CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyen CHP Sözcüsü Faik Öztrak, şu açıklamaları yaptı:
Dün, önce TBMM grubumuzu, ardından Merkez Yönetim Kurulumuzu, yedi düvele karşı yaptığımız, İstiklal Mücadelemizin en önemli kilit taşlarından biri olan, kadim şehrimiz Erzurum’da topladık. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ama Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Başkanımızın talimatıyla, Genel Merkez yönetimimizle, Meclis grubumuzla, sahada çalışmalarını sürdürmeye, milletimizle hemhal olmaya devam edecek. Saha çalışmalarına Erzurum’dan başlamamız ise, elbette tesadüf değil.
Erzurum Kongresi, tam 103 yıl önce 23 Temmuz ile 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplandı. Manda ve himayenin kabul edilmeyeceği, milli iradeyi hâkim kılmanın temel esas olduğu, hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacağı, tüm dünyaya Erzurum’dan ilan edildi. İşte böyle anlamlı bir tarihin yıldönümünde, genlerinde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayı Milliye olan partimizin, seçim sathı mailine girdiğimiz bu dönemde, hak, hukuk, adalet ve milli iradeyi hâkim kılma mücadelesini, Erzurum’dan başlatmasından daha doğal bir şey olamazdı. Erzurum; hem Sayın Genel Başkanımızı hem de CHP grubunu, büyük bir misafirperverlikle bağrına bastı. Erzurumlular da ‘kral değil, kural istiyoruz’ dedi. Bu vesileyle, tüm Erzurumlu hemşerilerimize, bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Dün Merkez Yönetim Kurulumuzun gündeminde, patlak veren KPSS skandalı vardı. Devlet yönetimindeki kriz artık öyle bir noktaya geldi ki, bu ülkede artık güvenilir bir sınav yapılamaz hale geldi. Yine ekonomide derinleşen kriz, artan hayat pahalılığı, ağırlaşan yoksulluk, kurulumuzun gündemindeydi. Ekonomik kriz ve sıkıntıların, dış politikada sebep olduğu kırılganlıkları ve başka ülkelere verilen türlü tavizleri değerlendirdik. Bu sıkıntılardan nasıl çıkacağımızı kurulumuzda tartıştık. ‘Kibir, şeytanın en sevdiği günahtır.’ Kalpteki kibir, insanın aklını başından alır. İnsanı felakete sürükler. Siyasette, bu kibir sarhoşluğu ve güç zehirlenmesi, ‘Hübris’ hastalığı olarak adlandırılır. Hübrise yakalanan siyasetçi, üstüne bir de ülke yönetiyorsa, sadece kendini değil, beraberinde ülkesini de uçuruma sürükler. Bu nedenle hübrise yakalanan siyasetçilerin bir an evvel sandıkta biletinin kesilip evine gönderilmesi, bir ulusun huzuru, refahı ve çocuklarının geleceği açısından, son derece önemlidir. Peki, bu illet nasıl ortaya çıkar? Belli başlı belirtileri nelerdir? Hübris illetine yakalanan siyasetçi, narsistleşir. Kendisini her şeyin merkezinde görür. Devlette ne kadar makam, mevki varsa, kendi ‘lütfu keremi’ sanır. Benim bakanım, benim valim’ diye başlayan cümleler, ya da; ‘İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık’ gibi, kendisiyle, devleti özdeşleştiren, ‘Ben varsam devlet var’ tarzı ifadeler, işte bu illetin tezahürleridir. Bu illete yakalanmış siyasetçi, kendi kaderiyle ülkesinin kaderini bir görür. ‘AK Parti’nin kaderi ile ülkenin kaderi et ve tırnak gibi birbiriyle iç içe geçmiştir’ sözleri, bu dermansız illetin sonucudur. Kibir hastalığına yakalanan