Tutuklu gazeteciler Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik ve Aydın Keser tahliye edildi

Tutuklu gazeteciler Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik ve Aydın Keser tahliye edildi 2020-06-24 21:55:44 - 2020-06-24 21:59:04    
Libya’da ölen MİT görevlisinin kimliğini açıkladıkları gerekçesiyle tutuklanan Odatv Sorumlu Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Odatv muhabiri Hülya Kılınç, Yeniçağ gazetesi yazarı Murat Ağırel, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ve Yeni Yaşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser’in yargılandığı ilk duruşmada 3 gazeteci tahliye edildi.

Libya’da ölen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin yapılan haberler gerekçe gösterilerek 6’sı tutuklu 8 gazeteci hakkında açılan davanın İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmasında savunmaların ardından mahkeme heyeti kararını açıkladı. Heyet, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ile gazetenin Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser, Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu’nun tahliyesine karar verdi.

Mahkeme Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in tutukluluğunun devamına hükmetti ve dava kapsamında yargılanan gazeteci Erk Acerer’in de ‘yakalanma’ kararının devamına karar verdi. Mahkeme duruşmayı 9 Eylül tarihine erteledi.

Ağırel savunmasına başladı

"İddianame özetinin okunmasının ardından savunmasına başlayan gazeteci Murat Ağırel şunları söyledi:

  • Kumpas davası olan Ergenekon davasından 2019 yılında beraat ettim. Beraat ettikten sonra hakkım olmasına rağmen tazminat davası açmadım. Bunun sebebi ise; şayet alacağım tazminat bu kumpası kuran hainlerin cebinden çıkacak olsa saniye düşünmezdim. Ne yazık ki muhtemel alacağım tazminat, fukaranın cebinden ödenecektir. Dosya avukat masrafını dahi iade almadım. Bunu yapmış olsaydım rahatsız olur uyumazdım. Boğazımdan geçmezdi.
  • 22 Şubat günü yani suç işlediğinim iddia edilen tweet paylaşımını yaptığım gün, CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi)’nde imza günü etkinliği saat 15:00 da yapılacaktı. O günün sabahında TELE1 TV'de Namık Koçak'ın programına canlı yayın konuğu olarak katıldım ve kitabım hakkında konuştuk. Sonrasında Kadıköy CKM'ye gittim. İmza etkinliği başlamadan yirmi dakika önce Sputnik Radyo RSFM'de Ahu Özyurt'un sunduğu programa telefon bağlantısı ile canlı yayına bağlandım. Bu canlı yayın 14:40 da başladı 15:00'a kadar sürdü. Konu sadece kitabım "SARMAL"dı.
  • Yazımı hazırlamam ve göndermem ancak saat 22:10 civarında gerçekleşti. Gün boyunca haberlerden uzak kalmıştım. Haber özetlerini izledim televizyondan. Sayın Cumhurbaşkanı bir otoyol açılışına katılmış ve açıklamalar yapmıştı. Açıklamasında "Libya' da birkaç tane şehidimiz var" demişti. Yanlış duydum herhalde diye düşündüm, Cumhurbaşkanlığı ve Anadolu Ajansı'nın haberlerine baktım. Tekrar dinledim. Gerçekten Cumhurbaşkanı şehitlerimiz için "tane" demişti. İnanılmaz üzüldüm. Bu vatan uğruna gözünü kırpmadan can veren yiğitlerden eşya gibi “tane” diye bahsedilmesi çok üzmüştü beni. Yazımı göndermemiş olsam bu konuda yazacaktım. Şehitlerimizin kaç kişiydi? İsimleri neydi? Bunu öğrenip sosyal medyada paylaşmayı, sonrasında da yazı yazmaya karar verdim.
  • MİT'in Libya'da görev yaptığını ilk duyuran kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan'dır. 2937 sayılı kanuna göre Cumhurbaşkanı suç mu işlemiştir? Kanunda "Cumhurbaşkanı" hariç diye bir ibare var mıdır? Bizler MİT'in nerede görev aldığını nasıl bilebiliriz?
  • Şunu belirtmem gerekir ki benim Twitter paylaşımım ile diğer bahsedilen haber ve fotoğraflar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Sistematik ve planlı ise bu plan nedir? Bu konuda iddia makamının sunduğu tek bir delil yoktur. Bu yanlış bir tahmin, niyetten ibarettir.
  • İddianamenin 7. Paragrafında: “Şüpheli Murat Ağırel’in kullandığı 5322784.. numaralı GSM hattının görüşme kayıtları incelendiğinde, suça konu paylaşımı yaptığı gün saat 14.46 da şüphelinin Sputnik isimli haber ajansına ait (Rossiya Segodnya Uluslararası Haber Ajansı Türkiye İrtibat Bürosu adına kayıtlı) 2128093.. numaraları sabit telefonla 914 saniye, 15 dakika 14 saniye görüşme yaptığı tespit edilmiştir.” denilmiştir. Bahse konu telefon görüşmesi Türkiye'de 6 yıldır yasal faaliyetlerini yürüten Sputnik RS FM’deki Ahu Özyurt’un programına canlı yayında bağlanıp Sarmal adlı kitabım hakkındaki konuşmamdır. Deşifresini, YouTube kaydını, radyonun açıklamasını mahkemenize sunuyorum. 
  • İddia makamı bu görüşme ile ifşa iddiasına yurtdışı bağlantılı olduğu algısını yaratmak istemiştir. Lütfen bana bu iddianın, bilginin, neden iddianamede sanki bir suç deliliymiş gibi sunulmasının mantıklı izahını yapar mısınız? Sayın iddia makamı akla mantığa sığmayan tamamen hayal sınırlarını zorlayan iddialarını, içeriğini sunduğum HTS kaydı ile desteklemeye çalışmıştır.

