Seçimler ve geçimler!

Sol liberallerin asıl işlevi her gün gördüğümüz muhalefeti susturan, saldırgan, yıkıcı ve polis gücüne dayanan AKP saldırganlığını, halkın bedeninde ve zihninde hissettiği gericilik ve onun zorbalığını, görünür kılarak bir tür yanılsama içinde demokrasi ş
Seçimler ve geçimler!
2020-08-11 06:40:55   Güncelleme: 2021-09-05 00:13:37    

Zahit Atam/Vehaber

 

SEÇİMLER VE GEÇİMLER- ALTERNATİF BİR TÜRKİYE DEĞERLENDİRMESİ

 

Türkiye ilginçleşiyor, giderek olup bitenler belirli bir programın olduğunu açığa çıkarıyor. Seçimler bu anlamda Türkiye’nin son yirmi yıllık siyasal yaşamının özeti gibi oldu.

Ne gibi?

Türkiye'de bir dönem bitiyor, şöyle düşünün arkadaşlar, AKP'nin kuruluş sürecinde başka partilerin hiçbirinde olmayan bir şekilde üç dönem kuralı konulmuştu.

AKP üç dönem sürekli oyunu yükselterek tek başına iktidar oldu, en başından itibaren bir meşruiyet krizi yaşamaktaydı, çünkü siyasal söylemi geleneksel bütün kodlara aykırıydı, hatta siyasal söylemi incelendiğinde, CHP zihniyeti ile tam anlamıyla son yüz yıllık politikaları itham eden, en azından son üç yüz yıllık kimi zaman Saltanat politikası kimi zaman da hükümet politikası olan siyasaları mahkum ediyordu.

Üçüncü dönemde işler tersine gitmeye başladı... önce AKP'nin meşruiyeti sarsılmaya başladı:

1.     Adım adım gidersek, neler oldu? Koşulsuz bir şekilde AKP'ye destek veren sol-liberaller sürekli olarak AKP'nin gerçek muhalifleri bastırması sürecinde öncü saldırgan bir müfreze gibi çalıştılar, bu insanların toplum nezdinde kendi başlarına hiçbir meşruiyetleri yoktu ve siyasal bir güç değildiler. Ancak onların eylemleri ve söylemleri AKP politikaları için, AKP’nin yıkıcı ve saldırgan politikalarını topluma yumuşak, demokrasi için, Cumhuriyet karşıtı olmayan ve askeri vesayetten kurtarıcı gibi sunulmasında kritik olmuştur. Sol-liberallerin işlevi, AKP’nin halklar ilişkiler bürosu gibi çalışmasından gelmektedir.

2.     Sol liberallerin etkileri iki yönlüydü: a) yalnızca Türkiye'ye yönelik değildi bu etki, b) bir de özellikle Avrupa ve dünya kamuoyuna yönelik de çalıştılar, asıl etkileri de fonksiyonları da bu alanda ortaya çıktı. Türkiye’de sivil toplum içinde sol-liberallerin etkileri çok sınırlıdır, ama onların asıl Türkiye içi etkileri büyük bir radikalleşme potansiyeli taşıyan Kürt gençliğini liberalizme taşımak ve ahmakça liberal politikalara karşı silahsızlandırmak ve onları düzen için keskin bir şekilde sosyalist muhalefetin dışında tutmaktı.

3.     Sol liberallerin asıl işlevi her gün gördüğümüz muhalefeti susturan, saldırgan, yıkıcı ve polis gücüne dayanan AKP saldırganlığını, halkın bedeninde ve zihninde hissettiği gericilik ve onun zorbalığını, görünmek kılarak bir tür yanılsama içinde demokrasi şampiyonu gibi göstermekti.

4.     Burada ise süreç iki şekilde işlemiştir, birincisi bu yalanlara inanması mümkün görünmeyen ve insanlar için bir alternatif odak olacak aydınları ve devletlu şahısları pasifleştirmek, darbe yanılsaması kimliği içinde demokrasinin düşmanı olarak lanse etmek ve elbette AKP’nin şiddeti kullanarak ilerleyen siyasetini “darbe-karşıtı” gösterip, demokratik gibi göstermek. İkincisi ise, milyonlarca olup biteni her gün gören, AKP’nin siyasal ve kültürel düzenlemelerinden mustarip halkın Aydınlanma-İlerici olan kesimini ise örgütsüz ve hedefsiz hale getirmek, onlar da içten içe yanan örgütsüz-bir tepkisellik boyutuyla sınırlandırmak.

5.     Bu süreçte işler, gerçekten de üçüncü dönemde tersine dönmeye başladı, çünkü gericilik akıl-bilim-batı karşıtlığında sınır tanımamaktaydı, toplum bir anlamda Ortaçağ zihniyetinin saldırganlığı ile karşı karşıyaydı, Cumhuriyetin hiç bilmediği ve tanımadığı ölçüde sivil hayat baskı altında tutuluyordu ve hurafecilik en karlı mesleklerden birisi haline gelmişti.

