, medyada, internet ortamlarında söylenen sözler, taşınan, yayınlanan yazılar, görsel malzemelerin büyük bölümü demokratik ortamın ürünü eleştiriler. Ancak bunlardan bazıları gerçekten “ağır hakaret” ve hukuki sorumluluğu olmayan bir gözlemcinin bu tespiti yapabilmesi için uzman olmasına, ceza soruşturulması açılmasını ve mahkemelerde yargılanmasını beklemesine gerek yok.
Her hukuk devletinde olduğunda gibi, Alman ceza hukukuna göre bu hakaretler suç. Hukuk bu görevleri yürütenlerin hem kişisel onurlarının, hem de temsil ettikleri makamların bu tip saldırılardan korunması için “saldırganlar”ın yargılanıp, cezalandırılmasını öngörüyor. Üstelik, devletin başı olduğu için cumhurbaşkanını koruyan özel bir yasa maddesi de var.
Son yıllarda Almanya mahkemelerini bu açıdan meşgul eden davalar karşılaşılmıyor.
Bunun bir nedeni, kendisine “hain” diyen, “şıfrıntı” diye küfür eden bir kişiyle ilgili neden şikayetçi olmadığını açıklarken Merkel’in bizzat belirttiği gibi, ülkede yaşanan “demokratik” ortam.
Politikacıların böylesine toleranslı olmasının ardında yatan bir diğer neden ise, sözkonusu hakaretleri, bunların sorumlularının yargı önüne getirilmesi sonucu başlayacak olan mahkeme süreçlerinin tahribatından kaçınılmak.
Uzmanlar, bir ceza davasının açılması halinde, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın korunması hedeflenen onur ve haysiyetinin ya da temsil ettikleri makamların prestijinin sonuçta daha fazla zarar görmesinden çekinildiğine dikkat çekiyorlar.
Kendilerine ve makamlarına hakaret edilen Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar, cezai yargı süreçlerinden sakınarak, hem bir yandan eleştirilere karşı hoşgörülü, fikir ve ifade özgürlüğü açısından saygın bir kişi olarak sempati topluyor, hem de bir dava açılması halinde mahkeme duruşmalarında haklarındaki hakaret, küfür vs.’lerin, onları alaya alan karikatürlerin, fotomontajların yeniden yayınlanmasını, medya aracılığıyla toplumsal gündeme aktarılmasını, daha geniş bir kesime ulaşmasını önlemiş oluyorlar.
Özellikle kendileri için özel bir yasa olan cumhurbaşkanları, aynı zamanda onur ve hasiyetlerini korumak için, birçok hukukçu tarafından gereksiz, gerici bulunan bu yasal korumaya ihtiyaç duymadıklarını göstermiş oluyorlar.
Tabii yaşanan hoşgörülü ortamın bir başka nedeni de hem halktan, hem de politikacılardan devlet yöneticilerine yönelik ağır hakaret olaylarının sayısının oldukça düşük olması.
Elbette bunda hem Joachim Gauck’un, hem de Merkel’in kendi karşıtlarını eleştirirken kullandıkları dilin de etkisi var. Kamuoyu şimdiye kadar ne 10 yılı aşkın iktidarda olan Merkel’in, ne de görev süresinde dördüncü yılını tamamlamak üzere olan Gauck’un ağzından “hakaret” olarak tanımlanabilecek bir “kötü söz” işitmedi.
Geçtiğimiz ağustos ayında Federal Şansölye Angela Merkel’e ağır hakaretlerde bulunan ve küfür eden bir aşırı sağcı kadın hakkında açılan soruşturmanın gidişatı, Almanya’da günümüzde bu alandaki pratiği anlayabilmek açısından ilginç bir örnek.
Günlük gazetelerden izleyebildiğimiz kadarıyla olay şöyle gerçekleşti:
Merkel, ülkenin doğusundaki Saksonya Eyaleti’nde sığınmacılar için açılmış olan bir merkezi ziyaret ediyordu. Gazeteciler bu ziyareti protesto eden ve sığınmacıların buraya getirilmesine karşı çıkan aşırı sağcılardan oluşan grup içinden bir kişinin Merkel’e açıkça “halk düşmanı” (Volksverräterin) diye bağırdığına, ellerinde üzerinde aynı şeylerin yer aldığı dövizler taşıdıklarına ve ardından “salak şıfrıntı” (blöde Schlampe) gibi ağır hakaretlerde bulunduğuna tanık oluyorlardı.
