HDP Milletvekili Pervin Buldan, Cizre'de plazma televizyonun ‘Ben bu vatan için savaşıyorum ama evimde böyle televizyon yok’ notuyla kurşunlandığını öne sürdü. HDP İstanbul Milletvekili Pervin Buldan, Evrensel'den Meltem Akyola konuştu. O konuşmanın ilgili bölümü şöyle;
CİZRELİNİN TELEVİZYONUNA BİLE ÖFKE DUYMAK!
HDP İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkan Vekili Pervin Buldan ile ayaküstü konuşuyoruz. Buldan bir evde yemek tabaklarına dışkı yapıldığını ve dolaba konduğunu anlatıyor, bir başkasında plazma televizyonun ‘Ben bu vatan için savaşıyorum ama evimde böyle televizyon yok’ notuyla kurşunlandığını anlatıyor. Ben de ona bir başka evde kadın iç çamaşırlarının etrafa saçıldığını ve yanlarında kullanılmış prezervatifler olduğunu anlatıyorum. Bunu konuştuğum kadın, çamaşırlara bunu yapan sağ yakaladığı kadınlara ne yapmaz ki diye öfkeyle soruyor.
EVLERDEN CESET KOKUSU GELİYOR
Tek katlı evin önünde duruyoruz, içeride çocuklar, anne, baba var. Evde öylece dolaşıyorlar. Aslında günlerdir buradalar, yasak kısmi olarak kalkınca hemen gelmişler. Ama yeni görmüş gibi bir kez daha bir kez daha dolaşıyorlar. İçeride sağlam kalmış, ne kadar sağlam siz düşünün artık bir kanepe ve bir elektrikli soba var. Yastıklar, eşyalar yerde. Etrafta moloz yığınları da var. Cizre’nin toplamına hakim olan o koku da eksik değil, ceset kokusu. İçeri giriyoruz. Ev Cudi Mahallesi’ndeki diğer pek çok ev gibi harabeye dönmüş. Ama evin duvarları, kocaman delikleri saymazsak hâlâ ayakta, gelip evinin yerinde sadece moloz yığınları görenler de var. Baba Rıdvan Budik ile birbirimize bakıyoruz, iki elini yana açıyor. Eve şöylece bir bakıyoruz, sonra bahçe tarafına çıkıyoruz. Televizyon bahçede, kurşunlanmış, diğer pek çok evdeki gibi.
Rıdvan Budik Şoför. Yasak başladığında Irak’taymış, eşini arayıp çıkmalarını istemiş, anonslar başlayınca da çıkmışlar. Sadece birkaç elbise alabilmişler, dönüşte böyle olacağı aklılarına gelmemiş. Budik Eşim çocuklar köyde, Silopi’nin bir köyünde babası var, oraya gittiler. Ben Irak’tan yasağın 52. günü geldim” diyor.
HİÇBİR ŞEYİMİZ KALMAMIŞ
Dönüşte eşiyle 3 hafta kadar da Güçlükonak’a, annesinin dayısına gitmişler. Sonra yasak kısmi olarak kalkınca hemen dönmüşler. ‘Ne yapıyorsunuz, nerede kalıyorsunuz’ diye soruyorum. Evi gösteriyor Budik ve Burada bir battaniye kalmış şu odada yatıyoruz. Bir akşam, iki akşam değil ki başka bir yerde kalalım. Çocuklar hastalandı, gece götürdük. Biz bir yere de gidemiyoruz, kalacağımız yer de yok, sığınacak bir yerimiz de yok, bu çocuklar ne olacak, ben burada da kalırım ama çocuklar burada kalamaz. Kiralık ev de yok olsa zaten para da yok, hiçbir şey yok bizde. Zaten borç yapıp yiyiyoruz. Bir yaşlı babam, o da engelli, 3 tane çocuğum var. 6 kişiyiz. Babamı abimin yanına gönderdik. Gördüğün gibi hiçbir şeyimiz kalmamış” diye yanıtlıyor.
AĞLAYACAK YAŞIMIZ KALMADI…
Bundan sonra peki diye başlayacak oluyorum soruya, biraz susuyor önce, anlatıyor sonra Gözlerimizde yaş kalmadı artık, bir gün ağlayacağız, iki gün ağlayacağız, bir ay ağlayacağız, iki ay ağlayacağız. Ne kadar, nereye kadar? Valla ağlayacak gözyaşımız da kalmadı. Aynı Suriye’deki insanlar gibi olmuşuz. Her akşam bir yerde, bu odanın bir köşesinde kalıyoruz. Bu kokunun ortasında kalmışız, artık kimse borç da vermiyor. Bu millet nereye gidecek, ne yapacak. Biz de bu devletin vatandaşı değil miyiz? Ben çocuklarıma bakıyorum, eşime, babama, komşularıma bakıyorum. Artık ne diyeceğimi bilemiyorum. Gözlerini açıp bize baksınlar, sırtlarını dönmesinler, görsünler” diye bitiriyor sözlerini.