Türkiye’de aklı başında olan herkes, sistemin gayri-meşru yollardan ilerlediğini, iktisadi hayatta çirkefliğin doruğuna çıkıldığını, sivil hayatın resmen zorbalıkla zapturapt altına alındığını görüyordu, bunun farkında olmamak burada yaşayan insanlar imkânsızdı, çünkü her gün karşımıza çıkıyordu. Bu anlamda Sol-liberallerin etki alanlarını sonuna kadar kullandılar ve tükendikleri anda devre dışı bırakıldılar.

Ancak üçüncü dönemin ikinci yarısında sol liberallerde çatlaklar oluştu, hem AKP bir yanılsama olarak onlara artık ihtiyacı olmadığını düşünüyordu, hem de sol liberallerin demokrasicilik oyunu AKP’liler için yeni dönemde artık bir engel haline gelebilirdi. Çünkü onların Cumhuriyeti saldırmaları için iplerinden kurtulmaları gerekiyordu, örgütlenmeleri ve sivil hayatta muhalif kanadın yaşam alanını sınırlandırmak ve kendi çiftliklerini her alanda açıkça başat haline getirmek istediler. Eğer bunu mekânsal olarak anlatırsak, 1. sivil eğlence hayatının merkezi olan Cihangir’in eski yerleşenlerinden arındırılması, onların toplum-dışı olarak gösterilmesi birinci adımdı. 2. Bir sembolde olan tiyatrolar ve AKM’nin art arda keskin biçimde kapatılması ve toplumsal olarak sanatın Beyoğlu’ndan çıkartılması gerekiyordu, nitekim çok keskin biçimde bunları uyguladılar ve Beyoğlu artık kültürün bir merkezi değildir Türkiye’de. Üçüncü olarak da son sığınılan yerlerden birisi olan Gezi Parkının işgal edilmesi ve yeni sahibine hazırlanması istenildiğinde karşımıza eski Kışlanın yeni AVM projesi olması gibi tamamen saçma bir gerekçe sunuldu. Aynı sıralarda tartışılmayan ama proje halinde olan, kentin bütününün değil de, ilçe sakinlerinin toplu tepkisiyle gerçekleştirilemeyen Kadıköy ilçenin en büyük parkı olan Özgürlük Parkına büyük bir cami yaptırma isteğiydi. Dikkat edilirse, sivil ve Aydınlanma ve Kültür yanlısı her merkeze AKP bir operasyon yapmak istemiştir. Sembol olarak bu değişime ve geçmişin intikamı gibi duran ve neredeyse tarihte 300 yıl öncesine bir dönüşmüş gibi duran saldırgan politikalara sivil kesimin tepkisi Gezi Parkını sembol haline getirdi ve ondan sonra sivil olan, toplumun bilinç-dışı olarak karşımıza esnek-örgütsüz ve kontrolsüz bir özne olarak kendiliğinden bir hareket gibi çıkmıştır.

Bu süreç keskin bazı dönüşlere de neden oldu: Ve ardından bu keskin ve yalaka sol liberallerCumhuriyetin kazanımları ve demokrasi adına giderek işlerini kaybettiler ve kendilerine yeni görevler verildi: Artık AKP’nin durdurulması ve muhalefetin bir kez daha gerçekçi, halkçı ve Aydınlanmacı olmayan eski AKP yalakaları nezdinde toplanması isteniyordu. Sol liberaller neredeyse cümbür cemaat AKP karşıtı kesilmeye başladılar.

Ardından sosyal yaşamdaki keskin bastırma ve insan ilişkileri üzerindeki yoğun baskılar şiddetle tepki uyandırmaya başladı, Aydınlanma bir direniş hattı örmeye başlamıştı. Gezi Parkı işte bu yüzden bir sembol haline gelmeye başladı: Tarihteki üç yüz yıl gerisinden beslenen bir Kışla düşüncesi ve bunu bir rant olarak kentin merkezine bir AVM yapma düşüncesi son kale haline gelmişti. Gerçek şudur: Gezi sivil bir direniştir.

Peki, bu sıralarda Türkiye’nin uluslararası durumu neydi? Nasıl bir dış politika izliyorduk ve bölgesel bir güç haline gelebilir miydik?

Sözü geçen dönemde, Türkiye'nin hiçbir uluslararası programı kalmamıştı ve bütün bölge ülkeleri ile çatışma içine girmişti, bir önceki dönemin sıfır sorun politikası dibe vurmuştu, neredeyse bütün komşu ülkelerimizle çatışmanın eşiğindeydik, hata Batıdaki komşularımız olan Yunanistan ve Bulgaristan bile sınırlarımıza insan kaçakçılığı nedeniyle duvar örmek için AB’den fonlar almaya başlamışlardı.