Olay yerindeki polisin bu kişilere yönelik bir girişimde bulunmaması, en azından kimliklerini tespit etmek üzere gözaltına almaması eleştirilere neden olunca, polisten olayın “kişiye karşı hakaret” ve “anayasal bir organa karşı hakaret” suçlamasıyla soruşturulduğu açıklaması geldi.
Bu arada “youtube”da da yer alan görüntülerin incelenmesi sonucu Başbakan’a hakaret eden kişinin kimliği ve adresi tespit edildi. Sanığın kendisi görünmese bile, sözkonusu hakaretler, küfürler net bir biçimde duyuluyordu ve sözkonusu film binlerce kez izlenerek, kendi çapında bir rekora doğru gidiyordu.
Ardından savcılılığın sözkonusu kişinin sorguya alınacağı açıklaması geldi. Savcılık, sanığın eyleminin Ceza Yasası kapsamındaki “anayasal bir organa hakaret” olarak görülmediğini, soruşturmanın aynı yasadaki genel “hakaret” maddesi kapsamında yürütüldüğünü duyurdu.
Ancak bu arada bir başka gelişme, bu soruşturmadan Merkel’e hakaret eden kişinin esaslı bir ceza alması umuduyla yapılan çağrıların amacına ulaşamayacağını gösteriyordu. Başbakan kendisine yönelik ağır hakaretlere, küfürlere karşı şikayetçi olmayacağını açıklıyordu.
Merkel, Berlin’de gazetecilerin konuyla ilgili sorularını yanıtlarken, “Karşıtlıkları gayet iyi kaldırabileceğini. Herkesin kendiyle aynı görüşte olmasını beklemediğini. Farklı düşüncelerin yaşadığı ve düşünce özgürlüğünün var olduğu bir ülkede yaşamaktan mutlu olduğu”nu açıklıyor, “Benim görevim yardım etmek isteyen, iyi birşeyler yapmak isteyen insanlara yardımcı olmaktır” diye devam ediyordu.
Sanki, “kötü söz, sahibine aittir” der gibi saldırıyı geçiştirmeyi tercih ediyordu.
Böylece soruşturmayı “kişiye karşı hakaret” çerçevesinde yürüten savcılığın ceza davası açmasının önü kapanmış oluyordu. Davanın açılabilmesi için yasaya göre hakarete uğrayan kişinin doğrudan şikayetçi olması gerekiyordu.
Hukukçular, bu durumda sanığın küçük miktarda bir para cezası, bir süre zorunlu sosyal hizmet ya da “zorunlu olarak bir kitap okuma” gibi bir ceza alabileceğine ya da soruşturmanın tamamen kapatılabileceğine işaret ediyorlar.
Öte yandan geçen ekim ayında yaşanan bir diğer olayı, şiddete çağrı kapsamında soruşturma açıldığı için burada ayrıntılarıyla ele almıyoruz.
Sözkonusu olay, yine aşırı sağcıların bir gösterisinde gerçekleşmiş, bir takım eylemcilerin ellerinde Merkel’i ve Federal Başbakan Yardımcısı, Almanya Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanı Sigmar Gabriel’i dağarcığına layık gösteren dövizler taşıdığı görülmüştü.
Toplumda büyük tepkiye neden olan bu görüntülerin medyaya yansımasının ardından ilgili savcıların, kimliği halen tespit edilemeyen kişiler hakkında soruşturma başlattığı açıklanmıştı.