siyasetçi, kendisini öyle bir mertebeye koyar ki, artık yaptıklarından dolayı mahkemelere değil, Bir tek Allah’a hesap vereceğini düşünür. Devletin askeriyesini, adliyesini, mülkiyesini, maliyesini FETÖ’cülere teslim eder. Ortaklık yaptığı bu hainler darbeye yeltenir. Millet iradesinin tecelligâhı Meclisimizi bombalar. Milletimiz, devletini sokaklardan toplar. Bunun için canını verir. Şehit olur. Ama tüm bunlara sebep olan kibir abidesi çıkar, Rabbim ve milletim beni affetsin’ deyip, işin içinden sıyrılmaya kalkar. Kibir illetine yakalanan siyasetçi ülkesinin gerçeklerinden de tamamen kopar. Ülkesinin yurttaşları araba sahipliğinde, Avrupa sonuncusudur. Emeğiyle geçinenlerin bir otomobil sahibi olma umudu bile, onun hatalarıyla çalınmıştır. Ama o çıkar: ‘Herkesin altında maşallah arabası var’ diyebilir. Vatandaşları, ucuz ekmek kuyruklarında saatlerce beklerken, o kibir abidesi çıkıp, ‘Aç kalan yok, kriz yok, hepsi manipülasyon’ der. Kibir hastalığına tutulan siyasetçi, kendisini her türlü hatadan münezzeh görür. Hiçbir uyarıyı, eleştiriyi kabul etmez. Kendisini eleştirenleri yanından birer birer uzaklaştırır, sarayında giderek yalnızlaşır. Kibirli siyasetçinin güç sarhoşluğu, altındakilere de yansır. Devleti, partilerinin devleti olarak görürler. Kendileri çoluk çocuğunu devlet protokolünün asli unsuru yapar. İl başkanları, Mehmetçiklerimizi sıraya dizip, kendilerini karşılatmaya cüret eder. İşte bugün ülkemiz ne yazık ki, milleti unutan, iyi olan her şeyi kendinden menkul sanan, kendi hatalarının sorumluluğunu üstlenmeyen, kibir abidesi Erdoğan ve şürekâsı elinde, bir buhrandan diğerine sürükleniyor.
Memnuniyet ve övgüler Erdoğan’a, şikâyet ve sorunlar Bay Kemal’e… Erdoğan’ın yetkisi çok ama sorumluluğu hiç yok. Bu kibir abidesi bir safsatanın peşine takılır, bakanları, Merkez Bankası Başkanlarını görevden alır, ‘Liyakat değil, bana sadakat önemli’ der. Enflasyonu durduk yere şaha kaldırır. Sonra da bunun sorumluluğunu, ‘Dış güçlerin, küresel dalgalanmaların, bölgesel gerilimlerin, içerideki tamahkârların;’ üzerine atmaya kalkar. Merkez Bankası Başkanını muavin koltuğuna oturtur. Bankanın sürücü koltuğuna geçer. Tabela faizini talimatla yüzde 19’dan 14’e kendi indirtir, sonra da çıkıp ‘nassımın gereği’ der. Enflasyon yüzde 16’dan, yüzde 39’a çıkar. Sarayın kibirlisi, ‘Rabbimiz sizi korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınar. Sabredin’ der. Bunu dedikten sonra, enflasyon 7 ayda yüzde 36’dan, bu kez yüzde 80’e çıkar. O yine hiç sıkılmadan, bir kez daha 6-7 ay sonrasına randevu verip, milletten sabır istemeye devam eder. Firavunlaşır, Karun olur. Ama sıkılmadan Harun pozlarına girer. Yüce Allah, böyle bezirgânların varlığını çok iyi bildiği için, ‘Aldatan, sizi Allah ile aldatmasın’ diye, tüm kullarını açıkça uyarmıştır. Altını çizerek söyleyelim bugün mutfaklarda tencereler boşsa, pazar tezgâhları, market rafları yangın yeriyse, millet ucuz ekmek için saatlerce sırada bekliyorsa, çocuklar yatağa aç giriyorsa, alnının teriyle çalışanlar için, ev almak, araba almak artık hayal olduysa, bunun sorumlusu, ‘Ben ekonomistim’ diyen, ‘Ekonominin sorumlusu benim, ben’ diye böbürlenen, Erdoğan’dan başkası değildir.
