İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, medya temsilcileriyle Göç” konulu toplantıda bir araya gelerek, Türkiye’nin göçe ilişkin çalışmalarını anlattı.
Toplantıda konuşan İçişleri Bakanı Soylu, Bugün sizlerle göç ekseninde bir buluşma gerçekleştirmeyi ve bu konu üzerinde sohbet etmeyi arzuladık. Çünkü hem dünyadaki siyasal dengeleri etkileyen, hem de karışık bir tekniğe, terminolojiye, çok yönlü bir sosyolojik etkiye sahip bu meselenin ülke olarak tam ortasında bulunuyoruz ve daha da önemlisi, hatta daha da tehlikelisi, özellikle son aylarda, bu meseleyi küresel platformdan günlük siyaset alanına taşımaya dönük, istismar etmeye dönük bir anlayışın da giderek kendini daha fazla gösterdiği bir hali yaşıyoruz. Bazen eksik bilgiyle, bazen kasıtlı olarak, bazen de siyasi pozisyonlarını güçlendirme kaygısıyla, burada bir kirlilik oluştuğunu da üzülerek gözlemliyoruz. Göçün kendisini yönetiyoruz ama bahsettiğim karmaşıklığı yönetirken karşımızda çok farklı bir yapı ve yaklaşım görüyoruz. Bu yaklaşımı tehlikeli buluyorum. Toplumları birbirine karşı kışkırtmanın nelere mal olduğunu, Türkiye, hem yakın tarih geçmişinde hem de orta ve uzun tarihli geçmişinde çok acı tecrübelerini yaşadı. Dolayısıyla gerekçesi ne olursa olsun, ister siyaset hesabı olsun ister başka sebeplerle bu alanın istismar edilmesinin önüne geçebilmek adına hem iletişimi ve istişareyi arttırmak, hem de kamuoyunu, medyayı, siyaseti, bu konuya temas eden kim varsa olabildiğince doğru bilgilendirmeye gücümüz yettiğince çalışıyoruz. Onun için burada sizlerle buluşmak istedik ve buradan önemli ve verimli sonuçlar elde edeceğimize de inanıyorum. Bu vesileyle hoş geldiniz diyor, katılımlarınız için tekrar teşekkür ediyorum” dedi.
Bakan Soylu, Müsaade ederseniz, önce meseleye geniş bir açıdan bakarak başlamak isterim. Elbette ki göç, dünyada daha önce olmayan bir şey değildi. Yani göçü yeni keşfediyor değiliz. Ancak 21. yüzyıl, bu konuda çok ciddi bir hareketliliğe sahne oldu. Öyle ki, Uluslararası Göç Örgütü’nün 2003 yılındaki gelecek projeksiyonunda 2050 yılı için tahmin edilen göçmen rakamı 230 milyondu ve biz bu rakamı dünya olarak 2013 yılında geçtik. Yani, projeksiyonun çok ötesinde bir noktadayız. Bunun yanı sıra dünyada zorla yerlerinden edilmiş insan sayısı 2000 yılında 21,1 milyondu, şu anda 70,8 milyon olarak hesaplanıyor. Öte yandan göçün yanı sıra 21. yüzyılın bir diğer temel problemi olan, terör ve şiddet ortamının doğrudan batı medeniyeti tarafından yönetildiğini biliyoruz. Biz buna ‘vekalet savaşları’ diyoruz. Aslen bunun oluşturduğu kritik bir sonuç var Afrika’daki iç savaşlardan tutun, Türkiye’deki 27 Mayıs darbesine, PKK ve DEAŞ’ın perde arkasından tutun, 15 Temmuz’un stratejistlerine kadar bu ortamı yönetenler aynı siluetler” ifadelerini kullandı.
Göç yollarını da anlatan Soylu, Dünyanın özellikle doğusu ve güneyinin sürekli istikrarsızlık halinde tutulması, evet bir politikaydı; batı belki de bu politikayla ekonomisini ayağa kaldırdı ama bunun karşı atağı da kitlesel göç hareketleri oldu” dedi.
