Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, son orman yangınlarıyla ilgili dezenformasyon ve yalan haberlerin paylaşıldığı gerekçesiyle yapılacağını duyurduğu yasal düzenleme hazırlığı, sosyal medyaya yönelik sansür endişelerini de beraberinde getirdi.
Bilişim hukuku alanında uzman avukat Gökhan Ahi, kimi ayrıntıları kamuoyuna yansıyan sosyal medyaya yönelik yeni düzenleme hazırlığı ve bu düzenlemeyle ortaya çıkabilecek sorunlara ilişkin BBC Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
Kulislere yansıyan bilgilere göre AKP; yeni sosyal medya düzenlemesi için Almanya, Fransa, Singapur, Rusya ve Avustralya'da bu konuda yapılan düzenlemeleri inceliyor.
Gökhan Ahi, 2007'de yasalaşan İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yolla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkındaki 5651 sayılı yasa ve geçen yıl Temmuz yasalaşan sosyal medya ağlarına Türkiye'de temsilcilik açma zorunluluğu getiren düzenleme yapılırken de büyük ölçüde Almanya'dan esinlenildiğini ifade ediyor.
'Yalan haber tanımı nasıl yapılacak?'
Sosyal medya alanında yapılan düzenlemelerin uygulayıcı ülkeler tarafından da eleştirildiğini ifade eden Ahi, iktidarın yeni düzenlemesindeki en büyük sorunun yalan haber tanımının nasıl yapılacağı konusunda olduğunu belirtiyor:
Yalan haberle ilgili problem şu: Yalan haber tanımı nedir, bunun tanımı nasıl yapılır, hangi tür haber yalana girer? Çünkü, farklı farklı sınıflandırabiliriz; pembe yalan, beyaz yalan, kara yalan var. Burada sınıflandırmanın neye göre yapılacağını bilmiyoruz.
Türkiye'de, hükümete yakın kaynakların işine gelmeyen haberlere çok kolay erişim engeli getirebildiğini vurgulayan Ahi, sıradan vatandaşın ise taleplerinin mahkemelerde o kadar kolay karşılık bulmadığını söylüyor:
Normal, sıradan bir birey başvurduğunda karşısına ifade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü kavramları çıkarken bir kamu kurumunun yolsuzluk veya üst düzey yöneticisi veya bir siyasiyle ilgili haberleri çok kolaylıkla engellenebiliyor. Bu tamamen işine gelen, işine gelmeyen şeklinde ayırt ediliyor. Bu yüzden yalan haberle ilgili sıkıntı var.
Ahi, yalan haber veya dezenformasyon gerekçesiyle uygulanacak yaptırımların, habercilik açısından da sıkıntı yaratacağına dikkat çekiyor:
'Görünürde gerçeklik' diye bir kavram vardır. Haberin içerisinde biraz kurgu vardır, biraz yorum, birazcık tahmin, öngörü vardır ve 'görünürdeki gerçeklik' haber yapılır. Şimdi bu haberlere yalan deyip bunun soruşturması yapıp, daha sora başka bir soruşturma veya davada doğru olduğu ortaya çıkarsa ne olacak, endişemiz bu yönde.
'RTÜK gibi bir denetleyici kurul olamaz çünkü herkes yayıncı'
Sosyal medyaya yönelik yaptırımlar içeren yasal düzenleme kapsamında, bir denetleyici birim oluşturulması da gündemde. Bu kapsamda, yalan haber üreten ve yayanların, kurulacak sosyal medya başkanlığı tarafından denetlenmesi de seçenekler arasında.
Gökhan Ahi, anayasal dayanağı olmadığı için Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) gibi sosyal medyayı denetleyecek bir yapının anayasaya aykırı olacağı görüşünde:
Diyebilirsiniz ki, RTÜK var, kanunla kurulmuş bir yapı ve kanunla yaptırımlar uygulayabiliyor televizyonlar için. Ama televizyon bir yayın akışı içinde olan, bir programı olan belli yaş kitlelerine hitap eden bir yapı. Oradaki düzenlemeler ile sosyal medya düzenlemeleri aynı çerçevede ele alınamaz. Orada lisanslı yayıncılar var, burada lisansı olmayan, herkesin yayıncı olduğu bir ortam var. Herkes tabii ki kendi eylemleri, söylemlerinden sorumlu. Cezai bir sorun varsa, araçları var. Cezai soruşturma yapılabilir, hukuki dava açılabilir.
AKP, düzenlemenin gerekçesini, özellikle orman yangınları ile ilgili sosyal medyadan yayılan yalan haber ve dezenformasyon iddialarına dayandırıyor.
Ahi de bu süreçte orman yangınları ile ilgili sosysal medya üzerinden manipülasyon veya dezenformasyon yapıldığının inkar edilemeyeceğini, sosyal medyanın yapısı gereği buna elverişli bir ortam olduğunu vurguluyor.