Bugün Temmuz enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK’e göre aylık enflasyon yüzde 2,4’müş… İki gün önce İstanbul Ticaret Odası ‘yüzde 4,1’ dedi. Bağımsız iktisatçılardan oluşan ENAG bugün ‘Yüzde 5’ dedi. Temmuz enflasyonu için piyasa beklentisi ise ‘Yüzde 3,2’ idi. TÜİK’in açıkladığı enflasyon, bunların hepsinin altında. Makyaj giderek ağırlaşıyor. TÜİK üzerindeki Saray vesayeti, artık objektiflerden de saklanmıyor. TÜİK Başkanının, tam da enflasyon rakamları açıklanmadan önce, saraya yaptığı ziyaret, amacına ulaşmış görünüyor. Ama şunu da hatırlatalım, kalabalıkta işlenen suçun, tenhada özrü olmaz. Enflasyon istatistikleriyle oynamak, milletimizin ücretini ve maaşını taammüden gasp etmektir. TÜİK yöneticileri de sayın Genel başkanımızın söylediklerini dikkate alsın. Sarayın tetikçiliğine soyunmaktan vazgeçsin. Artık herkes şunu biliyor ki; ‘Enflasyon en büyük halk düşmanıdır.’ Erdoğan milletimizi bile isteye, bu canavarın dişlerinin arasına atmıştır. Enflasyonu tarihimizde görülmemiş bir hızla azdırmıştır. Bugün yıllık tüketici enflasyonu yüzde 79,6. Üretici enflasyonu ise yüzde 144,6. TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile, tüketici enflasyonu, 1998 Eylül ayından bu yana en yüksek seviyesinde. Üretici enflasyonu ise Cumhuriyet tarihimizin, en yüksek seviyesinde. Böyle bir üretici enflasyonunu ne 1994 krizinde, ne 2001 krizinde, ne de 1970’lerde gördük. Her ne kadar, ‘Minareyi çalan, kılıfını uydurmaya çalışsa da’ Minare o kadar büyük ki, artık kılıfa sığmıyor. Dünyada son bir yılda, gıda fiyatlarındaki artış yüzde 23. Bizdeki gıda enflasyonu yüzde 95, dünyada son bir yılda et fiyatlarındaki artış yüzde 13. bizde yüzde 90. dünyada tahıl ve tahıl ürünlerindeki enflasyon yüzde 28. bizde yüzde 118 dünyada şeker fiyatlarındaki artış sadece yüzde 9. bizde yüzde 153. Erdoğan’ın bu fahiş zamları hiçbir kılıfa sığmaz. Milletimiz Erdoğan’ın ne yaptığını görüyor, notunu da veriyor. Milletimiz bugün hayat pahalılığı altında inim inim inliyorsa, bunun tek bir sorumlusu vardır. O da; kibir abidesi Erdoğan’dır. Son dört yılda bu ülkede, Üç Hazine ve Maliye Bakanı, dört Merkez Bankası Başkanı, beş TÜİK Başkanı gördük. Gelen, hep gideni arattı… ‘Artık bu kadarı da olmaz’ denilen ne varsa oldu. Paramızın itibarını korumakla görevli kurumun itibarı, beş paralık edildi.
Bundan 1,5 yıl önce, Erdoğan’a yakın bir gazete, ‘Bu operasyonu kim adına çektiniz?’ manşetiyle, önceki Merkez Bankası Başkanı’nı hedefe koydu. Bu manşetin, Erdoğan’dan habersiz atılması mümkün mü? Elbette değil. Atanan Merkez Bankası Başkanı da, aynı gazetede kalem oynatan eski bir AK Partili vekildi. Sarayın istediği oldu. O gün attıkları manşette, ‘Türkiye, yüksek faizde üçüncü dünya liginde’ diyorlardı. Bugün Türkiye, hala faizde üçüncü dünya liginde… Ama artık Türkiye, sadece faizde değil Enflasyonda da üçüncü dünya liginin zirvesinde… Şimdi biz soruyoruz: ‘Millete çekilen bu operasyonu, siz kimin adına çektiniz?’ Çünkü bu sıradan bir iş değil. Hata bir kez yapılırsa, hata olur. Hata sürekli tekrarlanırsa, bu bir tercihtir. Bir kez daha soruyoruz: ‘Siz kimin adına bu operasyonu çektiniz?’