Göçün nedenleriyle ilgili değerlendirmelerde de bulunan Soylu, Bu göçün ana sebebi, oluşturulan terör ve şiddet ortamıdır. Başka bir şey daha var. Yukarıdan aşağıya değerlendirdiğimizde bir, gelir eşitsizliği; iki, gıdaya; üç, sağlığa; dört eğitime yönelik erişimdeki problemler. Doğal olarak insanlar orada kalmak istemiyor” şeklinde konuştu.
Soylu, Türkiye’nin göç ile ilgili yetki ve yeterlilik açısından dünyadaki en önemli ülkelerden biri olduğunu dile getirdi.
Sayısal veriler de paylaşan Bakan Soylu, Bugün Türkiye’de geçici koruma statüsünde 3 milyon 639 bin 284 Suriyeli var. Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde aldığı toplam göçmen sayısı, bu verdiğim Suriyeli rakamı dahil 5.7 milyon kişidir. Yani, daha önce yaşamadığımız bir şeyi yaşıyoruz. Ekonomik sebeplerle göç, zaten tüm dünyada belli bir ölçekte var olan bir şeydi. Oysa Türkiye sınırına birdenbire yüz binlerce insan sadece daha çok para kazanmak için koşmadı. Bu insanlar net şekilde ölümden kaçtılar. Ölümden kaçanlar bir aks oluşturdular. Elbette ki ekonomik sebeplerle göç etmek isteyenler de bu aksı kullanmış olabilir ama temelde Türkiye’nin ve dünyanın bugün maruz kaldığı kitlesel göç hareketi ve düzensiz göç probleminin belirleyicisi ekonomi değil, oluşturulan terör ve şiddet ortamıdır. Buna vurgu yapmamın sebebi şudur; eğer biz bu göçü ekonomik beklentilere bağlarsak o zaman vicdanımızla davranma yetimizi kaybederiz.”
Mülteci ile göçmen kavramlarının farkını da anlatan Bakan Soylu, Meselenin Türkiye boyutuna gelmeden önce izniniz olursa, Avrupa’daki durum üzerinde kısa bir değerlendirme yapmak isterim uluslararası hukuk açısından mülteci ve göçmen, iki farklı kavram. Eğer bir kişi mülteci olarak kabul edilirse, terk ettiği ülkeye dönme olanağı kalmadığı gibi, gittiği ülkede de çok daha fazla yasal hakka sahip oluyor ve geri gönderilmesi hiçbir şekilde mümkün olmuyor. Göçmenler ise gittikleri ülkenin yerel politikalarına ve kurallarına tabi olurken, mülteciler uluslararası hukuk ve anlaşmalarla korunuyor. Türkiye ise Cenevre Anlaşmasındaki coğrafi kısıtlamalardan dolayı, sadece batılı ülkelerden mülteci kabul ediyor. Türkiye’nin toplam 28 mültecisi var” dedi.
Türkiye’nin dört başı mamur bir göç politikası vardır” diyen Soylu, sözlerine şöyle devam etti:
Dünyadaki hangi ülke ile kıyaslanırsa kıyaslansın çok üstün, çok üst düzey, sağı, solu belli olan bir göç politikası vardır. Geri kabul anlaşmaları dahil olmak üzere, Türkiye ne yaptığını bilen, ne adım attığını bilen bir ülke pozisyonundadır ki onun için birilerinin söylediği gibi, Türkiye’de bir göç krizi söz konusu değil. Bir göç meselesi var, doğru ama kriz haline gelmiş bir meselemiz söz konusu değil. Yönettiğimiz bir meselemiz var bizim.”
Soylu, Uluslararası anlaşmalar gereğince Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerde bulunanlar da aslında tüm devletlerin sorumluluğu altındadır ancak Avrupa, bu sorumluluğu üzerinden atmaya ve göçmenlerin ilk ulaştıkları ülkelere yıkmaya çalışıyor. Hatta aynı stratejiyi kendi içlerinde de uyguluyorlar. Artık ‘her alanda entegrasyon’ anlayışlarını da sorgulamaya başladılar. Göçmenlerin ilk olarak ulaştığı Yunanistan, İtalya, Macaristan gibi sınır ülkeleriyle, içerideki ülkeler arasında fikir ayrılıkları oluşuyor” ifadelerini de kullandı.