Sonuçta ABD'nin onayıyla ve Arap sermayesiyle Sünniler adına Ortadoğu'daki rolleri sorun yaratmaya başladı, Türkiye’de AKP egemenlik alanı tanımlamaya çalışıyor, Osmanlının ardılı söylemiyle bölge içinde dengeleri sarsabilecek şekilde pek çok alanda birden siyasal sonuçları olabilecek adımlar atıyordu. ABD ve İsrail için giderek sorunların büyümeye başlaması anlamına geliyordu bu: nitekim her iki ülkenin açıklamalarında Türkiye giderek daha fazla politikaları nedeniyle hedef gösterildi, eleştirildi ve tehlike olarak görülmeye başlandı.

Vegiderek daha fazla ABD'den eleştiriler almaya başladıklarında, sık sık Beyaz Saray sözcülerine bile ABD medyası tarafından açıkça Türkiye’yi tehdit olarak mı görüyorlar yoksa müttefik olarak soruları sorulmaya başlamışı. Türkiye Beyaz Saray için hala müttefikti, ama Erdoğan hükümeti kontrolsüz ve öfkeli çıkışlarıyla bölgedeki planları için kontrol edilebilir bir tehlike kaynağı haline gelmişti. Devlet geleneği, ekonomik yapısı ve ordusuyla bölge içinde Türkiye hala önemli bir müttefiktir ve bu anlama yaşanan sorunlar ilişkinin ana eksenini yıkamazdı. Ama ABD bazı şeyleri yeniden tanımlayacak kendi sınırlarını çizecek politikalar da uygulamaya başladı ve şimdi AKP’nin sınırlanması ve hizaya getirilmesi çalışmaları başlamıştı. ABD asla tek ata oynamaz ve bölge içinde pek çok kesimi birden aynı anda kullanabilmek, hatta kimi zaman birbiriyle çatışan grupları bile aynı anda kendi hedefleri için harekete geçirmek de dahil, onların politikasının özüdür.

Bu süreçte Gezi olayları başladı,aslında sivil toplum üzerinde ve eğitimli kesimler üzerinde bu yoğun baskılara direniş şekli bir siyasal hedef buldu ve AKP'ye karşı somutlandı, Gezi sivildir ama uluslar arası topluma etkileri ve Türkiye siyasetine ilişkin yansımaları sivil değil, siyasi olmuştur, Gezi büyük oranda sivil direnişin siyasal sınır çekmek için desteklenmesi ve toplumun giderek siyasi iktidara karşı yabancılaşması tehlikeli boyutlara vardığı için, düzen-dışı eğilimlere bürünebilecek alanları tekrar düzen içi bir alana çekmek işlevini yerine getirmiştir.

Hiçbir zaman Gezi Parkı olayları belirli bir siyasal hedefe doğru sivrilmedi ve hiçbir zaman güçlü bir siyasal program oluşmadı, hatta hiçbir siyasal program ortaya çıkmadı, gezi büyük oranda öfkeli ve eğitimli toplumsal kesimlerin siyasi iktidara karşı öfkesini kusmasına sonuna kadar izin verilen ve ama özünde AKP karşıtlığı dışında hiçbir anlamlı siyasallaşmaya yol açmayan bir kalkışmadır.

Daha da önemlisi, Gezi büyük oranda siyasallaşmaması için başından itibaren de kontrol edilmiştir: Türkiye’de dikkat edilirse, şu andaki Mecliste yer alan hiçbir parti tarafından doğrudan sahiplenilmedi ve siyasal radikalleşmeye ana damar olmadı. Gezi öznesiz ve sivil olarak başladı, keskin ve ani çıkışıyla birlikte keskin ve yine aniden bir şekilde sona erdi. Derin bir umutsuzluk tekrar ortaya çıktığında, 17-25 Aralık operasyonu başladı.

Bu darbe, sivil hayattaki yoğun baskılar sonrasında güçlü bir direniş momenti oluşturdu, çünkü açıkça iktidarın hiçbir meşru yoldan açıklayamayacağı, açıkça kirli ilişkilerinin ve eylemlerinin kanıtları ilk kez topluma sunulmaktaydı. Gerçek şudur: toplum bir şekilde bunları biliyordu, sol liberaller de bunları biliyordu, ama ilk kez dramatik biçimde kanıtlar topluma sunulmuştu. Bunların Gülen Cemaatinin marifeti olduğuna inanmıyorum, onlar sadece bu operasyonda vurucu aygıt olarak seçilmişlerdi ve bir anlamda bu operasyon onların meşruiyeti için kullanılmıştır. Gerçekte ise Gülen Cemaati AKP’nin en büyük suç ortağıdır. Bir anda çeşitli savcılar, hâkimler, polisler ve kimi saldırgan ve asla gerçek anlamda basın kimliği taşımayan insanlar “demokrasi nutukları” için kahraman haline getirildiler. Tasfiye ediliyorlardı, demokrasi ve hukuk adına konuşuyorlardı. Oysa aynı kişiler geçmişteki AKP operasyonlarda kirli ve vurucu ellerin sahibiydiler, şimdi ittifaklar değişmişti, mazluma oynuyorlardı, aslında bu iktidar-içi bir kavgaydı ve ipler ikisinin de elinde değildi, sivil toplumun elinde hiç değildi. Zülfü yâre dokunduk, burada duralım, tehlikeli sulara girmeyelim.