Sanayicinin krediye erişim imkânı kalmadı. Dövize sıkışan Hükümet, bir yandan Merkez Bankası, bir yandan BDDK eliyle, kredi musluklarını kapatıyor. Sanayicinin, ihracatçının elindeki dövizlere el koyuyor. Aba altından sopa gösterip, sanayiciye ‘Elinizdeki dövizi satın’ diye baskı yapıyorlar. En son İstanbul Sanayi Odası’nda, görülmemiş bir skandal yaşandı. Muavin koltuğunda oturan Merkez Bankası Başkanı, kendisine derdini anlatan sanayiciye demediğini bırakmadı. Yok, sanayici aldığı düşük faizli krediyle, 55 milyar dolarlık döviz almış… Yok, sanayici stokçuluk yapıyormuş… Yok, ucuz krediyle döviz alan sanayicilerin listesi ellerindeymiş… Anlaşılan Merkez Bankası Başkanı muavin koltuğunda, sanayicileri fişlemiş. Sen direksiyonu sarayın kibirlisine kaptırmışsın. Kanunen sana verilen enflasyonu düşürme görevini, yerine getirememişsin. Milli paramızın değerini pul etmişsin. Sanayicinin üretim maliyetleri almış başını gitmiş. Bak işte üretici enflasyonu yüzde 145 olmuş. Sayenizde sanayicinin işletme sermayesi her gün eriyor. Bugün aldığı hammaddeyi, ara mamulü, yarın kaça yerine koyacağını bilmiyor. Ticarette vade, kontrat kalmadı. Bunlar sizin ‘şambrele yama’ politikanızın sonucu… Ama artık lastik yama tutmuyor. Ve hiç sıkılmadan siz çıkıp üreticiyi, sanayiciyi suçluyorsunuz. Tabi ön teker nereye, arka teker de oraya.
Erdoğan sağa, sola bağırarak, ülkeyi yönetebileceğini sanırsa, atadığı Merkez Bankası Başkanı da, sağa sola ayar vererek, sanayiciyi tehdit ederek, para politikasını yöneteceğini sanır. İşbaşında bu kibirli kafa, yönetimde böyle kifayetsiz bürokratlar oldukça, sanayicilerimiz de enselerini bu kadar açıkta bıraktıkça, Daha çok tokat yerler. Moralleri daha çok bozulur. Üretim, yatırım daha çok sekteye uğrar. Uğramaya başladı da zaten. Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi PMI, son beş aydır kritik eşik 50’nin altında seyrediyor. Bu önümüzdeki günlerde sanayideki zorlu koşulların, daha da ağırlaşacağının göstergesi. Milletimiz artık şunu çok iyi anladı. İş ehline verilmezse, tarlaya karga, ambara fare, fırına hırsız, memlekete harami dadanır. Herkese yetecek ekmek, kimseye yetmez olur. Ülkede güven kaybolur.
Devlette yönetim krizi her gün büyüyor. Ülkemiz yönetilmez halde. Gün geçmiyor ki büyük bir skandal patlamasın. İşte dün yaşadığımız skandal; bu kifayetsiz kadrolar, sağlıklı bir şekilde, Kamu Personeli Seçme Sınavı dahi yapamıyor. Bu milletin evlatlarının umutları, geçmişte çalınan sınav sorularıyla çok yandı. FETÖ ile beraber çok kul hakkına girdiler. Gençlerimizin umutlarını çaldılar. Erdoğan o dönemde başbakandı. Ve dönemin ÖSYM Başkanı için soruşturma izni vermeyerek, sınav sorularının çalınmasıyla ilgili iddiaların araştırılmasını, bilerek, isteyerek engelledi. Dün de yine sınav sorularının dışarıya sızdırıldığına yönelik, sosyal medyada çok ciddi iddialar ortaya atıldı. Bunlar öyle mesnetsiz iddialar da değil. Ama ÖSYM yemeden, içmeden, doğru düzgün araştırmadan iddiaları hemen reddetti. Ardından artan kamuoyu baskısıyla, Erdoğan’ın Devlet Denetleme Kurulu’na, bu konuyu inceleme talimatı verdiği söylendi. Sonra da Erdoğan aynı gün gece yarısı, ÖSYM başkanını, apar topar görevden aldı. Hayrola, bu ne telaş! ÖSYM Başkanını kurban verip, bu işten sıyrılmayı mı düşünüyorsunuz. Yoksa giderayak devlete yandaşlarınızı doldurmaya çalışırken, operasyon elinizde mi patladı? ÖSYM Başkanına tavsiyemiz, bu işi birilerinin talimatıyla yaptıysa, daha önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar’ın yaptığı gibi, kendisine