Avrupa, Libya’daki çetecilerle anlaşıp oradan Avrupa’ya göçmen akmaması için insanlık dışı olayların yapılmasını fonluyor ve engellemeye çalışıyor” diyen Bakan Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü:
Dublin sözleşmesine göre sığınmacılar, sadece giriş yaptıkları AB ülkesinde mültecilik başvurusu yapabiliyor. Onun için kıyı ülkeleri ile iç kara ülkeleri arasındaki temel problemleri de bu. Buradaki ‘başvuru - reddetme veya kabul etme sorumluluğu’ da yine giriş yapılan o ülkeye ait.”
Soylu, Türkiye’nin uluslararası koruma başvurusu alabilme kabiliyetine sahip bir ülke haline geldiğini de kaydetti. Bakan Soylu, Sonuç itibarıyla göç meselesi, Avrupa’ya kendi değerlerini sorgulatıyor, hükümetleri deviriyor, siyasi krize yol açıyor” diyerek örnekler verdi.
Göçe ilişkin tutumlar üzerine örnekler veren Soylu, İtalya’da 1998’den bu yana uygulanan ‘insani koruma statüsü’, 2018 Kasım ayında çıkarılan ve ‘Salvini Yasası’ olarak bilinen yasayla kaldırıldı. Ayrıca yine geçtiğimiz haziran ayında, Akdeniz’de göçmenlere yardım eden sivil toplum kuruluşlarına ait gemilere sınırlama ve yüksek cezalar getiren bir yasa çıkarıldı. Benzer uygulamaları da diğer batılı ülkelerde de görüyoruz” şeklinde konuştu.
Bakan Soylu, Hepinizin bildiği gibi Türkiye, coğrafi konum itibarıyla tam benzetmek gerekirse dalganın vurduğu ilk sahil gibi ama biz burada kaya olmak istemedik. Dalga vurup kaya olmasını istemedik, çarpıp geri dönsünler tercihini kullanmadık işin başından beri. Bazıları bunu gelişigüzel salık veriyor olabilir, bazıları manipülasyon amaçlı söyleyebilir veya kendi içimizde bir koruma güdüsüyle, kendi açısından iyi niyetle söyleyebilir ama bu tercih bizim açımızdan uygulanabilir değildir. Bizim o coğrafyayla sıkı bağlarımız var. Tarih bağlarımızdan tutun, akrabalık bağlarımıza kadar. Hatay’dan veya Şanlıurfa’dan içeri giren bir kişi, 5 kilometre sonra bir amcaoğlunun evine konaklayabiliyor. Bu bizim coğrafyamızın gerçeğidir. Avrupa, böyle bir şeyi özümsemeyebilir, hissetmeyebilir. Dolayısıyla burası, elimize bir bıçak alıp kesip atacağımız bir alan değil. Çanakkale’de birlikte savaşmışsınız, yüzyıllarca iç içe yaşamışsınız, Misak-ı Milli sınırları dahilinde yerlerden bahsediyorsunuz; ticaret yapmışsınız, sosyal ilişkiler kurmuşsunuz, sonuçta orada bir yangın çıktığında ‘ben kapımı kapatıyorum’ diyemeyiz. Bu bizim geleceğimizde büyük bir maliyet olarak yüklenir” dedi.