Parlamenter sistemin geçerli olduğu Almanya’da, Ceza Kanunu içinde federal düzeydeki yürütme organının başı olan Federal Başbakan’ı doğrudan koruyan bir madde yok. Başbakan’a yönelik hakaret ve küfürler ya Ceza Kanunu’nun, tüm vatandaşlar için geçerli olan, 185, 186 ve 187. maddeleri kapsamında ya da aynı kanunun 90. maddesinin “b” şıkkındaki, bir “anayasal organa karşı hakaret” suçlaması kapsamında soruşturulabiliyor.
Soruşturmanın başlaması için vatandaştan gelecek bir ihbar da yeterli olabilir. Ancak, hakaretin boyutuna bağlı olarak para cezası ya da beş yıla kadar hapis cezaları öngören bu soruşturmaların bir ceza davası olarak mahkeme karşısına çıkabilmesi için hakarete uğrayan başbakanın, bizzat şikayetçi olması gerekiyor.
Ya da eğer soruşturma 90. madde kapsamında yani “bir anayasal organa haraket” olarak yürütülüyorsa, sözkonusu organın yani Federal Başbakanlık’ın ceza davası açılabilmesi için yetki vermesi gerekiyor.
“Halk”tan insanların kendisine yönelik aşırı tepkilerini “hoşgörü”yle geçiştiren Merkel, aynı tavrı siyasal muhalifleri ve medyaya karşısında da gösteriyor.
Merkel'in döneminde kendisine yönelik hakaretler dolayısıyla açılmış bir dava yok. Özellikle kendisini çirkin, çıplak, komik vs. gösteren fotomontajlarla defalarca Titanik dergisine kapak olan Merkel, şimdiye kadar bunlara karşı hukuk yoluna gitmedi.
Merkel’in görev süresinde açılan soruşturmalar ve davalarla ilgili olarak doğrudan Federal Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne yönelttiğimiz soruya verilen yanıta henüz kesin bir yanıt alamadık. Ancak bu konuyla ilgili ilk araştırmalarda, onun görevi üstlendiği Kasım 2005’ten bu yana açılmış bir ceza davasının izine rastlamadık.
Anayasa’ya göre Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başı olan Cumhurbaşkanı’yla ilgili hukuki durum ise farklı. Ceza Yasası’nın 90. maddesi tamamen bu konuyla ilgili.
“Cumhurbaşkanı’na hakaret” başlıklı bu maddeye göre “Bir toplantıda ya da yazı yayınlamak suretiyle Cumhurbaşkanı’na hakaret eden kişilerin, üç aydan beş yıla kadar hapisle cezalandırılacağı” belirtiliyor. Bu cezanın verilebilmesi için “sözkonusu eylemin Ceza Yasası’nın 187. maddesinde tarif edildiği gibi gerçekten bir hakaret olması ya da sanığın bu eylemiyle Federal Almanya Cumhuriyeti’nin varlığına ya da anasayal temeline yönelik kalkışmayı hedeflemesi” gerekiyor.
Madde, sözkonusu soruşturma sonunda bir ceza davası açılabilmesi için Cumhurbaşkanı’nın buna izin yetki vermesi gerekiyor.
Almanya mahkemelerinde uzun yıllardır bu kapsamda da dava açılmadı. Göreve geldiğinden beri çeşitli kesimlerden zaman zaman sertleşen eleştiriler alan, “Titanik” gibi mizah dergilerinde “alaya alınan” Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un döneminde bu suçtan açılan bir dava yok.
Örneğin Titanik’in bir fotomontajla onu bir uyuşturucu bağımlısı gibi, başka yüzkızartıcı suçlamalarla da ilintili gösterip, istifaya çağıran kapağı intenet aralamalarında halen karşımıza çıkıyor.
Ancak Gauck, kendisine ve makamına yönelik hakaret suçlamasıyla soruşturma yürüten savcılıkların ceza davası açabilmek için yaptığı başvuruları kabul etmedi. Son olarak kendisini facebook hesabında “aşağılık savaş kışkırtıcısı” olarak niteleyen bir Sol Parti’li Milletvekili’yle de hukuki yoldan hesaplaşmayı tercih etmedi.
