Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, gündeme ilişkin olarak Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtladı.
Sayan şunları kaydetti:
İstanbul’daki AK Parti teşkilatlarında Kürtlerden geçilmiyor. Birçok yerde Kürt aday var. Herkes diline 'Kürtler oy vermedi' cümlesini pelesenk etmiş. Sonra da PKK kozu konuşuluyor. Önce bir mantıklı olun, PKK ile Kürtleri birbirinden ayırın. Öcalan’ın sözlerini neden İstanbul seçimleriyle bağdaştırıyorlar? Bu da bir oyun, bu da bir tezgâh. Biraz önce bir video izledim; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bese Hozat, açık açık İmamoğlu’na oy istiyor. Bu ayrı bir şey. Neden Kürtleri bunun içine katıyorsunuz? O zaman siz bütün Kürtleri PKK’lı olarak görüyorsunuz?
PKK kendi kitlesine yönelik bir mesajda bulunduğu zaman, bu İstanbul’da bütün Kürtlere mi söyleniyor? Böyle bir şey yapmak Kürtlere saygısızlıktır. Ben Kürdüm. Benim gibi, AK Parti’ye oy veren milyonlarca Kürt var. MHP’de, CHP’de, başka partilerde siyaset yapan Kürtler var, bir de PKK’ya ait Kürtler var. Bir milleti topyekûn PKK’nın güdümüne sokmak, sadece ondan medet ummak Kürtlere bir saygısızlıktır.
Par'ın sohbetin devamında yönelttiği bazı sorular ve Sayan'ın bunlara verdiği yanıtlar şöyle:
- Öcalan PKK’nın Suriye kolu SDG’ye de bir çağrıda bulundu, 'Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olun' dedi. Bu açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Dediğim gibi Öcalan, Amerika’nın PKK’yı kullandığını gördü. Hem Türkiye’ye hem Suriye’ye saldırtıyor. Orada büyük bir savaşa sebep olacak. Bu savaş çıktığı zaman ve orman yandığı zaman, aslan da içinde yanacak, öbürü de yanacak, diğeri de yanacak. 'Buna alet olmayın' diye kendi örgütüne çağrı yaptı.
- Öcalan’ın açıklamasında dikkat çeken noktalardan bir tanesi de 2013 Nevruz’undaki mektubuna atıfta bulunmasıydı. Öcalan’ın bu açıklamasıyla ilgili Yeni bir çözüm sürecinin başlangıcına işaret” yorumları yapıldı, ne dersiniz?
Çözüm süreci çok iyi niyetlerle başlamıştı. Bölgede müthiş bir rahatlık yaratmıştı. İnsanlar tedirgin olmaktan kurtulmuştu. Artık ölümlerin olmayacağına, bir kardeşlik havasının hâkim olacağına canı gönülden inanmışlardı. Bunu gören hâkim güçler, Türkiye’nin şahlanacağını, savaşta harcanan parayla Türkiye’nin bölgede yıldız bir ülke olacağını anladı ve mutlaka çözüm sürecini bozmak istedi. 1990’ların başında, Kürtler dağa çıksın diye şiddetli işkenceler yapılmıştı. Filistin askıları, insanlık dışı muameleler yapılmıştı.
Bunun temel sebebi Kürtlerin dağa çıkmasını istemeleriydi. Türkiye’de isyan başlasın, ülke bölünsün parçalansın” isteği vardı. Bunu isteyen bir kısım FETÖ’cülerin, ABD’yle iş tutan işbirlikçilerin o günkü planları buydu. Çözüm sürecinde ise bunların dağdan ineceğini, Türkiye’nin rahatlayacağını anladılar. Bu sefer, dağa gönderdikleri insanların geri dönmemesi için bir tezgâh içine girdiler. Hendek savaşlarıyla, oradaki birtakım senaryolarla bu tezgâhı başlattılar. Çözüm sürecini bozanlar, dış güçler ve onun elinde olan PKK gibi örgütler, Türkler ile Kürtlerin kardeşliğini hazmedemedi. HDP demiyorum, HDP’nin içinde bu anlamda çok iyi niyetli siyasetçiler var. Elbette ki göbekten PKK’ya bağlı siyasetçiler de var ama gerçekten iyi niyetli, bu işin siyasi anlamda bir çözüme kavuşması gerektiğine dair önemli görüşleri olan siyasetçiler de var.
