Türkiye'de siyasetin önyargılardan kurtulması gerektiğini, parlamenter sistem masasında buluşan siyasi partilerin de adayın kimliği kaygısıyla hareket etmemesi gerektiğini belirten Bilgen, "Bir Alevi, pekala Türkiye'nin cumhurbaşkanı olabilir" görüşünü dile getirdi.
HDP'de uzun yıllar milletvekilliği, parti yöneticiliği yapan Ayhan Bilgen, Kars Belediye Başkanı iken tutuklandı, yerine de kayyum atandı.
Yaklaşık 9 aylık tutukluluk sürecinde cezaevindeyken HDP'yi "tersine Türkiyelileşmekle" eleştiren Bilgen, bir süre sonra da partisinden istifa etti.
"Yeni bir siyaset zemini lazım" diyerek, "Sessiz çoğunluğun sesi" hareketini başlatan Bilgen, 31 Mart'ta Türkiye'nin Sesi Partisi'ni kurdu.
Bilgen, siyasetteki yeni yol haritası, ittifaklara bakışı ve cumhurbaşkanı adaylığı dahil, gündeme ilişkin BBC Türkçe'nin sorularını yanıtladı:
Kimi Batı ülkelerinde sarkaç diye tarif edilen ve aslında seçimlerin kaderini belirleyen ve keskin kutuplaşmış siyasetin dışında kalan geniş kitleler vardır. Biz de Türkiye siyasetinin önümüzdeki seçimini aslında bu kitlenin belirleyeceğini düşünüyoruz.
Belki daha az örgütlü, daha az politik ya da ideolojik gibi görünen, kimlik siyasetleri içinde kendisini ifade etmeyen ve farklı kimliklere mensup insanların yer aldığı bir geniş kesimin olduğunu düşünüyoruz. Bu kitle kendisini siyasetten görünür kılacak araçlardan mahrum. Büyük oranda dezavantajlı durumdalar.
Biz de bu anlamda sessiz kitlelerin, sessiz çoğunluğun siyasette sözünü söyleyebileceği, siyasete katılabileceği bir mekanizmayı önemsiyoruz.
Yeni sorunlara yeni bakış açılarıyla çözüm geliştirmek gerektirdiği kanaatindeyiz. Biz mevcut partilerin, tabii ki istisnaları olabilir, hala eski ezberlerler, eski kimlik kamplaşmaları üzerinden okuma yaptığını, bunun da çok kolay aşılamayacağını düşünüyoruz. Burada zaman zaman liderlerin cesur çıkışlar yaptığını, bunu aşmaya dair çaba içine girdiklerini görüyoruz. Ben siyasi partilerin liderlik mekanizmalarıyla tabanın, toplumun vizyon olarak daha ileride olduğunu düşünüyorum. Ama partilerin il ilçe, genel merkez teşkilatları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu konuda sanki parti bürokrasisi sorunu var Türkiye siyasetinde. Ne liderler cesaretle ezber bozan çıkışlar yapabiliyorlar ne de toplumun birlikte herkesi kapsayacak siyaset geliştirilmesi konusundaki arzusuna izin veriyor.
Dolayısıyla biz bu değişimi cesaretlendirmek, desteklemek istiyoruz. Mevcut partilerin de bu anlamda değişimini kolaylaştıracak bir dil kurma arayışında olacağız. Ama kendimiz de bir model inşa etmek bir yol açmak, yeni bir siyaset tarzı, yeni bir dil konusunda bir örneği üretmeye çalışacağız. Bu anlamda bir öğrenen siyaset iddiasındayız.
Eskiden yelpaze diye sorulurdu doğru. Şimdi artık masa oldu galiba. Ben de espriyle karışık arkadaşlara diyorum ki, masaları devirmek üzere geliyoruz.
Tabii ki partilerin bir araya gelmesini değerli görüyoruz. Hele bu sistemin doğal olarak seçim sistemi dolayısıyla iki taraftan birisi olmaya herkesi mecbur ettiği net bir şekilde görülüyor. Ama biz yeni bir partiyiz ve topluma sözümüzü söylemek istiyoruz. Toplumdaki ittifakları partiler arasındaki ittifaklardan daha öncelikli görüyoruz. İttifaklarla ilgili ciddi bir risk olduğu kanaatindeyiz. Birbirinden çok farklı politikalara, ideolojik arka planlara sahip partiler, sırf ittifak içi dengeleri korumak ve gözetmek hassasiyetiyle siyaset yapamıyorlar.