Türkiye’nin göçe ilişkin tutumunu anlatan Soylu, Devletler de bazen insanlar gibi davranmak zorundadır. Biz bir şirket değiliz. Sadece kârımıza bakamayız. Dolayısıyla böyle bir tercih kullanmadık. Bundan sonra da kullanmayacağız. Hem vicdana, hem uluslararası hukuka uygun davrandık. Biraz önce anlattığım gibi, uluslararası hukuku önce kabul edip, sonra da birileri gibi eğip bükmeye çalışmadık. Uluslararası hukuk ne ise bunu da uyguluyoruz ve bir cümlenin de altını çizeyim, panik de olmadık. Bir politika dahilinde bu işi yönetmeye çalıştık. Türkiye, bu meseleyle 2011 yılında, yani ilk anda temas etti. Avrupa ise 2013’te, sığınmacıların kendilerine yönelmesi, artmaya başlayınca temas etti ve yaklaşık 2015’te bu işi resmi gündemine aldı. Biz öncelikle 2011’de bu insanları açık kapı politikasıyla kabul ettik. Sonrasında 2014’te geçici koruma statüsü verdik. ‘Türkiye’nin bir politikası yoktur’ diyenlere söylüyorum. 10 binlerce, 100 binlerce insanı kamplarımıza aldık. Avrupa’daki, Avrupa yolu üzerindeki birtakım kamplar insanlık dışı kamplarken, dünyanın neresinden gelirlerse gelsinler bizim kamplarımızı görmeye başladıkları anda Türkiye’yi överek gittiler” dedi.
Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü: İlk etapta bunların barınma ihtiyaçlarını karşıladık. Sonra bu insanların sosyal yaşama uyumunu planladık ve buna ilişkin gerek yasal mevzuat adımlarını, gerekse uyum politikalarını uyguladık. Samimiyetime inanmanızı isterim, Türkiye bu meselede hiçbir adımı gelişigüzel atmamıştır. İlk anda gelen kişilerin çalışma ve sosyal hayata uyumu ile ilgili bazı düzenlemeler yaptık. Ancak daha sonra 2013 yılı nisan ayında ‘yabancılar ve uluslararası koruma kanununu çıkartarak meseleyi daha sağlam bir hukuki zemine taşıdık. Bu arada aynı kanunla Göç İdaresi Genel Müdürlüğünü de kurduk. Göç başladığında barınma, kamp gibi ihtiyaçları AFAD eliyle karşılıyorduk, daha sonra orada kurulan yapıyı da göç genel müdürlüğü bünyesine havale ettik.”
Türkiye’de göç yönetiminin nasıl yapıldığıyla ilgili bilgiler de veren Soylu, Şu anda Türkiye’nin göç yönetimi, ilgili diğer bakanlıklar ve kurumlarla birlikte, göç idaresi genel müdürlüğü koordinesinde yürütülmektedir. Bu koordinasyonu da yine aynı kanunla oluşturulan daha önceki ismi ‘Göç Politikaları Kurulu’, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtikten sonra ismi ‘Göç Kurulu’ eliyle gerçekleştirdik” dedi.
Kurul, Türkiye'nin yabancılarla ilgili göç stratejilerini belirlemek, stratejilerin koordinasyonunu ve uygulanmasını takip etmek üzere İçişleri Bakanı başkanlığında, İçişleri Bakanlığınca belirlenecek bakanlık, kurum ve kuruluşların temsilcilerinden oluşmaktadır” diyen Soylu, Göç Kurulunun işleyişini anlattı.
Bakan Soylu, her adımın kanuna ve mevzuata dayandığına dikkat çekerek, Dikkat ederseniz her adımımız bir kanuna ve mevzuat düzenlemesine dayanmaktadır. Keza bu kurulun ve genel müdürlüğümüzün çalışmasıyla Göç Strateji Belgesi ve Eylem Planları hazırlanmıştır” dedi.
Göçmenlere ilişkin süreçlerle ilgili bilgiler de veren Soylu, Suriyelilerle ilgili atılan ilk adım kayıt altına alınmalarıdır. Ülkemizdeki tüm Suriyelilerin biyometrik bilgileri mevcuttur ve bu bilgiler güvenlik birimlerimizle paylaşılmaktadır. 2017 yılı başından itibaren, Suriyelilerin verilerinin güncellenmesi projesi başlatıldı. 2 yıllık çalışma sonucunda tüm veriler yeniden güncellenmiştir” ifadelerini kullandı.