    Hülya Kılınç: Muhtara 'Şehit MİT mensubu mu?' diye bir soru sormadım ve bu konuda ısrar etmedim

    Hülya Kılınç'ın savunmasından öne çıkan bölümler de şöyle:

  • 20 yıllık deneyimli bir yerel gazeteciyim. Hayatımda ilk defa böyle ağır bir suçlama ve ilk defa ağır ceza mahkemesi karşısında bulunuyorum.
    03.03.2020 tarihinde imzamla yayınlanan haberde “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim” suçlamasını kabul etmiyorum. Benim yaptığım iş, birazdan açıklayacağım üzere, sadece ve sadece gazeteciliktir.
  • Yerel bir gazeteci olarak, yaşadığım bölgede bir şehidin olması ve şehidin törensiz defnedilmesi çok büyük haber değeri taşıyan ve haber yapılmasını gerektiren önemli bir olaydır. Üstelik bu konu haberin yayınlanmasından önce devlet yetkilileri tarafından açıklanmış, özellikle Cumhurbaşkanının “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklamasıyla kamuoyunda yaygın olarak yer almış ve önemli ölçüde ilgi çekmişti.
  • Soruşturma aşamasındaki ifadelerimde yalnızca görüşme yaptığım muhtar ile törende haberde kullandığım iki fotoğrafı aldığım Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisinin adını söylemedim. Bunun sebebi: Ben gazeteciyim. Basın Kanununa göre 'Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama' hakkına sahibim. Haber kaynağımı açıklamak istemedim. Üstelik bu kişilerin, Şehidin cenazesiyle ilgili hazırladığım haber için, bana verdikleri bilgiler görevleri gereğiydi. Biri muhtar, diğer basın bürosu görevlisiydi. Açıkçası, haber hakkında soruşturma yapılması üzerine, benim yüzünden soruşturmaya dahil edilmelerini istemedim.
  • Bir gazeteci olmamın öncesinde bir kadın ve 17 yaşında bir erkek çocuk annesiyim ve her şehit haberinde, çocuğunu kaybetmiş annelerin acısını her anne gibi yüreğimde hissederim. Libya’daki şehitlerimizin olduğunu duyduğumda da bir anne olarak aynı acıyı hissettim.
  • Muhtar veya Aza ile görüşmemde “Bu MİT Şehidi mi?” şeklinde veya 'cenazeden bana fotoğraf bulmaları' konusunda herhangi bir ısrarım olmadı. Şayet böyle bir ısrarım olsa, Muhtar ve Aza bana mesafeli dururlardı. Aza beni Akhisar’a götürmeyi teklif etmezdi.
  • Muhtara “Şehit MİT mensubu mu?” diye bir soru sormadım ve bu konuda ısrar etmedim. Şayet Muhtara 'şehit MİT mensubu' olduğu şeklinde ısrar etseydim, Muhtar Şehitle ilgili paylaşımları hemen kaldırma yoluna giderdi. Oysaki ifademin alındığı 05.03.2020 tarihinde Muhtarın paylaşımları halen açıktı ve silinmemişti. Daha sonra paylaşımlarını silmiş. 
  • Barış Pehlivan: Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum

    Barış Pehlivan ise savunmasında şu ifadeleri kullandı: 