Bir milletvekili, işte muhalefet partisi olmasına rağmen, muhalefet yaptığı için partisinden ihraç talebiyle disipline gidiyor. Parlamenter sistem masasında buluşan partilerin ben çok önemli bir iş yaptığını düşünüyorum, bir sistem etrafında buluşmak değerli bir şey. Ama farklı ekonomi, farklı dış politikalara sahipler ve bu farklılıklarını ifade etmekten çekiniyorlar.
Aynı masada oturdukları, muhtemelen ittfak yapacakları partilere dair hassasiyet dolayısıyla. Ama toplum daha farklı bir siyaset bekliyor, daha radikal, daha sahici, güçlü muhalefet etmek gerekiyor. Ben bunun ciddi bir tıkanma olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de cesur, net, açık, hem özeleştiri hem tartışma yapmak lazım ki demokratik alternatif de olsun. Şu anda siyasetsizlik sorunu yaşıyoruz.
Şu anda bizim böyle bir arayışımız yok. Bu niyetle partiyi kurmadık. Biz Türkiye'de başka bir söz söylenmesini, başka bir muhalefet tarzının geliştirilmesini düşünüyoruz. Türkiye seçimlere en azında ilk turuna böyle iki kutuplu mu gidecek yoksa çok kutuplu mu gidecek bunu henüz bilmiyoruz. Bu konuda bir irade beyanı çok netleşmiş değil her iki ittifakta da. Bizim de bugünden kendimizi iki taraftan birine bağlamaya dair bir niyetimiz yok. İkinci turu ikinci tur geldiğinde konuşuruz, şimdi biz birinci turda kendimiz yarışmak üzere sandıkta farklı bir sözü toplumla buluşturarak ortaya koyma niyetindeyiz.
İttifaklara tamamen kapalı değiliz. Bu ilkesel olarak ittifaklara karşı oluş değil. Bizim zamana ihtiyacımız var. Yeni kurulmuş bir partinin ben şu ittifaka girmek üzere kuruluyorum veya şu ittifakın karşısında konumlanıyorum demesi bence saygısızlıktır, özgüvensizliktir.
Yani siz sözünüzün toplumda karşılığı olacağına inanmıyorsanız, bir heyecan ve yeni bir arayış doğuracağını düşünmüyorsanız, sadece bir ittifakta yer almak için veya bir ititfaka karşı savaş açmak için siyasete giriyorsanız, reaksiyoner bir pozisyona kendinizi mahkum kendinizi ediyorsunuz demektir.
Biz siyasette aksiyoner bir tutuma ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Seçim takvimi geldiğinde o gün oturup her şeyi konuşabiliriz, her ittifakı tartışabiliriz, bütün seçeneklere açığız bu anlamda.
Bizim bu haliyle Cumhur İttifakı ile birlikte olmak gibi bir arayışımız yok. Biz Türkiye siyasetinde yeni bir muhalefet tarzına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Biz iktidarın yanlışlarının eksiklerinin düzeltilmesinin demokratik muhalefetle olacağını düşünüyoruz. Ama bunun bir tepkisel, kişi merkezli bir siyaset değil, yani Erdoğan yandaşlığı da karşıtlığı da bizce Türkiye siyasetini yanlış mecrada tutmaktır.
Politikaları konuşursunuz, sözünü ortaya koyarsınız, Erdoğan sonuçta insan bugün var sonuçta insan yarın olmayacaktır, hiçbirimiz için ebedi hayat olmadığına göre. Siyasi hayatı da kişilere endeksli kurgulamak bence doğru değil.
Türkiye'de bir sistem, anlayış sorunu var. Bu anlayış bu sistem değişmediği sürece kişilerin gitmesiyle gelmesiyle, ne kurtarıcı liderler aramak sağlıklıdır, ne de bir kişiden kurtulunca bütün sorunların çözüleceğini sanmak doğrudur.