AKP ile ilişkili konularda özellikle Avrupa ve ABD artık ciddi bir şekilde alternatif bir odak olabileceğini düşündü ve AKP’ye bu ülkede her okumuş, bilgili ve Aydınlanmadan yana olan insanları şaşkınlıklara gark eden Batı desteği ilk kez geri çekilmişti, dengeler değişiyordu ve AKP’nin deşifre edilmesi için süreç kullanıldı: işlevli olarak kullanılan “kullanılmış aptallar” deyimi dönemin en yalın ifadesiydi. Oysaki bu ülkede yaşayan bizler bunları çok net biliyorduk: AKP Türkiye’yi çok açık biçimde meydanlardan, fabrikalardan, tarlalardan yönetmemişti, iktisadi olarak üretimimiz artmamış, ekonomik göstergelerimiz düzelmemişti, burjuvazimiz hala rekabet gücünü artıramamıştı. AKP Türkiye’yi sanal düzlemde ve Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidara (Atatürk’e bile) nasip olmayan biçimde sanal destekle, algı operasyonlarıyla, medyadaki ittifakla yönetmişti, iktidar sürekli ve sürekli olarak alternatifsiz biçimde topluma sesleniyordu, iktidarın aparatçikleri toplumun yerleşik değerlerine sürekli medyadan hakaret ediyordu. İktidarın böylesine sanallaşması ve toplumun böylesine açık bir manipülasyonu tarihimizde hiç görülmemiştir, Türkiye’nin ayarlarıyla sanal düzlemde ve medya aracılığı ile oynanıyordu.

Gezi Direnişi bir anlamda Cumhuriyete bir kez daha meşruiyet kazandırdı ve toplumsal direniş oynanılan ayarları geri getirmek için sivil bir direniş olarak işlevli oldu.

Şunuda söyleyebilirim: aynı zamanda burjuva siyasetinin kendi içinde sahip olduğu bütün kurallar ve teamüllerde AKP döneminde yerle bir edilmiştir.

Öyle ki bu süreçte, Cumhuriyet artık demode, modası geçmiş, uygarlığa aykırı, baskıcı, orducu ve demokrasi karşıtı gibi gösteriliyordu medyada ve basında, bu korkunç çarpıtmalar merkezi iktidarın güçlendiği ve onun baskı aygıtının şiddeti yaşamın en küçük hücrelerine yaydığı dönemde olması, kimi yazarların daha yazmadıkları kitaplardan yargılanmaları gibi olaylar “tarihimizin kabusları”ndan olmaya adaydır. Aynı şekilde,

1.     Sivil direniş odaklarına virüslü e-mailler gönderip, sonra da onları bunlardan yargılamak,

2.     Tamamen gizli tanıklarla tamamen kurgusal olaylara ve planlara göre suç isnat edip insanları “Anayasal suçlular” haline getirmek,

3.     Pek çok insanın bütün meşru ve yasal haklarını kullanmasını engellemek,

4.     İşten çıkarmaların keyfileşmesi,

5.     Sosyal medya paylaşımları nedeniyle kamu görevlerinden ve sivil işlerinden uzaklaştırılmaları, düşmanlaştırılmaları,

6.     Büyük fabrikalarda zorla işçilerin sendikalarının değiştirilmesi, sendikaların hükümetten yana açıkça tavır alıp, işçi haklarının budanmasında ve iş hayatının esnekleştirilmesinde saldırgan rollere soyunması,

Bütün bunlar daha önce Türkiye’nin tanımadığı ya da bu denli yaygın olarak görmediği uygulamalardır.

Onun sonrasında ABD'nin bir operasyonu olarak Gülen aracılığı ile 17-25 Aralık operasyonu geldi, bu operasyonun Gülen Cemaatinin bir fonksiyonu olarak görülmesi, onların bağımsız ve hukuka dayalı demokrasi aşkı ile yapılmış yasaları uygulamaya çalışan bir cemaat olarak görülmesi imkânsızdır ve operasyon ulus-içi nitelikli değildir, ulusla sınırlı bir operasyona benzemiyor.

AKP ve Tayyip Gezi sürecinde çok ciddi yara almıştı, yaralı AKP'ye hançeri sokmak işi bir tür polisiye vakıa olarak Gülenciler tarafından yerine getirildi.

Sol liberalleri kaybeden, askeri tasfiye etmiş ve alternatifsiz bir iktidar döneminden sonra, sivil tepkiler gelince, toplumda alternatif olan 2002 tarihinden itibaren ilk kez Türkiye’nin ve dünyanın gündemine girince, yıpranmış AKP’ye karşı, bu kez AKP'nin aşırı kirli dosyaları ona karşı kullanıldı ve AKP'nin sivil toplum içindeki meşruiyeti keskin biçimde zarar gördü.