Bunu bozdular, Türkiye’ye çok büyük haksızlık ettiler. Çünkü Tayyip Erdoğan siyasi hayatını bu işe adamıştı. Türkiye’de Kürt kardeşlerimiz her şeyi kabullenmişti. Yeter ki kan akmasın, insanlarımız birbirini öldürmesin. Oğlu askerde şehit olan Yozgatlı anne, dağda oğlu öldürülen Kürt annesini gerçekten kabullenmişti. Bu çok önemli bir olay. Kucaklaşabilirlerdi, ki bunu yaptılar da. Ama bunu gören, yıllardan beri Türkiye’yi parçalamak isteyen güçler süreci kendi kötü emellerine alet etti.
Öcalan son dönemde bunları gördü. Çözüm süreci olsaydı Türkiye’nin ne kadar rahatlayacağını gördü ve örgütüne tekrar bunu hatırlatıp, Dikkatli olun. Amerika sizi bir defa kullandı, ikinci defa da kullanıyor. Bu sefer sadece Türkiye’de değil, bölgede bir ateşe benzin döküyorsunuz. Bu da o coğrafyanın komple yanması anlamına gelir. 10 bin kilometre ötedeki ABD’nin bize bir faydası yok. Aman bu coğrafyayı yakmayın” dedi. O anlamda SDG’ye çağrı yapıyor.
'ÖCALAN BUNLARI EĞER İYİ NİYETLE SÖYLEMİŞSE BU ÖNEMLİ BİR AŞAMA'
- Bu anlamıyla Öcalan’ın açıklamalarını PKK’ya kıyasla daha makul buluyorsunuz, öyle mi anlamalıyız?
Arka planda kafasında ne yatıyor bilmiyorum. Nihayetinde teröre bulaşmış, yöneticilik yapmış bir kafa. Dolayısıyla kafasının arkasında ne olduğunu hesaplamam mümkün değil. Devletin güçleri belki benden daha fazla bilgi sahibi. Eğer iyi niyetle söylemişse, ben bu anlamı çıkarıyorum: Anladı ki bu işlerin Türkiye’ye, dünyaya, Kürtlere faydası yoktur. Geldiği noktada bunlar eğer iyi niyetle söylenmişse bu önemli bir aşama.
Ama yok, başka bir mevzi kazanmak ya da başka bir planın parçasını devreye sokmak için söylenmişse, buna da zaten Türkiye kırk yıldır müsaade etmedi, bundan sonra da müsaade etmeyecektir. Bunu kabullenmemiz lazım. Ama biz Kürtler bu saatten sonra şapkamızı önümüze koyup çok iyi düşünmek zorundayız. Bizim ülkemiz Türkiye’dir; bu ülkeden başka ülkemiz yok. Bu ülkenin toprağında, bayrağında bizim kanımız var. Nevroz’da niye 500 bin kişinin elinde Türk bayrağı dalgalanmıyor, bunu çok merak ediyorum.
Madem ki Biz ülkemizi bölmek istemiyoruz” diyorsak, bunu HDP’li siyasetçiler de söylüyorsa, o zaman niye biz Nevroz’da 500 bin tane Türk bayrağını sallamıyoruz? Niye korkuyoruz? Niye PKK’ya meydan okumuyoruz? Niye çözüm sürecinde HDP’li siyasetçiler, Silahı bırakacaksınız, bu işin başka çaresi yok. Biz yorulduk. Ne yapmaya çalışıyorsunuz?” demedi? Bunu dememiz lazım.
- Adına çözüm süreci” denmese bile, Öcalan’ın bu mesajı önümüzdeki süreçte yeni bir sürece, yeni bir açılıma işaret mi?
Türkiye’de süreçler Abdullah Öcalan’ın laflarıyla başlamaz. Kendileri laflarıyla bozabilir. Türkiye’de bir devlet vardır, bir hükümet vardır, içimizde bir problem varsa bu problemi çözme iradesine sahip bir millet vardır. Türkiye zayıf bir ülke değildir.
- Peki, Savcı Sayan öyle bir sürece ihtiyaç olduğunu düşünüyor mu?
Türkiye’de bir problem varsa, bu problemin çözümü için anayasal çerçeve içerisinde milletle her zaman konuşulur. Kürtlerle ilgili bir sorun varsa çözelim” dediğimizde niye herkes bize İmralı’nın, Kandil’in yolunu gösteriyor? Niye bu haksızlığı yapıyorlar? Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, bakanları ya da ana muhalefeti Doğu ve Güneydoğu’daki halkla oturup, Kardeşim, sorununuz nedir?” diyemeyecek mi? Oralara müsaadeyle mi gireceğiz? PKK’dan ya da İmralı’dan pasaport mu alacağız? Böyle bir şeyi Kürtlere de Türklere de haksızlık olarak görüyorum.