  • Bundan yüzyıllar önce, dünyanın birçok yerinde mahkumlara azap çektirme törenleri yapılırdı. Kişi önce halkın önünde suçunu itiraf eder, sonra vücudu dört ayrı ata çektirilerek parçalanır, yakılır, kül hale getirilirdi. Neyse ki artık modern hukuk sistemi var, rahat olalım değil mi? Ancak Sayın Heyet… Bu davanın soruşturma sürecinde yaşadıklarımızı düşününce benim aklıma hep o sahneler geliyor. Vücut yerine aklın, belleğin ve dolayısıyla gerçeğin nasıl parçalanmaya, nasıl yalan rüzgarında savrulacak kül haline getirilmeye çalışıldığını gördüm.
  • George Orwell’ın bir sözü var: "Geçmişi denetim altına alan, geleceği de denetim altına alır. Şimdiyi denetim altına alan, geçmişi de denetim altına alır." Bizi bu sanık sandalyesine oturtanların temel motivasyonu da işte bu söz. O halde bana düşen; şimdiyi anlamak ve geleceğimizi kurtarmak için geçmişi doğru anlatmaktır. Bunu da yok etmek istedikleri aklımıza, belleğimize ve gerçeğe sahip çıkarak yapacağım.
  • Bundan 9 yıl önceydi. Yine tutukluydum. İlk duruşmaya günler kala, televizyonda bir son dakika haberi vardı. Kaşif Kozinoğlu ölmüştü. Kozinoğlu MİT’in Asya Bölgesi başmüşaviriydi. Hayatımda ilk kez televizyonda yüzünü gördüğüm Kozinoğlu, genel yayın yönetmeni olduğum Odatv’ye bilgi/belge sızdırdığı iddiasıyla tutuklanmıştı. Ve savunmasını dahi yapamadan, çok şüpheli şekilde Silivri’de hayata gözlerini yumdu.
  •  19 ay tutuklu kaldım, beraat ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra avukatlarımla birlikte savcılığa başvurduk ve şunu istedik: Bilgisayarlarımıza Kozinoğlu’ndan gelmiş gibi gizlice yüklenen MİT raporlarını kim koydu? Kozinoğlu’nu öldüren, bizlerin aylarını/yıllarını cezaevinde geçirmemize neden olan o MİT belgelerinin kimin tarafından hem evimize hem ofisimize girerek yüklenildiğini bulun, dedik. Bu şikayetimizin üzerinden yıllar geçti. Bulunmadı, belki de araştırılmadı bile… 9 yıl önceki Odatv davasında; Fethullahçılar bilgisayarımıza MİT belgelerinin yanı sıra sahte dokümanlar da yerleştirmişti. Kendi yazdıkları gerçek dışı örgüt talimatları üzerinden, haberlerimiz suç olarak gösterilmişti. Tarihin tekerrürüne bakın ki o davada 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik' ile suçlanmama delil neydi biliyor musunuz? Odatv’de yaptığımız şehit cenazesi haberleri!
  • Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum. Neyse ki Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler, direkt haberi suç delili yaptılar, diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim?
  • 'Bu, bir şehidin cenazesinin haberi sadece, şehidin asker ya da istihbaratçı olmasıyla ilgilenmiyorduk'

  • Her şey bizden önce ifşa olmasına rağmen, şehidin ailesini düşünerek, onlara bir zarar gelmesin diye, cenazenin kaldırıldığı köyün ve mahallenin adını, mezarlığın adını, şehidin soyadını, anne ve babanın adı ile soyadını yayımlamadık. Tam da burada şuna dikkat çekmek isterim: Odatv’nin yayımladığı "Libya’da şehitlerimiz var" haberi değil. Bu, "Libya’da şehit olanlar MİT mensubuydu" haberi de değil. Bu, bir şehidin cenazesinin haberi sadece. Şehidin asker ya da istihbaratçı olmasıyla ilgilenmiyorduk biz.
  • Kaldı ki… Benim bu haberi verirken özel bir açı bulmam gerekiyordu. Zira şehidin cenazesi 13 gün önce kaldırılmıştı. Haber gazetecilik terimiyle 'bayat görünsün' istemedim. O yüzden "cenazeden kare bulduk" açısı vererek, habere 'güncellik' katmak istedim. Bu nedenle cenazeden vatandaşların ve çelengin görüldüğü 2 karenin üzerine OdaTv imzası koydum. Ama asıl, Hülya Kılınç’ın kendi çektiği mezarlık karelerine ise, bize özel olmasına rağmen OdaTv imzası koymadım. Açıkçası, mezarın üzerine logo koymayı şehide saygısızlık olarak düşündüm.
  • Biz diyoruz ki daha önce ifşa edildi! Savcılar yanıt veriyor: Hayır ifşa edilmedi!