Gerçek anlamda AKP'nin sivil toplum içindeki desteği aslında %20'lerde ya vardır ya da yoktur, AKP zaten bir koalisyondur. İktidarda olduğu için ve kirli seçim destekleri ile ve iktidarın olanaklarını sonuna kadar kullanması nedeniyle, her zaman sahip olduğu meşruiyet ve siyasal desteğin en azından iki katı gibi gösterebiliyor, bunun sahtekârlık boyutu da var. Ama AKP asla demokratik-meşru-sivil bir siyaset odağı olmadı.

Türkiye'de her zaman siyasi iktidar kamu kaynaklarını siyasal olarak kullanır ve böylelikle ciddi bir kesimi manipüle eder, ama bu konuda AKP sınır tanımadı ve hiçbir partinin yapamadığı bir şekilde, milletin ciddi bir kesimini açlık-tokluk ikileminde bırakıp, karın tokluğuna milyonları teslim alabilmiştir.

En azından 20 kentteki AKP'nin birincilikleri belirli örgütlü grupların kendi oy kararlarıyla alınmıştır, bu kitlesel grup oylarından önce net pazarlıklar yapıldığını söylemeye bile gerek yok, AKP siyasi gücünü oya çevirmek için yalnızca siyasi pazarlık yapmaz, aynı zamanda ekonomiyi de kullanır, ama siyasal pazarlıkları çok keskindir. Türkiye’deki uzun yıllar bütün muhafazakâr çizgiyi tek bir yönde ortak hareket etmeye zorlamış ve başarmıştır. Bu anlamda Numan Kurtulmuş olayı da dâhil olmak üzere, hiçbir muhafazakâr kesimin ciddi bir odak olmasına izin vermediler, elbette ciddi pazarlıklar ve baskılar yaparak. Hatta bu konudaki tekliği bir dönem için PKK Kürtler üzerinde de sağlamıştı, benzeri bir tekleştirme operasyonu kullandıklarından ciddi şekilde söz edilebilir. Zülfü yâre dokunduk, burada duralım. Ama şunu düşünün: Kürt Hareketinin siyasal temsiliyetinde nasıl böylesine bir tekleşme oldu? Aynı şekilde, muhafazakar ve İslamcı hareketlerin siyasal temsiliyetinde AKP nasıl bu kadar alternatifsiz oldular?

Bu anlamda AKP'nin oylarının büyük bölümü gerçekten belirli kentlerden alınmış durumda ve yine bu anlamda tek başına iktidar olmasının olanağının ortadan kaldırılması tek yolla olabilirdi: Kürt illerinde keskin bir HDP başarısı ve AKP’nin Doğuda ve Batıda kaybetmesi, Orta Anadolu saltanatıyla yetinmesi.

Batı sınırında CHP'nin üstünlüğü

Orta Anadolu ve Karadeniz de ise AKP

Doğu’da ise HDP…

MHP ise yalnızca bir ilde birinci olabilmişti: Devlet Bahçeli’nin memleketi Osmaniye.

Bu anlamda HDP ile görüşmelerde merkezi siyasi iktidarın onlara yol gösterdiği merkeze çekilmesi karşılığında ve radikal önermelerinin net olarak tasfiye edilmesi ve talep listesinden çıkarılması karşılığında HDP umulmadık bir başarı öyküsü yarattı: onun seçim başarısı netleştikçe AKP tek iktidarını kaybetme korkusu ile keskin bir HDP-karşıtı söyleme geri döndü. Barış görüşmeleri ve yapılan deklarasyonlar reddedilir gibi oldu, birbirinden tutarsız açıklamalar yapıldı, tuhaf danışıklı dövüşler yapıldı. Öyle ki son yirmi yıl içinde ilk kez Kürt Nefretinin tetikleyicisi olan parti sağ-muhafazakâr bir odağa kalmıştı, oysaki 1980 darbesinden sonra İslamcı partiler bu konuda hep sessiz kalmayı seçmişlerdi. Çünkü Kürt oyları ve Kürt Siyasal Temsiliyetinde İslamcı partiler düzenin gerçek Truva Atı işlevi için özenle seçilmişlerdi, saklanmışlardı ve etkin olarak kullanılıyorlardı. Zülfü yâre dokunduk, duralım, kızdırmayın yiğitlerimizi!