Evet böyle bir girişimiz olacak. Tabii seçim takvimi zamanında olursa Haziran 2023'te olacaksa, kendi partimizin örgütlenmesini de yetiştirebilecek durumdayız. Ama son yasada yapılan değişikliklerle birtakım takvim planlamaları önümüzde duruyor. Yani seçimin erkene alınma ihtimalini de düşünerek, biz Altınçağ Partisi ile birleşmeyi gündemimize aldık. Parti kurulları bunu bu ay içinde değerlendirilecekler. Biz kurucular kurulumuzu toplayarak tartışacağız, onlar da kendi yetkili kurullarında tartışacaklar yani ortaklaşabileceğimiz yönünde bir ön izlenimimiz var.
Bu durumda da Mayıs ayından itibaren onların şu anda kurulu il örgütleri var, seçime girme yeterliliği yok ama çok sayıda il örgütleri var, daha hızlı takvimi yetiştirme konusundaki riski azaltmış oluruz diye düşünüyoruz.
Şu anda çok net değil, iki parti birlikte tartışacaklar amblem ve isim konusunu.
Bence çok büyük bir sorun yok. Seçime 1 yıldan daha fazla süre var. Bir siyasi parti kendi farkını hissettirip, logosunu kitleler nezdinde görünür kılamıyorsa, zaten siyaset yapmamalıdır. Bu anlamda biz kendi farkımızı ifade edebileceğimize inanıyoruz.
Benim içimden geldiğim siyasi gelenek, bağımsız adaylarda ip tutarak oy kullandırmayı başardı. Dolayısıyla birbirine benzerlikler üzerinden bir polemiğe çok gerek yok. Biz de çözebileceğimizi zaten beyan ettik, birtakım değişiklikler yaparız. Seçmenin kafa karışıklığından faydalanmaya dayalı bir arayış içinde değiliz. Bu bizim açımızdan siyasi etik konusudur. Seçmenin kolayca ayırt edebileceği, yeni bir tasarımla bu sorunu kolayca çözebileceğimize inanıyoruz.
Şu anda çok net olarak yok. Sadece ön görüşmeler yaptık ilk kurulduğumuz zaman. Sonuçta geçmişte birlikte siyaset yaptığımız arkadaşlarımız var, farklı partilerde siyaset yapıyorlar. Onların teklifleri oldu, değerlendirmeleri oldu. Onlar da bu seçim kanunu bekliyorlardı aslında.
Türkiye'de muhafazakar Kürt seçmenin ciddi bir arayışı olduğu kanaatindeyim. Bugünkü iktidardan büyük oranda kopmuş, ama muhalefete gidemeyen bir seçmen kitlesi.
Biz, sadece bu kitleyi hedeflemiyoruz ama bu kitlenin de bize yönelik ilgisinin beklentisinin olduğunu görüyoruz. Özellikle il, ilçe teşkilatlarının kurulması konusundaki talepler bu yönde geliyor. Ama biz sadece oraya hitap eden bir siyaset yapmayı orası için de doğru bulmuyoruz.
Yani o kitlenin beklentisi muhafazakar bir Kürt partisi değil. İnsanlar kendi kişisel kimlikleriyle parti programlarını birbirinden ayrı görüyorlar.
Daha muhafazakar Kürt kitlesi bir merkez parti istiyor, ideolojik bir parti istemiyor. Kürtler arasında bir fraksiyon gibi algılanacak bir tercihinden yana değil, ya da daha dindar bir parti arayışında değil. Daha geniş kesimlere hitap eden bir siyaset istiyor. Dolayısıyla o toplumsal merkezi hedefleyen parti olursanız onlara da hitap etmiş olursunuz.
Ama ben Türkiye'deki siyasetin de eski ezber ve önyargıların aşmasını çok önemsiyorum. Örneğin, bunu asla bir polemik niyetiyle söylemiyorum ama cumhurbaşkanı adayı konusu siyasi partilerin, en azından iki büyük partinin tercihi doğrultusunda şekillenecektir. Ama mesela bir cumhurbaşkanı adayının kimliği, anne babası, etnik kökeni inancı dolayısıyla daha açık ifade edeyim, sırf Alevi olduğu için ehil görülüyor ama aday yapılması yönünde bir endişe taşınıyorsa bu Türkiye toplumu için, demokrasisi için büyük bir ayıptır.