Böylece sonuçta kendisinin kazançlı çıktığı bir eleştiri sürecinin işlemesini sağladı. Parlamento’daki tüm parti gruplarınca kınanan milletvekili, eleştiriyle hakareti birbirine karıştırdığı için Gauck’un savaş konudaki açıklamalarına kendisi gibi karşı olan partisinin yöneticileri tarafından da eleştirildi, yanlız bırakıldı.
Böylece “hakaret” suçundan hukuken değil, “siyaseten” cezalandırılmış oldu. Üstelik, Gauck’un bu konuda tüm sol kesimce eleştirilen yaklaşımlarının içerikli bir biçimde tartışılmasını da engelledi.
Cumhurbaşkanı’nın karşılaştığı hakaret olarak değerlendirilebilecek olaylar kısmen medyaya yansıyor, ancak bunların sayısı hakkında bilgi edinmek mümkün değil. Cumhurbaşkanı'nın Basın Sözcülüğü de bu konuyla ilgili sorumuza verdiği yanıtta kesin bir sayı vermedi ve bu kapsamda bir istatistik tutulmadığını belirtti.
Sözcülüğün açıklaması şöyle: “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla açılan soruşturmalar ve bu soruşturmaları cezai kovuşturma makamlarının, bu konuda ceza davası açılması için Cumhurbaşkanlığı’ndan yetki almak üzere yaptığı başvurular vardır. Mart 2012’den bu yana böyle bir yetki verilmedi.”
Gauck, Mart 2012’de bu göreve gelmişti.
Gauck’tan önceki Cumhurbaşkanı Christian Wullf’un dönemi, hakkındaki yolsuzluk soruşturması nedeniyle görevinden istifa etmek zorunda kaldığı için oldukça kısa sürmüş, beş yıllık görev süresinin iki yılını bile tamamlayamamıştı.
Bu dönemde internetteki kendi blog’unda Cumhurbaşkanı ve eşinin yer aldığı bir fotoğrafı yayınlayıp, aşağılayıcı sözlerle yorumlayan bir kişi hakkında, Wulff’ın verdiği yetkiyle başlatılan cezai soruşturma, daha sonra kendisinin bu yetkiyi geri alması üzerine durdurulmuştu.
Bu konuda istatistik tutulmadığı için Wulff’tan önceki Cumhurbaşkanı Köhler’in dönemiyle ilgili (2004-2010) bilgimiz yok, ancak ondan önce üç cumhurbaşkanının görev dönemlerine tekabül eden 1990-2004 yıllarında açılan soruşturmaların sayısı 41’i bulmuş. Cumhurbaşkanları bu soruşturmalardan sadece ikisi için ceza davası açılması için yetki vermişler.
Bunlardan biri, yukarıda adı geçen mizah dergisi Titanik hakkında. O da tarafların sözkonusu yayının ve dağıtımının durdurulması üzerine uzlaşmaya varmasıyla sonuçlanmış.
Alman Ceza Yasası’nın 90. maddesi Cumhurbaşkanı’na yönelik hakaretleri cezalandırmayı hedefliyor. Aynı maddenin a ve b şıkları, devleti temsil eden sembollere ve organlara yönelik hakaret ve saldırılardan koruyor. Bu maddeler de hakarete hedef olan makamların ceza davası açılması için savcılara yetki vermesini öngörüyor.
Kaynağını Roma hukuğundaki “majestelerine karşı suçlar”ın (crimen maiestatis) cezalandırılması düzenlemelerinde bulan bu yasa maddesi, ilk kez 1851’de Prusya dönemindeki ceza yasasında yer almış. Daha sonra 1871’de imparatorluk ceza yasasına giren bu yasa, o dönemin başbakanı Bismark tarafından, özellikle sosyal demokrat muhalefeti baskı altında tutmak için yoğun olarak kullanılmış.
Hukukçular o dönemde bu yasa maddesine “lastik gibi” istenilen tarafa çekilmek suretiyle istismar edildiği ve böylece basın ve ifade özgürlüğünün sınırlanmasına yol açtığı gerekçesiyle karşı çıkarken, bazıları da “hiç olmazsa o döneme kadar bu alanda geçerli olan ve sonuçta suçlanan kişiler açısından, ‘vatan hainliği’nden cezalandırılma gibi çok daha ağır cezai sonuçları olan keyfilikten uzaklaşıldığı” için bir ilerleme görüyorlar.