AKP kirli yanlarıyla açıkta kalma tehlikesi baş göstermişti ve siyasal aygıt artık bu kirli yanları gizlememeyi seçtiği anda, son 20 yılın siyasi hayatı pek çok insanı yüz kızartıcı suçlardan yargılanır hale getirebilecekti: sonuçta bazı insanlar makamlarını işte bu yüzden çiğnediler, tarafsızlığı işte bu yüzden acizlik olarak gördüler ve toplumu kutuplaştırmak için canla başla çalıştılar. Hülasa budur ve roller bir anda karışmıştı, MHP’nin bile sessizleştiği bir dönemde Kürt-karşıtı söylem ve terörist suçlamaları seçimlerin merkezine doğru gelirken, Kürtler inanılmaz sayıda kanlı, yıkıcı saldırıya uğradılar, ama asla öfkelerini ve sivil odaklı direnişlerini örgütlü olarak cevap vermek için kullanmadılar. Ne olursa olsun, mazluma oynadılar. Bunlar içinde Diyarbakır’daki yüzbinlerce sivilin, gerçek anlamda halkın içine atılan bombalar, insanlığın yüzünü kızartacak olaylardı, ama yine de bunu sineye çekmek durumunda kaldılar: ki bunun etkisi özellikle Batıda çok oldu, toplumun eğitilmiş ve varlıklı kesimlerinden büyük oy almaları bu mazlum rollerinden oldu. Evet, provokasyona gelmediler, ama siyasi iktidar da provoke etmek için yüz kızartıcı fiilleri sonuna kadar kullandı.

AslındaAKP yönetimi üç dönem kuralına hazırlıksız yakalanmışlardı, bu protokolün en başından beri işaret edilen bir vadeydi ve bu vadeden çok önce kirlerini temizlemek, gizlemek ve rakipleriyle uzlaşmayı sağlamak zorundaydılar: Ama onlar daha da ileri gidiyorlardı, üstelik hiç beklemedikleri bir anda ciddi kan kaybetmişlerdi. Paralelci dedikleri kesime olan nefretleri de bu yüzden hudutsuz oldu.

Çünkü geçmişteki aşırı kirli icraatlarını hasıraltı etmek için zamana ve iktidara ihtiyaçları vardı, iktidar ellerinde olmadığı zaman AKP’nin bunu örtbas edebilmesi mümkün değildir, çünkü hudutsuzca yasaları ihlal ettiler ve kirli ekonomik ilişkilere girdiler, demokratik teamülleri çiğnediler, suçsuz insanları harcadılar…

AKP'nin saldırganlığı ve Erdoğan'ın çırpınması bu yüzdendir.

Bu anlamda hazırlıksız yakalandılar ve onların seçimler yaklaştıkça keskin biçimde HDP saldırganlığı bu nedenle olmaktaydı. Bu seçim Türkiye tarihinin en düzen-içi seçimlerinden birisiydi, herkes kendi rolünü oynuyordu, seçmenlerin çok yüksek bölümü, kendi görüşlerini, fikirlerini, geleneksel kimliklerini devre dışı bırakıp düzenin bekası için oy kullanmıştır.

HDP büyük oranda onların tek başına iktidar olmasının önündeki tek engeldi, işte bu nedenle gerek MHP (inanılmaz ama ilk kez) gerekse de CHP çok net olarak anti-HDP propagandası yapmadılar, anti Kürt söylemi reddettiler. Oysa daha birkaç yıl önce Barışın temsilcisi ve Kürt Sorununu çözecek parti olarak AKP lanse ediliyor, MHP zaten iflah olmaz, CHP ise barış-için tehlike olarak sunuluyordu.

Türkiye’de burjuva siyaseti ne zaman ikiyüzlü olmadı ki?

Hatta Kadıköy de Cumartesi saat 17.00 civarında, yani seçim yasaklarından bir saat öncesinde, CHP mitingindeCHP'liler HDP seçim otobüsünü kortej olarak alkışladılar.

Net bilmiyoruz, ama potansiyel olarak en azından 1 milyon civarında ödünç oyu batıdan HDP almıştır, daha fazlası da olabilir, en azından bir milyon olduğundan hiç şüphe etmiyorum. Bu bir milyonla sadece Batıyı kastediyorum, çünkü sanılanın aksine şunu çok net söyleyebilirim, Kürt illerinde de çok ciddi sayıda oyu emanet olarak aldıklarından hiç kuşku duymuyorum.

Peki, koalisyon hakkında ne diyebiliriz?

Benim burada diyeceğim şey şudur

MHP'nin koalisyona gireceğini sanmıyorum, ama solcuların siyasal beklentileri gereği Türkiye’de en iyi koalisyon seçeneği AKP-MHP koalisyonu olurdu, çünkü sol için düzeni teşhir etmek için daha güzel bir olanak yok, seçenek de yok, ama bizim düzen bu kadar tecrübesiz değil, bu kadar gaflet içinde de değil.

MHP ister AKP ileisterse CHP ve HDP ile koalisyona girerse büyük oranda meşruiyetini kaybeder ve bir dahaki seçimde de büyük olasılıkla baraj altında kalır.