talimat vereni açıklasın. Yoksa bu pilav daha çok su kaldırır. Çalınan her soru, gençlerimizin çalınan hayatıdır. Sınav sorularının çalındığı iddialarının, ciddiyetle ele alınması gerekir. Bu sınavı kazanan, töhmet altında olduğu için, kaybeden de hakkının yendiğini düşündüğü için mağdurdur. Bu, yandaş olmayan gencin hakkını gasptır derhal soruşturulmalı, ardından da gereği mutlaka yapılmalıdır. Kamuoyunun vicdanı hemen rahatlatılamalıdır. Biz bu konunun takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Bu arada ÖSYM’nin ilgili olduğu YÖK Başkanı, neden sus pus? Bu skandallar iş başında liyakatli, emir eri olmayan bürokratlar olsa yaşanmazdı. Sınav sorularını koruyamayacaksın. Sınırlarımızı koruyamayacaksın. Şehirlerimizi koruyamayacaksın. Paramızın değerini koruyamayacaksın. Merkez Bankası kasasını koruyamayacaksın. Beceriksizliğin bu kadarı da gerçekten çok özel bir çaba gerektirir. İnsan ister istemez, ‘Bu kadar hata gerçekten tesadüf olamaz’ diye düşünüyor.
Ne yazık ki ülkemiz, ‘Ya benimsin ya kara toprağın’ diyen sakat bir anlayışın elinde… Bu sakat anlayışın koltukta kalmak için, vermeyeceği taviz, çiğnemeyeceği ilke ve değer yok. İşte en son Rusya ile yaşanan Akkuyu Nükleer Santrali meselesi… Biz komşularımızla karşılıklı saygı temelinde, iyi ilişkilere sahip olunmasını isteriz. Rusya, Türkiye’nin önemli bir komşusudur. Ancak defalarca uyarmamıza rağmen, son dönemde başta enerji olmak üzere, pek çok alanda ülkemiz aleyhine, asimetrik bir bağımlılık oluşmuştur. 2021’de toplam doğalgaz ithalatımızın yüzde 45’i Rusya’dandır. Ve yaşadığımız güncel bölgesel krizler de göstermiştir ki, Rusya, menfaati icap ettiğinde, enerjiyi bir silah olarak kullanabilmektedir. Enerjide kaynak ülke çeşitliliğini artırmak, Türkiye için stratejik bir tercihtir. Bu hakikate rağmen, ülkemiz nükleer enerjide de, Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir. Rusya hem Akkuyu’da kurduğu nükleer santralin hem de Akkuyu’da üreteceği elektriğin sahibidir. Türkiye sadece, bu elektriğin tüketicisidir. Hem de üretilecek elektriğin kilovatsaatine, KDV hariç 12,35 sent gibi, fahiş mi fahiş bedel ödeyen bir tüketici… ‘Hadi nükleer teknolojiyi öğreneceğiz’ desek, o da mümkün değil. Çünkü santralin işletme ve bakımı da dâhil tüm iş süreçlerinden Rusya sorumlu. Santralin hiçbir yerinde yerlilik, millilik yok! Hal böyle iken Akkuyu’nun inşaatını gerçekleştiren, Türk firmanın sözleşmesi de, bu hafta Ruslar tarafından feshedildi. İnşaat işi Rusya’ya ait bir devlet şirketine kaldı. Açıkçası ‘Bu işin ardında ne var?’ biz anlayamadık. İnşaatı gerçekleştiren Türk firması ehil bir firma değilse, nükleer Santral gibi çok hassas bir inşaatta neden yüklenici oldu? Yok, söz konusu firma bu işlerde ehilse, Ruslar tek taraflı olarak bu firmanın işine neden ve nasıl son verdi? Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın bu süreçten haberi var mı? 2010’da Rusya ile imzalanan ve ardından Meclis’te onaylanan milletlerarası antlaşmada, ‘Anlaşmanın uygulanması veya yorumlanmasında ilgili taraflar arasındaki uyuşmazlıklar, Enerji Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve Rus Rosatom arasında karşılıklı istişare ve müzakereyle çözülür’ diyor. Buna göre, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı bu işin bir tarafında olmalı. Ama Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sus, pus… Milletten ne saklanıyor? Santralin inşaatı için, Rusya’dan 9,6 milyar dolar civarında bir kaynağın yine Türkiye’de bu işi yapan Rus şirkete aktarılacağı söyleniyor.