  • Hemen Türk Dil Kurumu’na (TDK) başvuruyoruz ve ifşa nedir, ona bakıyoruz: Gizli bir şeyi açığa çıkarmak. Güzel. O halde savcılar diyor ki: "Ey Odatv! Haberindeki bilgiler ve fotoğraflar daha önce açığa çıkmamıştı, ilk sen yayımladın!" Aslında tam da bu tartışmayı yaparak, burada şunu da demiş oluyor savcılar: "Daha önce ifşa edilmiş olsaydı suçsuzdunuz!"

  • Güzel. Ama anlattım ya, MİT şehidine dair kimlik ve fotoğraflar dahil her şey bizden çok önce alenileşti. Savcılar başka bir şeye işaret ediyor olmalı. Evet, tam da bunu yapıyorlar. Bu davanın, diğer gazeteci sanıklarını suçladıktan sonra, Odatv’nin yaptığını iddia ettikleri ifşaya geliyorlar. Ve diyorlar ki: "Odatv de, cenazeye katılan MİT mensuplarının görüntülerini yayımladı." İddianamede kalın harflerle 'ilk defa' diye vurgulayarak "Nak işte, daha önceden ifşa olmamış bunlar, o yüzden suçlusunuz" diyorlar. Bakınız… Meselenin bam teli burası.

  • 'Şehidin mezar fotoğrafının üzerine saygısızlık olmasın diye logomuzu bile koymadım, onlar ise şehidin mezarının üzerine basarak bize siyasi operasyon yaptılar'

  • Başka MİT mensuplarının cenazelerinden onlarca karenin yayımlandığı haberleri size göstereyim… MİT Başkanı’nın oğlunun düğününden görüntüleri televizyonların nasıl yayınladığından örnekler göstereyim. MİT mensuplarının fotoğraflarını, görevlerini de yazarak devletin valisinin dahi nasıl paylaşımlar yaptığının örneklerini göstereyim… Hal böyleyken… Bu haberler, videolar, paylaşımlar yıllardır açık açık yapılıyorken… Onlara bir soruşturma dahi açmayan Türk yargısı, haberinde MİT Kanunu’na uymak için fevkalade hassasiyet gösteren Odatv’ye neden operasyon yaptı? Evet, neden tutuklandık, neden ayda 10 milyon kişinin takip ettiği Odatv kapatıldı, neden 100 yıllık Gazi Meclis’te adımıza özel yasa çıkardılar, neden tecrit altındayız ve neden sanığız? Madem suç yok, yanlışlıkla mı oldu tüm bunlar?

    'Başımı eğmeden çocuğumun gözlerinin içine bakıp anlatacağım bir mücadeleyi miras bırakmak istiyorum, gerisi lafügüzaf'

  • Ama tüm yaşadıklarıma rağmen diyorum ki iyi ki yazdım, iyi ki yazıyorum, iyi ki yazacağım. Hepsi gerçekti. Yalanlayamadılar. Bunun yerine, bir bahaneyle hapse attılar. Amaç; daha önce yazdıklarımın bedelini ödetmek ve ileride de yazmamamdı. Dedim ya, ben şehidin mezar fotoğrafının üzerine saygısızlık olmasın diye logomuzu bile koymadım. Onlar ise şehidin mezarının üzerine basarak bize siyasi operasyon yaptılar.
  •  Bize sürekli dava açanlar, ölümle tehdit edenler, hapse atanlar şunu anlamıyor… Barış Terkoğlu ile yazdığımız Metastaz’ın birinci sayfasında, kitabımızı ithaf ettiğimiz iki kişi var: "Adil bir gelecekte yaşamaları için Arya’ya ve Ali Derya’ya." Onlar bizim çocuklarımız. Biz, çocuklar adil bir gelecekte yaşasın diye bu çileli yolu seçtik. Ne kadar başarılı olduk ya da olacağız o gelecek için, ileride tarih kitapları yazar. Ama çocuğum yarın "Peki, o günlerde sen ne yaptın?" diye sorarsa, başımı eğmeden gözlerinin içine bakıp anlatacağım bir mücadeleyi miras bırakmak istiyorum. Gerisi lafügüzaf.
gazeteci