Bu ülke bizimdir, aynı evin içerisinde yaşıyoruz. Aynı babanın, aynı memleketin, aynı coğrafyanın evlatlarıyız. Evlatlar arasında bir sorun varsa, bu sorunu evin içinde çözeriz. Niye hep dışarıdaki komşulara ya da evimizin huzurunu istemeyenlere müracaat ediyoruz? Bunu tartışmak lazım. Kürtlerle ilgili bir çözüm veya seçim konuşulurken niye herkes İmralı’yı veya Kandil’i gösteriyor? Kürtlerin oyu da, Kürtlerin sorununun çözümü de bunların elinde değildir.
Terör boyutu Kandil’de olabilir. Ama o zaman herkes buna birlikte karşı çıkmalı ve nasıl çözüm getiririz diye kafa yormalı. Kürtler kendi evindeki yoksulluğu, işsizliği bir sorun olarak oraya havale ediyor, dolayısıyla çözüm de oradadır” demek bana göre biraz zafiyettir.
- Bir yandan da Suriye’de kurulacak güvenli bölge ile ilgili ABD bir çözüm bulmaya çalışıyor. SDG Komutanı Mazlum Kobani geçtiğimiz günlerde, Türkiye’yle dolaylı görüşmelerin olduğunu iddia etti. PYD Sözcüsü Salih Müslim de ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin bu anlamda bir arabuluculuk yaptığını iddia etti. SDG ile Türkiye arasında dolaylı da olsa bir görüşme var mıdır?
Bir görüşme olduğuna inanmıyorum. Tabii ben yerel siyaset yapıyorum. Türkiye’nin merkezi siyasetini yöneten Cumhurbaşkanımız, Dışişleri Bakanımız var, onlar adına konuşma haddine de sahip değilim. Güvenli bölge konusunun Türkiye için olumlu olacağını düşünüyorum. Ama Amerika’nın bu işlere bir çözüm getireceğine asla inanmıyorum, çünkü Amerika zaten bölgeyi karıştıran, silahları veren bir güç.
Yardım yataklıktan bahsediyor, DAEŞ’in elindeki silahların menşeine bir baksın. Eğer terör örgütlerine yardım yataklıktan yargılanması gereken varsa önce ABD’nin yargılanması lazım. Ayaklarındaki ayakkabıdan tutun da altlarındaki arabaya kadar bunların menşei bellidir. Niye Amerika çözüm üretecekmiş” diye birbirimizi kandırıyoruz? Neyin çözümünü üretecek? Bir taraftan benzin döküyorsun, öbür taraftan itfaiyeye küçük bir yardımda bulunup söndürmeye çalışıyorsun.
'SEÇİM GÜNÜ AĞRI’DA HDP’Lİ GENÇLER ANNE BABALARI BANA OY VERMESİN DİYE KİMLİKLERİNİ ALMIŞLAR'
- Ağrı’da yüzde 55.7 oy alarak belediye seçimini kazandınız. HDP’nin oyu yüzde 37’de kaldı. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Hükümetimizin yaptıklarını, sayın Cumhurbaşkanımızın yaptıklarını gidip halkımıza anlattık. Oraya giderken önümüzde dört fotoğraf çıktı ve biz bu dört fotoğrafta yoktuk. Bu fotoğrafların içini doldurursak seçimi kazanacağımıza kanaat getirdik. Birinci fotoğraf, ekonomik fotoğraftı. Orada insanların ekonomik anlamda sıkıntıları var, bunlarla ilgili çözüm önerilerimizle, önemli argümanlarımızla gittik. Halk buna inandı. İkinci fotoğraf sosyolojik bir fotoğraftı; Kürtlere haksızlık yapıldığını, dolayısıyla bölgeye gereken önemin verilmediğini düşünüyorlardı.
Bununla ilgili iddiaları da çürüttük. Türkiye’de bir geri kalmışlık varsa bu sadece Kürtlere has bir şey değildir, toplumun her tarafında rahatsızlık olabilir. Bunları bertaraf etmenin yolu demokratik bir ülkeden geçer. Dolayısıyla kavga gürültü ederek, provokasyonlara gelerek ne bu bölgeye ne de bu ülkeye bir fayda sağlanamayacağını anlattık.