Burada liyakatı esas alıyorsanız, insanların kimliklerini bagaj gibi önyargıyla ele almamanız gerekir. Diyelim ki parlamenter sistem etrafında buluşan partiler veya Millet İttifakı'na mensup partiler, ana muhalefet liderinin kimliği üzerinden bir kaygıyla geri adım atarlarsa, bence bu, Türkiye siyasi hayatına bir leke olarak düşer.
Kimse sadece dindar olduğu, Alevi, Türk, Kürt olduğu için tercih edilmemeli, ama sadece Alevi Kürt olduğu için de dışlanmalıdır. Biz ayrımcılığa da, ayrıcalığa da karşıyız.
Tamamen bunun için söylüyorum. Tartışmanın böyle yürümesi durumunda ileriye dönük, bunun büyük bir handikap olacağını düşünüyorum.
2007 yılında cumhurbaşkanı seçimi yapılırken, eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olamayacağı tartışılmıştı ama biz bunu aştık. İyi mi oldu, kötü mü oldu, bu başka bir tartışma. Ama insanların eşlerinin kıyafetlerinden dolayı bir muameleye maruz kalmaları asla kabul edilebilir bir durum değil.
Kadınların kıyafeti erkekleri ilgilendirmez zaten. Toplumda böyle bir gerilim olmadığını gördük, kıyamet kopmadı. Bugün de aynı barajı, Aleviler konusunda aşabilmeliyiz. Bir Alevi pekala Türkiye'nin cumhurbaşkanı olabilir. Bir Kürt geçmişte nasıl cumhurbaşkanı olabildiyse.
Sadece bunun üzerinden tartışmaya karşı çıktığım için söylüyorum. Yoksa benim hakkım değil, parlamenter sistem etrafında buluşan partilerin veya Millet ittifakı'ndaki partilerin kararıdır. Ben sadece ilkesel bir çekincenin çok sorunlu olduğunu, psikolojik yenilmişliğe dayandığını, kimlik siyasetine teslimiyetin ifadesidir. Buna dikkat çekmek istiyorum.
Arkadaşlarımızın arasından da aday olabilecek isimler olacaktır. Hem kurucularımız hem de bundan sonra aramıza katılacak arkadaşlarımız içinden. Ama biz bugünden ne milletvekili seçimi ne de cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili bir planla yola çıkmadık.
Ama şunu da ifade etmeliyim ki bugün yürütme organı cumhurbaşkanlığı. Bu sistemle seçime gidiliyorsa, siyasi partilerin bu konuda iddialarının olması lazım. Yoksa ben Türkiye'yi yönetmeye talip değilim, sadece parlamentoda temsile talibim veya denetlemeye talibim diyorsa zaten bir parti ülke yönetiminde peşinen havlu atmış demektir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde iddialı olmayan bir parti toplumun kafasını karıştırmamalıdır.
Parlamenter sistemin vesayet mekanizmalarını ortadan kaldırmak daha kolay bir değişiklik olabilirdi. Yani cumhurbaşkanlığını daha sembolik hale getirip, 12 Eylül'ün getirdiği o vesayet mekanizmalarını zayıflatıp güçlü başbakanlık modeli bence daha uygundu.
Bunu 2017 referandumu öncesi için söylüyorum. Ama iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Bir ülke ikide bir sistem değiştirmez. Hani "Bul karayı al parayı" gibi, sistem tartışması yapamazsınız.
Sistem değişikliği başka türlü yapılabilirdi, yapılamadı ve bir sisteme geçildi. Şimdi ikide bir toplumu sistem üzerinden kutuplaştırmak yerine temel ilke ve politikaları tartışalım.
Ben net bir şekilde güçler ayrılığından yanayım, denge, denetleme sisteminden yanayım. Bunları parlamenter sistemde de hayata geçirebilirsiniz, başkanlıkta da. Teorik olarak başkanlık daha güçler ayrılığı olan bir mekanizmadır. Ama dünyadaki uygulamalarda Amerika başarabiliyor ama mesela Orta Asya ya da Afrika ülkeleri başaramıyor. Çünkü yönetenler, daha güçlü, tek adam olmak için yönetiyor.
Onun için zor olanı seçmek yerine, ikide bir yüzde 51'le sistem değişikliği bana göre zaten sorunludur. Türkiye'nin şu anda acilen demokratikleşmeye ve demokratik anayasaya ihtiyacı var. Sistem adı tartışmak yerine mekanizma tartışalım.