2015 yılında, geri gönderme merkezi kapasitemiz kaçak göçmen için bin 700’dü. Şu anda 16 bin”
Kaçak göçmenlerle ilgili çalışmalara da değinen Soylu, 2015 yılında, geri gönderme merkezi kapasitemiz kaçak göçmen için bin 700’dü. Şu anda 16 bin. 2-3 ay içerisinde 20 bin olacak. Meseleyi sadece bir tarafta tutmuş değiliz, aynı zamanda kaçak göçe ait de geri gönderme merkezleri kapasitesi oluşturduk” şeklinde konuştu.
Soylu, 8 ilimizde bulunan barınma merkezlerimizin sayısı da şu an itibarıyla 11’dir. Buralarda hali hazırda barınan insan sayısı 87 bin 464, bu yerlerin toplam kapasiteleri ise 165 bin 609 kişidir” dedi.
Süleyman Soylu, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün projelerinden de bahsetti. Soylu, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, bu alanda bugüne kadar başladığı 47 projeyi tamamladı. Bu projeler arasında strateji belgesi ve eylem planı oluşturma, mevzuat geliştirme ve kurumsal kapasiteyi arttırma, geri kabul ve geri gönderme merkezleri kurma, genel müdürlüğün merkez ve taşra personelinin eğitilmesi, göçün akademik düzeyde incelenmesi, kayıt altına alım kapasitesini arttırma ve gönüllü geri dönüş projeleri, mülteci çocukların yaşam koşullarının iyileştirilmesi projeleri bulunmaktadır. Bu projeler Uluslararası Göç Örgütü, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlarla, İngiltere, Norveç, İsveç ve Hollanda gibi ülkelerle ve bakanlıklarımız ve üniversitelerimizle işbirliğinde yürütülmektedir. Ayrıca genel müdürlüğün devam eden 20 projesi daha bulunmaktadır” dedi.
Bakan Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü: Ülkemizde; Ocak 2019 itibarıyla Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü verileriyle eğitim çağındaki Suriyeli çocuk sayısı 1 milyon 47 bin 536’dır. Bunların okullaşma oranı, ortalama yüzde 61,69; ilkokullardaki okullaşma oranı yüzde 96,3’tür. Bir karşılaştırma olması için ifade edeyim, mülteciler için dünya genelinde ilkokuldaki okullaşma oranı yüzde 61’dir. Yani biz, göçmenleri sadece içeri alıp bırakmıyoruz. Yüzde 50’si 18 yaşın altında olan, savaş ve şiddet koşullarından travmatik deneyimler yaşayarak Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Suriyelilerin eğitim sistemine dahil olmaları konusunda çok başarılı çalışmalar yapıyoruz. Mesela 'Suriyeli çocukların Türk eğitim sistemine entegrasyonunun desteklenmesi projesi' adıyla bir proje yürütüyoruz. İki yıllık bir proje olarak öngörüldü. Şubat 2018 verilerine göre proje kapsamında 23 ilde, 390 bin Suriyeli öğrenciye 5 bin 555 Türkçe öğretici tarafından Türkçe öğretim dersi, 495 rehberlik danışmanıyla danışmanlık dersi verilmiştir. Yine aynı proje kapsamında geçen yıl okullarında Suriyeli öğrenci bulunan 2 bin 500 idareciye eğitim verdik ve şunu da ifade etmek isterim, eğitim işine göçün ilk anlarından itibaren eğildik. İlk zamanlar geçici eğitim merkezleri eliyle bu işi yürüttük. geçen yıl bunların sayısı 224’tü. Bunların yavaş yavaş kapatılıp buradaki ihtiyacı artık yerleşik sistemle entegre ederek kapatma yoluna gidiyoruz. Öte yandan göç idaresi genel müdürlüğümüzün koordinesinde çok ciddi uyum faaliyetleri yürütüyoruz.”