Geriye kalan üç parti içinde uzlaşma çabaları ortaya çıkacaksanıyorum: Şu anda da bunun görüşmeleri yapılıyor, ama değişik alternatiflerden ziyade koalisyon protokolü belirsizdir ve asıl gerginliği azaltan da budur. Çünkü böylesine dengesiz koşullarda, yakın zamanda kimileri yeni koşullarda büyük oranda ıskartaya çıkabilir.

CHP tabanından çok tepki görmemek için bu işi başta Baykal olmak üzere, perde gerisinden yürütüyor, bu anlamda istifalar sık sık gündeme gelebilir, dengesiz çıkışlar olabilir.

Bu anlamda koalisyon eğer kurulursaAKP CHP ve HDP şeklinde olacak, ama bunlardan ikisinin yaniAKP ve CHP'nin koalisyon yapacağını, barış süreci ilerlerken HDP'nin de uslu çocuk rolünü devam ettireceğini düşünüyorum, Türkiye’de barış süreci bir hükümet politikasından ziyade bir devlet politikasıdır. Şunu hiç unutmayın: TC için Kürtlerle barış antlaşması, bugün aynı zamanda Büyük Türkiye’nin Ortadoğu politikaları için de kritik anlamlar taşıyor, bu anlamda güncel siyasete kurban edileceğini düşünmüyorum. Ama bu işlerin çok net ve temiz yapılacağını sanmıyorum, yeni dönem barış görüşmeleri sürerken, özellikle bölgede kanlı eylem hazırlıkları ile birlikte yaşanacak gibi görünüyor.

İktidar HDP ile yapılan pazarlıklarda kendi meşruiyeti için kan dökeceğini anladığım kadarıyla baştan kabul ettirmiş durumda, HDP ve tabanını iyice pasifleştirmek istiyorlar, asıl amaç Kürt Hareketinden en azından yüz yıl boyunca radikal bir örgütlenme potansiyelini tüketmek. Yarın öbür gün Irak ve Suriye’de Kürtleri sadık bir müttefik haline getirmek, çünkü onların ittifak yapacakları seçenekler artıyor, bu yüzden hassasiyet de artıyor, bağımlı hale getirilmeleri düzeni çok rahatlatır.

Kürt Radikalliği büyük oranda tükeniyor, artık geçmişin söylemleri bugün milyonlarca insanı gerçekçi-olmayan, ütopik şeyler gibi geliyor, hatta pek çoklarına göre bu hayaller ve ütopyalar şimdiki distopik durumunda müsebbibi durumunda.

Kürtler ciddi olarak yorgunlar ve siyasal olarak kültürel haklar ile yetinmiş durumdalar, bunun yanı sıra bölgede yaşayan milyonlarca insan için yeni bir barış ortamı düşük de olsa düzenli bir kalkınma için zorunlu halde, bu milyonlarca insanın yaşam koşulları tarifi zor olacak denli kötü durumda. Bu işin ekonomik boyutu, bir de psikolojik boyutu var. Yaklaşık son elli yıldır, yoğun çatışmalar ve olağanüstü hal ile yaşamış bir coğrafya şiddeti insan ruhunda biriktirmiştir ve isyan artık konuşmanın bir parçası haline gelmiştir. Neyse, zülfü yâre dokunduk, duralım, şiddetin sesleri geliyor sokaktan, bu geceyarısı bile.

Kürtler aynı zamanda Türkiye'nin Ortadoğu politikaları için de kritik bir öneme sahipler, bu da işin bir hükümet politikası ile sınırlanamayacağının en büyük delili, uluslararası alanda Kürtler Türkiye’nin tarihsel hedefleri için kritik bir öneme sahipler, yeni kurulacak dengelerde, bölgesel çıkarlar meselesinde, güvenlik için, güçleri, nüfusu ve toprakları kritiktir. Yabana atılamayacak kadar ciddi bir müttefik adayıdır düzen için, zaten yıllardır uygulanan politikalar ve atılan adımlar ittifakın geri dönüşsüz biçimde hayata geçirildiğini de gösteriyor.

Bir de bunun yanı sıra Kürtler şu anda Ortadoğu için bir ABD müttefiki haline geldiler, onun olduğu yerde de İsrail’de var, onlar devreye girince İran’ın husumeti var, yani dengeler belirsiz ve şiddeti çağırır bir halde, Kürtler artık bir hami devlet(ler)e geçmişe göre çok daha açıklar ve hatta muhtaçlar. Zaten Kürtler büyük oranda yorulmuşlardı, gördükleri eziyetin ve yaşadıkları saldırılarda kaybettiklerinin haddi hesabı var mı ki? Ki bunların büyük bölümü uluslararası savaş suçları mahkemesi için cezalandırılması gereken saldırılardan oluşuyor.