Mekanizma tartıştığımızda ben uzlaşılabileceğimizi düşünüyorum. Eğer iki taraf da gerçekten güçler ayrılığından yanaysa, soruyu tümdengelimle başkanlıktan yana mısınız, parlamenter sistemden yana mısınız, diye sormak yerine, tümevarımla biz denge denetlemeyi güçler ayrılığını nasıl sağlarız diye konuşsak daha somut ilerleyeceğiz.
" 'Kayyum yerine şehir uzlaşıyla yönetilsin', önerimle ilgili mesafe alamadık"
Ben yapısal olarak 7 Haziran sonrasında bir tıkanıklık yaşadığımızı, bunu aşmak için de farklı bir formül bulmamız gerektiğini defalarca ilgili arkadaşlarla paylaştım.
Bu yapısal bir sorundur, kendimi de bunun dışında tutmadım. 7 Haziran sonrası süreci yönetemediğimizi düşünüyorum. 7 Haziran'da yakaladığımız oyu koruyamama nedenimiz, sadece HDP değil, tabii ki HDP'ye yönelik politikalardır, Türkiye siyasetindeki değişimdir, bütün bunlar etkilidir.
Ama siyasette bütün bu dış etkenlere rağmen siz dönüştürücü ve değiştirici rol oynayacaksanız, inisiyatif alırsınız, risk, sorumluluk alırsınız ve değişimi kendinizden başlatırsınız. Bunu başaramadık.
Bununla ilgili arayışım, tartışmalarım oldu. Ama en nihayetinde ben belediye başkanlığı dönemimde, hakkımda milletvekilliğinden feragat ettiğim için dokunulmazlığım kalktığı için çok sayıda fezleke olduğunu, bu nedenle her an yargılama ve tutuklanmamın mümkün olduğunu söyledim.
Eğer mümkünse Kars'ta bir uzlaşma var, belediye Meclis üyeleri neredeyse 1,5 yıl boyunca, 5 parti kararların büyük kısmını oybirliğiyle aldılar. Kars'ta bir demokrasi adacığı oluşturduk. Partizanlık şehrin çıkarlarının önüne geçmiyor. Bu kazanımı heder etmeyelim, mümkünse ben istifa edeyim belediye başkanlığından. Kars'ta belediye Meclis üyeleri belki birkaç parti katılarak şehri yönetsinler ve Kars bir istisna olarak kayyum atanmamış şehir olsun. Eğer biz feragat edersek, kayyum atanması yerine uzlaşıyla şehrin yönetimini devam ettirebiliriz, diye önerimi çok net biçimde sundum.
Ama ne yazık ki bu konuda bir irade gelişmedi, bir somut mesafe alamadık. En son gözaltına alındığımda, artık kaçınılmaz şekilde kayyuma gittiğini gördüm. Eğer halk bana oy verdiyse, ben kayyum atanmaması için çaba sarfetmeliyim. Bu konuda net bir irade gelişmeyince ben atılması gereken adımları bireysel olarak kendim atmam gerektiğini düşündüm.
Evet, yani Ahmet Kaya'nın "yaman çelişki"si gibi bu tam. Yani ikisi birden hakkımızda bir kampanya gibi yürüyor. Burada galiba partilerin hesaplarıyla ilgili kaygı var. Bize yönelik kaygıda böyle bir şey var.
Bizim HDP seçmenine hitap etmemizi isteyenler de var, istemeyenler de var. Aynı şekilde HDP'nin kriminal bir odak gibi kalmasını isteyenler de var, tam tersine, Türkiyelileşmenin, Kürtlerin de Türklerin de yararına olduğunu düşünenler de var.
Herkes durduğu yerden okuyor ve bize bir rol biçmeye kalkıyor. Biz kendimizi çok net tarif ediyoruz. Ben, HDP'nin kapatılma davasında hakkında yasak istenenlerden birisiyim. O nedenle ben, "HDP bitsin, mahvolsun, bana da fırsat doğsun" diyemem zaten.
Belki ben de yasaklananlardan birisi olacağım, yargılandığım onlarca dosya var. Benim açımdan hem siyasi etik hem de sosyal gerçeklik açısından mümkün değil. Ben ne HDP'nin devamı olacak partiyi kurma yetkisine sahibim ne de özel olarak HDP'ye karşı bir pozisyonun aktörü olurum.