Kürtlüğün kimsenin tekelinde olmadığını söyledik. Biz doğuştan Kürt olduğumuz için bunu başkasından öğrenecek durumumuz yoktur. Bunların bütün önerileri dış bağlantılıdır. Dolayısıyla bölgemizin üzerinde oyun oynuyorlar, bizi kandırıyorlar. Bu sosyolojiyle yaklaştık, bunu da bertaraf ettik. HDP güçlüdür, PKK tehdit ediyor. Dolayısıyla burada kimse bunlara karşı çıkamaz. Karşı çıkanı asarlar keserler. Bu seçimi alırlar” şeklinde psikolojik bir fotoğraf vardı. Birebir vatandaşa dokunarak, her mahalleye polissiz korumasız girerek, her eve uğrayarak bunu da anlattık.
Dördüncü fotoğraf, ideolojik bir fotoğraf. Yani ne yaparsanız yapın, ideolojik olarak HDP’ye inanmış bir fotoğraf vardı. Bunu da belli argümanlarla çürütmeye çalıştık. Kimsenin tekelinde olmadıklarını, dolayısıyla bir haksızlık yapılmışsa buna hep birlikte karşı çıkabileceğimizi anlattık. Birbirimizi boğazlayarak, birbirimizi öldürerek kimsenin bu ülkeye fayda sağlayamayacağını ifade ettik. Dolayısıyla her gün o fotoğrafların içinde bizim yerimiz çoğaldı, onlarınki küçüldü. Dört fotoğrafa hâkim olmaya başladık ve seçimi aldık.
- Yüzde 55’lik sonucu bekliyor muydunuz?
Evet, bekliyordum. Aslında daha yüksek oy alacaktık. Seçim günü HDP’nin gençleri şeytanı bile aklına gelmeyecek bir taktik uyguladı. Sabahleyin evlerinden çıkarken anne babalarının kimliklerini alıp çıkmışlar. Dolayısıyla binlerce vatandaşımız oy kullanamadı. Bu da onların taktiğiymiş, biz de seçimden sonra öğrendik. Radikal düşünceye sahip gençlerde, Anne babalar AK Parti’ye, Savcı Sayan’a oy verebilir” düşüncesi hâkim olunca, anne ve babalarının kimliklerini alıp öyle çıkmışlar. Binlerce oyumuz böyle heba oldu, yoksa çok daha yukarıdaki bir banttaydık.
- İl Genel Meclisi’nde tablo tersine; HDP yüzde 45, AK Parti yüzde 37,5 aldı. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Aslında çok da tersine değil. Burada da çok önemli bir başarı var. Milletvekilleri seçimlerinde 3’e 1’dik. Bu tabloda ise 2-2’lik bir durumdayız. Şu anda seçim olsa, bahsettiğiniz rakamlara göre 2’ye 2’lik bir tablo söz konusu oluyor. Bu da başarımızın bir kanıtı. Bazı merkez ilçelerde adaylar bazında eksik oy alacağımız durumlar oluştu. Aday profili çok önemli. Orada da biraz oy kayıplarımız oldu. Onları kaybetmemiş olsaydık, il genel meclis tablosunda da çok daha önde olacaktık.
'GÜVENLİK GÜÇLERİNİN OYUYLA KAZANDIĞIMI İSPATLASINLAR, BELEDİYE BAŞKANLIĞINDAN İSTİFA EDERİM'
- Aslında Ağrı’da güvenlik güçleri yoğunlukla oy kullandığı için Ağrı’da Savcı Sayan kazandı” iddiaları da var, ne dersiniz?
Ağrı bu anlamda hiç suçlanmayacak bir il, çünkü Ağrı’da güvenlik güçlerinin toplam oy sayısı 2 bini geçmez. İlçeleri de çıkarırsanız merkezde bin oydan fazla değildir. Bunu her türlü ispatlayabiliriz. Ağrı’da bu şekilde olağanüstü bir durum veya herhangi bir taşıma oy söz konusu değil. Bunu ispatlasınlar, belediye başkanlığından istifa ederim. Ben hakkıyla kazandım. Taşıma oy var, güvenlik güçleri oy kullandı” diyen HDP’lilere seslenmek istiyorum: Siz 2014’te kazandınız, 24 Haziran’da kazandınız, o zaman siz kimi taşıdınız da kimin oylarıyla kazandınız? 24 Haziran’daki taşıma ne oldu?