Ruslar, Türk ekonomisinin sıkıntılarını görerek bu parayı Türkiye’ye önden yüklemeli gönderme karşılığında acaba Türk firmasının inşaat işinden ayrılmasını şart mı koştu? Yoksa para karşılığında Ruslara, Akdeniz’de vatan topraklarında liman mı sattınız? Rusların Akdeniz’e inme hayallerini gerçekleştirmelerine birkaç dolar için izin mi verdiniz? Bunların cevabını öğrenmek aziz milletimizin hakkıdır.
Bu hafta Erdoğan Soçi’ye, Putin ile buluşmaya gidecek. Tam da bu ziyaret öncesi, Rusların yaptığı bu operasyon neyin nesidir? Biz bu soruların takipçisi olmaya devam edeceğiz. Sarayın kibirlisi artık gideceğini biliyor. Giderken de yağmaya, talana hız veriyor. Bu yılın hemen başında bir torba kanunla bazı limanların 49 yıldan az süresi kalmış işletme hakkı sözleşme süreleri ihalesiz bir şekilde 49 yıla kadar uzatıldı. Bu limanların çoğunu sarayın yandaşları işletiyor. Biz bu hukuksuzluğu, Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık. Anayasa Mahkemesi de aldığı kararla, ‘Özelleştirmede hâkim olması gereken, serbest rekabet ve eşitlik ilkelerinin ihlal edildiğini; yapılan düzenlemenin söz konusu limanların gerçek özelleştirme değerlerine ulaşmasını engelleyebilecek nitelikte olduğunu’ hükme bağladı. Böylece Meclisimizin dolandırıcılığa ihaleye fesat karıştırmaya alet edilmesini engellemiş olduk.
Şimdi buradan açıkça uyarıyoruz. Tüyü bitmedik yetimin hakkını yemek adına bu talanları bir sözleşmeye bağladıysanız bunu derhal iptal edin. Yoksa gelir gelmez, iki elimiz yakanıza yapışır. Aziz milletimiz; sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, umutsuzluğa yer yok. Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında iş başına geleceğiz. Eğitimden sağlığa, dış politikadan güvenliğe, alt yapıdan üretime, ekonomiden tarıma… Erdoğan’ın bozduğu ne varsa biz düzelteceğiz. Biz, insanlarımızın geleceğine umutla baktığı, çocukların yatağa aç girmediği bir ülke için geliyoruz. Hayat pahalılığını yenmeye, milletimize rahat bir nefes aldırmaya geliyoruz. Üreterek kazanan, kazandığını hakça paylaşan bir ekonomiyi, milletimizin hizmetine sunmak için geliyoruz. Bu ülkenin insanlarından çalınan ne varsa, hepsini milletimize geri vermek için geliyoruz. Biz, bu güzel ülkenin, bu asil milletin hiçbir ayrım olmadan dünyada her şeyin en iyisini hak ettiğine inanıyoruz.
Genel Başkanımız, askeriyeye, adliyeye ve camiye siyaset sokmayın diye bu yönetimi defalarca uyardı. Ama onlar ders almıyorlar. Giderayak da gemiyi azıya almış vaziyetteler. Sayıştay Başsavcılığı’na parti komiseri koyuyorlar. Korku dağları bekliyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar; Miri malının balık kılçığı olduğunu, yutmak isteyenin boğazında kalacağını herkes görecek.
Bu ülkede kadınlar, çok rahat tehdit edilir hale geldi. Bu olaylar münferit diyerek, sorumlularına meczup denilerek geçiştirilemez. Bunlar dikkatle takip edilmelidir. Üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Çok açık ifade ediyorum. Kimsenin kadın olsun erkek olsun; bir başkasını tehdit etme hakkı yoktur. Devletin görevi böyle bir tehdit söz konusu olduğunda bunun üzerinde hassasiyetle durmaktır.”