YAŞAM - Slavoj Zizek: Devlet terörü en tehlikelisi!

YAŞAM - Sloven filozof Slavoj Zizek, Cumhuriyet gazetesine yazdığı özel yazıda kendisinin“Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği”ne dair görüş sunduğu iddialarına yanıt verdi.
Slavoj Zizek: Devlet terörü en tehlikelisi!
2020-08-11 06:40:55   Güncelleme: 2021-09-05 00:13:37    

Cumhuriyet'te yer alan o yazı şöyle; New Statesman’da “teröre karşı savaşa” dair online olarak yayınlanan kısa yorumum kesinlikle eşgüdümlü gibi görünen bir dizi eleştirel tepkiye sebebiyet verdi, dolayısıyla bu tepkiler kısa bir yanıtı hak ediyor.

Metnimde alıntılanan ve yanlışlıkla, MİT Başkanı Hakan Fidan’a dayandırılaran ifadeler hususunda durum açık ve net. Arkadaşlarım bana bu ifadeler konusunda bilgi verdikten sonra internette bu ifadeleri aramaya koyuldum ve bu ifadelerin geçtiği birkaç web sitesi buldum, ayrıca onları tekzip eden herhangi bir web sitesi de görmedim. Hal böyle olunca söz konusu ifadeleri, onları bulduğum web sitesini de zikrederek alıntıladım. Bu ifadelerin yanlış olduğunun keşfedilmesinin akabinde, yazımın içinde bu ifadeleri ihtiva eden paragraf hemen silindi. Elimdeki sınırlı kaynaklarla daha ne yapabilirdim? Bu hadiseyi, sözümona “intihal ve uydurma” tutkuma delalet eden ve hatta kendimden intihal yapmakla bile itham edildiğim (New York Times’a yazdığım yazılardan birinde kendi kitabımdan iki pasaj kullanmıştım) bir dizi içine yerleştirmeye yönelik çabaları da tamamen yersiz buluyorum.

Tuhaf bir metin

Fakat bu tartışmadaki esas ses, Aljazeera’da “Zizek, Türkiye ve Entelektüel Ciddiyetsizlik” başlıklı bir yazı yayınlayan, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ınkiydi – bu çok tuhaf bir metindi doğrusu. Bu yazıda, “Türkiye’nin her nasılsa Paris saldırılarından sorumlu olduğu yönünde gülünç iddialarda bulunduğum” öne sürülüyor (asla böyle bir iddia bulunmadım); “Türkiye’nin IŞİD’den petrol satın aldığını” iddia ettiğim ileri sürülüyor (böyle bir iddiada da asla bulunmadım) ve “Türkiye’nin Suriye’de IŞİD ile mücadele eden Kürtlere karşı savaştığını” iddia ettiğim söyleniyor (ki bu iddiayı da ben hiç öne sürmedim). Benim iddialarım, elimdeki kaynakların bariz sınırlılığıyla uyumlu olarak, çok daha mütevazı ve ihtiyatlı.

IŞİD’e karşı takınılan “iyicil aldırışsızlık”tan, IŞİD’le petrol ticaretini “kolaylaştırmak”tan bahsettim; Türkiye’nin Suriye’deki değil, doğrudan Türkiye’deki Kürtlere karşı saldırılarından söz ettim. Suçu bariz bir biçimde tüm taraflara isnat ettim: Rusya, Batı, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran. Suriye’deki bombalama operasyonlarıyla Rusya’nın Esad yanlısı gündemi izlediğinin ve IŞİD dışındaki Esad karşıtı unsurları da bombaladığının gayet farkındayım. Bu yöndeki kaynaklarım ise gerek (Rus değil) Batı basınında gerekse muhalif basında Türkiye hakkında çıkan çıkan sayısız haber ve yorum yazısı – örneğin David Graeber’in Guardian’daki yorum yazısına göndermede bulunmuştum.

Manasız paylama

Benden farklı olarak, Kalın yazısını resmî bir sözcü olarak kaleme alıyor ve bize duruma dair resmî versiyonu sunuyor – medyadaki haberleri izlediğim kadarıyla en azından şunu söyleyebilirim ki hem Kalın’ın birçok belirli iddiasını hem de genel duruşunu son derece sorunlu buluyorum. Kalın PKK terörüne karşı sessiz kaldığım için beni paylıyor (bu paylamayı mânâsız buluyorum, zira bundan elbette bahsetmiyorum, çünkü zaten çok kısa olan metnimin konusu bu değil), ama Kalın’ın Kürt direnişini terörizme indirgemesini, aşikâr bir olguyu, yani Kürtlerin kaderinin suni sınırlar dayatan (Kürtlerin İran, Irak, Suriye ve Türkiye olmak üzere dört ülkeye dağılmasına, kültürel ve siyasi özerklikten mahrum kalmasına sebep olan) kolonyalizmin sebep olduğu sahici bir trajedi oluşunu görmezden gelişini siyasi ve etik açıdan son derece sorunlu buluyorum.