Ve şu anda zaten güvenlikleri için bir hami devlet (emperyalist ve bölge üzerinde güç sahibi) arıyorlar, bölge şu andaki haliyle, hem Ortadoğu’daki Sünni-Şia çatışmalarının, hem emperyalist devletlerin enerji bölgesi üzerinde hâkimiyet sağlama çabalarının, hem oradaki aşiretlerin çatışmalarına sahne oluyor ve bütün dünyanın siyasi çekişmelerin içinde yer aldığı bir durumda. Bu koşullar altında bağımsız bir siyaset yürütmesi ve anti-emperyalist bir söyleme sahip çıkmasının net olarak koşulları yok, bu söylemi sahiplenecek hiçbir güçlü devlet de yok bu bölgede. Kendi kendine gaz vermekle de olacak bir şey değildir bu, ütopik bir şey olmanın yanı sıra, can derdine düşmüş bir halkın bunu yapmasını istemek de bir yanılsamadan öteye gitmez. Dengeler yıkıldı ve ne zaman kurulacağını da bilmiyoruz, ama yıkım süreci daha uzun süre devam edecek gibi duruyor, kısaca Kürtler topun ağzında.

Bütün bunlar çok açıkça görülüyor, pek çok insan da insanlara hayali ve afaki akıllar verme derdinde, apolitik aklın “doğruculuğu” bölgenin hakikatini açıklamaktan çok uzaktır.

Gerçek şu: Bölge çok tehlikeli ve Kürtler bölge içinde tek başlarına güvenli bir siyasal merkezler kurabilecek durumda değiller, bu nedenle ideolojilerden, doğrulardan oluşacak güvenilir bir şemsiyeleri yok, güç dengeleri bu kadar salınırken, onlar da salınacaklar ve dengesiz ittifakların için de yer alacaklar.

Bunun yanı sıra Türkiye'de de işler karışık: bir kere iktisadi olarak karışık ki bunlar sanıldığından daha çok belirleyici ve sanıldığından da daha büyük oranda kırılgan durumda.

Yaklaşık olarak son on yıl içinde Türkiye'ye petrol-şeyhlerinden çok ciddi bir nakit akıyor, varlıklı Arap Sermayesinin karlı bir alan olarak Türkiye’ye aktığını hepimiz biliyoruz, üstelik Ortadoğu riskli bir bölge, dahası bu bölgede yatırım alanları çok değil. Dolayısıyla petrolden gelen yeşil dolarlarını bu bölgede değerlendiremiyorlar. Uluslararası piyasada dengesiz. Şunu unutmayalım: aynı zamanda Batıda kriz var, üretimden gelen karlar da ciddi düşüşler var.

Rakamları net bilmiyoruz, ama yıllık yaklaşık 20 milyar dolar kadar petrol-şeyh parası Türkiye'ye nakit olarak giriyor, konuta ya da finans alanına giriyor, üstelik kısa vadede ciddi karlar getiriyor.

Aynı nedenle Türkiye sürekli olarak sınırlarda bile nakit para kontrolünü kaldıran yasalar çıkardı, bunu uyguluyor ve paranın dolaşımını kayıt altına alacak zorunlulukları istemiyor, Türkiye’de bugün için çok önemli olan altın-ve-nakit transferi konusunda Avrupa’nın hiçbir ülkesi Türkiye ile rekabet edecek durumda değil, çünkü onlar sıkı kontroller uyguluyor. Biz de zaten kontrol azdı, AKP ise bunların kaldırılmasında sınır tanımadı.

Para politikası olarak Türkiye Avrupa'da kirli paranın ve nakit paranın en rahat dolaştığı ülkedir, tuhaf denecek kadar kayıtsız dolaşıyor para Türkiye'ye girerken ve çıkarken.

Bu anlamda, Türkiye'yi bütün bu önlemlere rağmen şişmiş piyasası nedeniylekayıtsız ve ekonomik üretimden gelmeyen para ile şiştiği için yakın zamanda bir iktisadi kriz bekliyor, Türkiye’de kurulacak koalisyonun vadesini belirsiz kılan en önemli şey: büyük bir finans kökenli kriz değil, tam aksine özellikle konut, cari açık, ödemeler dengesi gibi alanlarda yoğunlaşan bir krizdir.

Şunu unutmayalım, Türkiye’de siyasetin istikrarsızlaştığı dönemlerle iktisadi krizler genelde eş-anlı olarak yaşanır ve bir de zaten üretime dayalı paranın sınırlı oluşu, krizlerde bir anda milyonlarca insanın hayatını altüst eder.

AKP yalnızca siyasi hayatı fiktifleştirip sanal bir dünyaya hapsetmedi, aynı zamanda ekonomik hayatı da fiktifleştirdi, değeri değersizleştirdi, sanallaştırdı ve iktisadi gücü rekabet-gücü düşük olduğu için kırılgan hale getirdi.

Türkiye’de siyasi hayat, ideolojiler, iktisadi yaşam bugün için fiktiftir, dengesizdir ve bu yüzden koalisyon tartışmaları ve protokolleri de düzeysizdir, fiktiftir ve şiddet ile birlikte varolabiliyor.

Memleket için hayırlı olsun.