Bunlar, yasa öncesi dönemde egemen olan keyfilik, iktidarının kaynağını Tanrı’dan alan İmparator ve onun kendisine bağlı ülkelere yönetici atadığı prenslerine “hakaret”lerin, çoğu zaman Tanrı’ya karşı hakaretlerdeki gibi sonunda ölüm cezası olan yargılamalara yol açtığını hatırlatıyorlar.
Ancak birkaç aydan, beş yıla kadar hapis cezaları öngören bu yasa, savcılar tarafından İmparator Kaiser Wilhelm ve onun başbakanı Otto Bismark yönetiminin siyasi muhaliflerini etkisiz hale getirmek için öylesine yaygın bir biçimde kullanılmış ki, kısa süre sonra daha önceki keyfiliği ortadan kaldırmasının toplumsal olarak artık bir önemi kalmamış.
Çünkü yeni bir keyfilik ve yetki istismarı dönemi başlamış. Bu öylesine ifrada varmış ki, konuyla ilgili kroniklerde “İmparatorluk marşı söylenirken şapkasını çıkarmayan bir kişi”nin bile bu maddeden yargılanıp, cezalandığına dair ipuçlarına rastlanıyor.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Weimar Cumhuriyeti döneminde iktidarda olan sosyal demokratlar, sağcı muhalefetin kişiliğine yönelik ağır hakaretleriyle sık sık karşı karşıya kalan Cumhurbaşkanı Friedrich Ebert’i korumak için ceza yasasına almışlar.
Konuyla ilgili kroniklerde Ebert’in ölümüne kadar süren görev süresinde (1919-25) 143 kez kendisine yönelik hakaretler nedeniyle dava açtığı görülüyor.
Bu hakaret ve davalar, o dönem sürekli derinleşen siyasal kutuplaşmanın bir göstergesi. Sonuçta uzlaşmaz hale gelen kutuplaşmanın bir sonucu bilindiği gibi 12 yıl süren nazi diktatörlüğü. Devlet yöneticilerine hakaret açısından Hitler dönemi ceza hukuğunda, tahmin edilebileceği gibi “führere karşı hakaret” davalarının her defasında gaddar cezalarla sonuçlandığı büyük bir keyfilik egemen olmuştu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti’nin de 100 yıllık bu yasa maddesini, gerekli uyarlamaları yaparak yine ceza yasasına aldığı görülüyor. Liberal hukukçular tarafından başından itibaren “gereksiz” olduğu gerekçesiyle eleştirilen ve kaldırılması istenen yasa, bu tartışmaları ve çeşitli reform girişimlerini atlatarak, günümüze kadar geldi.
Karşıtları İmparatorluk döneminde iktidarının kaynağında “Tanrısallık” bulunan “majesteleri”nin “onuru korumayı” hedefleyen bu yasaya, demokratik bir hukuk devletinde gerek olmadığını, bu yasanın kaldırılması halinde, Cumhurbaşkanı’nın ve onun şahsında “devletin başı”nın hakaretlere karşı savunmasız kalmayacağını, Ceza Yasası’nda hakaretlere karşı diğer maddelerin bunun için yeterli olduğunu, görevi ve yetkileri itibarıyla daha yoğun olarak günlük politikanın içinde olan, dolayısıyla daha fazla eleştiri, tepki ve hakaretlerle karşı karşıya olan başbakan ve bakanların da bu yasalar tarafından korunduğunu, eğer ortada gerçekten bir “anayasal organ” olarak makamın hedef olduğu bir hakaret sözkonusuysa, onun için de mevzuat bulunduğuna işaret ediyorlar.
Ancak, şu anda görevde olan Cumhurbaşkanı Gauck’un bu yasanın görev süresinde bu yasanın uygulanmasına izin vermemesi, seleflerinin de çok seyrek olarak bu yola gitmesi nedeniyle, bu alandaki tartışma akademik çerçevenin dışına çıkmıyor.
Bianet/ Gürsel Köksal