Bir olay olduktan sonra, yapılan ilk paylaşımın defalarca paylaşılabildiğini ve iletiyi ilk kez gören insanların bunu yeni gibi algılayabildiğine işaret eden Ahi, Biz buna 'sosyal medyanın farklı efekti' diyoruz. Çünkü insanların önüne düşüyor ve insanlar bunu sanki süregelen bir şeymiş gibi algılıyor. Sosyal medyanın böyle yan etkileri var görüşünü dile getiriyor.
Hayali temsilcilik
Ahi, sadece yasal yaptırımlar veya sınırlayıcı önlemlerle, yalan haber veya dezenformasyonun önlenemediği gibi kişilerin haklarının da korunamayacağını düşünüyor.
AKP'nin daha geçen yıl, sosyal medya ağlarına, temsilcilik zorunluluğu getiren yasayı Meclis'ten geçirdiğini anımsatan Ahi, uygulamada ise kim olduğu bilinmeyen hayalet temsilcilikler açıldığına işaret ediyor:
Kanunun bir şartını yerine getirmiş gibi duran, aslında kanunun getirilme sebebi olan bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunma aşamasının hiçbir şekilde uygulanmadığı bir hayalet temsilcilik sistemi.
Yalan haberin çözümü şeffaflık
O halde, sosyal medyadan yayılan yanlış veya yalan haber veya bilgi kirliğine karşı ne yapılabilir?
Ahi'ye göre bu sorunun çözümü, şeffaflıktan geçiyor:
Bunun yolu, böyle yalan haber deyip yasal düzenleme yapmak değil. Kurumların, siyasi partilerin, hükümetlerin, kim derseniz deyin, kaynağından ilk elden doğru ve şeffaf bilgi vermesi gerekir. İşte o zaman biz dezenformasyonu, manipülasyonu bilgi kirliliğini engelleriz.
Hükümetlerin, kamu kurumlarının şeffaf olmadığı ortamda bilgi kirliliğinin de mümkün olabileceğini ifade eden Ahi, bu durum karşısında da Bu bilgi kirliliğinden en çok kim faydalanıyor? sorusunun sorulabileceğini kaydediyor.
Ne yazık ki bu bilgi kirliliğinden en çok iktidarlar yararlanıyor. Biz sosyal medyanın iyi yanlarını kullanmayıp, kötü yanlarıyla ilgili sürekli bir düzenleme yapma peşindeyiz.
'İnternet yoluyla işlenen suçlar, ceza artırıcı neden'
Yapılacak düzenleme içinde sosyal medyadan hakaret, yalan haber, dezenformasyon suçu işleyenlere yönelik para ve hapis cezası verilmesi de gündemde.
Ahi, 5651 sayılı yasada zaten bu düzenlemenin olduğunu vurguluyor. Ahi, basın yoluyla işlenen suçlarda olduğu gibi internet yayını yoluyla işlenen suçların da ceza artırıcı nedenler arasında yer aldığına işaret ediyor:
Kolluk makanları açısından tek sıkıntı, bu hesapların sahipleri bulunamıyor. Bu sadece Türkiye'nin sorunu değil, aslında bütün başka ülkelerde de var. Amerika'da bile çocuk pornografisi ve insan kaçakçılığını ayrı tutuyorum; terör bağlantısı olmadıkça mahkeme kararıyla kullanıcı bilgileri alınamıyor.
'Kişisel bilgiler, sosyal medyanın varlık nedeni'
İktidarın yapmayı planladığı düzenleme kapsamında, trol adı verilen sahte kimlikli hesaplara yönelik yaptırımlar da tartışılıyor.
Bu kapsamda, sosyal ağ sağlayıcılarından trol hesaplarla ilgili bilgi istenmesi ve yalan haberlerin silinmesi düşünülüyor.
Bu talebi yerine getirmeyen kuruluşlara Türkiye'de faaliyet yasağı getirilmesi seçeneği de tartışılıyor.
Avukat Gökhan Ahi, hiçbir sosyal medya kuruluşunun, kayıp çocuk vakaları, insan kaçakçılığı gibi durumlar hariç kişisel bilgileri paylaşmadığına dikkat çekiyor.
Paylaşmamalarının sosyal medya kuruluşlarının varlık nedeni olduğuna işaret eden Ahi, İnsanların kendisini özgürce ifade edebilmesinin şartı, gerektiğinde anonimlik hakkını kullanmasıdır görüşünü dile getiriyor.
Ahi, trol hesaplarla mücadelenin yolunun da yine şeffaflıktan geçtiğine dikkat çekiyor.
İktidarın sosyal medyaya, faaliyet yasağı getirilmesine dönük bir yaptırıma pek olasılık tanımayan Ahi, bunun nedenini ise özellikle siyasal iktidarın, sosyal medyayı iyi bir propaganda aracı olarak kullanmasına bağlıyor ve ekliyor:
Gençlere, geniş kesimlere oradan ulaşıyorlar. Onun için eğer faaliyet yasağı getirirlerse, kendi bindikleri dalı keserler.