Kalın şöyle diyor: “PKK, IŞİD ile savaş bahanesiyle kendi işlediği terör suçlarını gizlemeye çalışıyor. İşin aslı şu ki Türkiye Suriye’de Kürt hedeflerini bombalamıyor. Sadece Türk ve Kürtlerin hayatını tehlikeye atan PKK’lı teröristlerin peşinde.” PKK’nin bazı eylemleri kesinlikle sorunlu, lâkin PKK’yi bir terör örgütüne indirgemek ve Kürtlerin mevcut durumunda yatan köklerini görmezden gelmek ciddiyetsiz bir müstehcenliktir.

Okuduğum sayısız haberden çıkardığım izlenim şu: Türkiye, “PKK’lı teröristleri”, IŞİD’lileri yakalamaya çalışmadaki tarzıyla kıyas kabul etmez derecede çok daha gaddar şekilde yakalamaya çalışıyor, Kürtlerin kültürel ve siyasi özerkliğe yönelik haklı taleplerini ciddi biçimde ele almıyor. Türkiye “teröre karşı savaş”ı onaylamıştı, böylece kendi bayrağı altında, Kürtlere karşı, hem de (PKK içinde, silahlı mücadeleyi bırakmaya hazır olan kuvvetli güçleri görmezden gelerek) sadece PKK’ye karşı değil, aynı zamanda Kürtlerin terörün kamusal yüzü diye mahkûm edilen meşru siyasi örgütlerine karşı yeni bir acımasız saldırı dalgasına girişebilmişti. Buradaki esas soru, Kürt silahlı mücadelesinin ne ölçüde Türkiye devletinin zulmüne karşı bir tepkiden ibaret olduğudur.

Kalın’ın iddiası sorunlu

Kalın’ın şu iddiasını işte bu yüzden son derece sorunlu buluyorum: “Eğer teröre karşıysak, IŞİD, El Kaide, Boko Haram, ETA veya PKK kaynaklı olup olmadığını bakmadan her türlüsüne karşı durmalıyız.” Evet, ama terörlerin en tehlikelisi olan Devlet terörüne de karşı durmalıyız. “PKK’nın Marksist-Leninist bir terör örgütü olması, işlediği suçları aklamaz.” Evet ve Türkiye’nin bir devlet olması da işlediği suçları aklamaz. Şöyle diyor Kalın: “Avrupa ve ABD’deki terör eylemlerinin büyük çoğunluğunun oralarda yetişmiş teröristler tarafından düzenleniyor oluşu, Batılı toplumlarda çok kültürlülük ve toplumsal muhayyilenin başarısızlığına dair bir ikaz olmalı.” Hâkim Batılı çokkültürcülüğü uzun zamandır eleştiriyorum ben zaten, peki ama bunun yerini tam olarak ne almalı? Bunun yerini alacak şey Türkiye’nin başka “kültürler”e, özellikle de Kürtlere yaklaşma tarzı olamaz kesinlikle – Kalın’ın sözlerini başka bir bağlama uyarlayıp açımlamak gerekirse, PKK faaliyeti Türkiye için bir ikaz; Türkiye’nin Kürtlere yaklaşmadaki başarısızlığının, Kürtlerin kültürel ve siyasi özerkliğe ulaşmasına olanak tanımadaki “toplumsal muhayyile” eksikliğinin açık bir belirtisi olmalı.

Türkiye’deki gerilim

Meselenin özünün Türkiye’nin Kürtlere yaklaşma tarzında yatmadığı da açık: Türkiye’nin Kürtleri özerk bir etnik grup olarak entegre edememesi Türkiye’de devam etmekte olan daha genel bir mücadelenin, Türkiye’nin mevcut ve müstakbel halini belirleyecek bir mücadelenin parçası. Türk devleti aygıtları ile aydınlar, gazeteciler, vb. arasında sürmekte olan gerilimler, en dikkat çekici şekilde 2013’teki Gezi Parkı protestolarında patlak veren gerilimler, Türkiye’nin kendi kimliğine yönelik bir mücadelenin ortasında olduğunun açık bir göstergesi. Erdoğan rejimine karşı olan siyasi güçler hâkimiyeti elde ettiği takdirde, Kürtlerin mücadelesinin yeni bir safhaya gireceğini varsaymak için ortada sağlam gerekçeler var.

Can Dündar ile Erdem Gül

Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın ve gazetenin Ankara bürosu şefi Erdem Gül’ün tutuklanması gibi hadiseler işte bu zorlu vaziyetin belirtileri.

Dündar ve Gül Türkiye gizli servisinin Suriye’deki İslamcı isyancılara silah yolladığını ortaya koyduktan sonra, casuslukla, “devlet sırlarını ifşa etmekle” suçlandılar ve duruşmaya çıkarılmadan tutuklandılar. Erdoğan bizatihi Dündar’a karşı bir şikayet dilekçesi verdi ve Dündar’ın birden fazla kez müebbet hapse mahkûm edilmesini talep etti. Bu tür hadiseler bizi bugünün Türkiye’sinde olan bitenlerle yüz yüze getiriyor: basın özgürlüğüne tehdit, İslamcılarla çapraşık bağlantılar, vs. Bir gözlemci bu noktada bir tercihte bulunmak zorunda: Yüzlerce metinde haberleştirilen tüm bu suçlamalar Türkiye’ye karşı devasa bir komplonun mu parçası, yoksa çürümüş bir şeyler mi var Türkiye’nin halinde, Türkiye devletinde?