Dış mihrakların Türkiye’nin iç meselelerine müdahil olmak istediklerini belirten Bakan Soylu, Kimseyi kırmamak için çalışıyoruz. Hakikaten onları bir misafir olarak görüyoruz ve onları daha insani yaşam koşullarında yaşatmak istiyoruz ama buradan şunu söylüyorum; Türkiye’nin içerisinde yaşanan bu olayları dışarıdan karıştırma heveslisi olanlar da var. Körfez ülkelerinin birkaçına bakın Türkiye politikalarını ters düz etmeye çalışıyorlar. Bu konuda istihbaratımızın da çok önemli değerlendirmeleri ve aldığımız tedbirler var. Bütün bunlar ve aynı zamanda göç politikasının kendine ait önemli bir mücadele alanı var. Çünkü Suriyelileri bir tarafa bırakırsak bunların diğer bir bölümü de kendilerine ait diaspora meselesidir. Her büyük ülke bunun üzerinden bir çatışma alanı oluşturmak istiyor. Kusura bakmayın biz burada Türkiye’yi muhafaza etmek zorundayız. Yani kendi içimizde müsaade etmemeliyiz. Bu bizim ülkemiz” şeklinde konuştu.
Ortaya konan süreçlerde, süreç yönetimi söz konusu olduğunu dile getiren Soylu, Uyum buluşmaları adını verdiğimiz toplantılar var” dedi. Soylu, 10 bini aşkın Uygur Türküne uzun süreli ikamet verdiklerini dile getirdi. Soylu, Uyum konusunda ’biz bize sohbetler’ adını verdiğimiz etkinliklerimiz var ve ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı-Milli Eğitim Bakanlığı personeline yönelik sosyal uyum çalıştaylarımız var. Hepsinden önemlisi bütün bu faaliyetleri düzenleyen, somut adımları planlayan uyum strateji belgesi ve ulusal eylem planımız var. Bütün çalışmalarımız, bu belgedeki ilkeler ve adımlar çerçevesinde yürütülmektedir. 6 ilimizde pilot olarak uygulamaya koyulan göç danışma merkezlerimiz faaliyettedir. Keza, YİMER olarak bilinen 157 numaralı 'yabancılar iletişim merkezi' çağrı merkezimiz var. Uyum tırlarından çocuklara yönelik göç ve uyum konusunu işleyen animasyon karakterlerimize, eğitim setlerimize kadar pek çok farkındalık projemiz var” şeklinde konuştu.
Bakan Soylu şöyle devam etti:
Bunun gibi pek çok proje yürütüyoruz. Anlatmaya çalıştığım şudur. Çok küresel, çok karmaşık ve çok büyük bir meseleyi yönetiyoruz. 2011’den beri izlediğimiz bir politikamız var, bir stratejimiz var, ilkelerimiz var ve bunlarda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. İlk gün ensar ve muhacirdi. Bugün de ensar ve muhacirdir. Bunun yanı sıra düzensiz göçle ciddi bir mücadelemiz söz konusu. o işin hem hukuku ayrı, hem uygulaması ayrı. Orada Afganlar da, Pakistanlılar da Afrika’dan adını duymadığımız ülke vatandaşları da işin içine giriyor.”
Soylu, son hafta düzensiz göçte Yunanistan’a geçerken yakalananlardan yaklaşık yüzde 45’inin Afgan olduğunu dile getirdi.
Yeni bir proje yürüttüklerini de dile getiren Soylu, ‘Sahil Gözetleme Radar Sistemi’ ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın radarları, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın radarları, Sahil Gözetleme Radar Sistemi’nin radarlarının birbirine entegre olacağını ve denizlerde tek bir santimetre kare kalmayacağını söyledi.
Soylu, Geçici koruma kimlik kartı olan bir Suriyeli göçmenle veya ülkede ikamet izniyle bulunan, uluslararası koruma statüsündeki bir Pakistanlıyla, İranlıyla veya başka bir ülke vatandaşıyla; kaçak yollarla ülkeye girmiş insan aynı konu başlığına dahil değildir. Kaldı ki bizim düzensiz göçmen politikamızda da bir değişiklik söz konusu değildir ve biz burayı da vicdanla yönetiyoruz.”
Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü: Düzensiz göçte 2017 yılında 175 bin 752 düzensiz göçmen yakaladık, 2018’de bu sayı 268 bin kişi oldu ve bu yıl, 29 Temmuz itibarıyla 177 bin 654 rakamındayız. Yani, 2017’yi geçtik. 300 bini de aşacağız, öyle gözüküyor. Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi bu işin başından beri ama özellikle son aylarda, göç konusunda bir bilgi kirliliği, üzülerek söyleyeyim iftira furyasıyla karşı karşıyayız. Suriyelilerin devletten maaş aldığı, hastanelerde öncelikli bakıldığı, Suriyeli öğrencilere devletten bin 200 TL burs verildiği, TOKİ’den bedava ev verildiği, üniversitelere sınavsız kabul edildikleri, araçlarında MTV’den muaf oldukları, Suriyelilerin devlet memurluğuna alındığı, özellikle seçim dönemlerinde Suriyelilerin gelişigüzel vatandaş yapıldığı gibi pek çok asılsız iddia ile karşı karşıya kalıyoruz. Hatta Konya’da bir Suriyeli kişiye ait bedelsiz bir su faturası sosyal medyada konu oldu. İşin aslı sonradan ortaya çıktı. faturanın altında 'kullanım miktarı düşük olduğundan su kullanımının faturalandırılmadığı' ibaresi olduğu anlaşıldı. Kullanım miktarı az olunca herkese yapılan bir uygulama. Yine özellikle son günlerde geri göndermeyle ilgili bir karalama kampanyasıyla karşı karşıyayız. Türkiye'nin bu konuda bir strateji değişikliği olduğu ve insanları ölüme geri gönderdiği tezi üzerinden birtakım haberler çıkıyor. Özellikle Amerika’da yaşayan Suriyeli bir karikatüristin çizdiği provokatif bir çizim üzerinden başlayan bir kampanyayı da hepimiz biliyoruz. Bu tabloya bakınca benim gördüğüm şudur: Türkiye bir istikrar mücadelesi veriyor, terörle mücadele veriyor ve başarılı oluyor. Ancak bunun karşısında dünyada da istikrarsızlığa sebep olduğu bilinen hassas bir konu olan göç üzerinden sarsılmaya çalışılıyor. Fitneye müsait, insanların birbirine düşmesine müsait olan bir konu ve bu konu kolaylıkla istismar edilebilme alanına sahip. Bu son dönemdeki yalan ve iftira politikası sadece göç politikamızı hedef almıyor. Özellikle sınırlarımızın ötesinde yürüttüğümüz terör operasyonlarını hedef alıyor. Garip bir şekilde dün Suriyelileri almamızı eleştirenler, bugün geri göndermiyor olmamıza rağmen bu alanda bir algı oluşturmaya çalışıyor. Bizim bu noktadaki çizgimiz ve duruşumuz nettir. Biz bu meseleye ensar-muhacir anlayışıyla yaklaştık, halen de bu bakışımızı sürdürüyoruz ve şunun bilinmesini isterim ki Türkiye’nin göç yönetimi politikasının ana eksenini, ensar-muhacır anlayışımız oluşturmaktadır ve bizim buradan herhangi bir şekilde sarfınazar etmemiz söz konusu değildir. Önümüzdeki süreçteki politikamızda tek değişiklik, vatandaşlarımıza, kamuoyuna daha fazla bilgilendirme yapmak olacaktır. İstanbul özelinde de yaptığımız, kimseyi geldiği ülkeye göndermek değildir. Sadece İstanbul’da bir yığılmanın önüne geçebilmek için, Suriyeli kardeşlerimizin, kayıt oldukları şehirlerde ikametini temin etmeye çalışmaktır ki bu da zaten olması gereken bir şeydir. Önümüzdeki süreçte, iftira ve yalanlara fırsat bırakmamayı hedefliyoruz.”
Soylu, Geçen sene 12 ay boyunca İstanbul’da 28 bin kaçak göçmen yakalandı. Bu yıl, yıl başından itibaren 35 bin” dedi.
1 milyon 47 bin 536 Suriyeli çocuğun geleceği hakkında Bakanlığın bir perspektifi olup olmadığının sorulması üzerine Soylu, Suriye'deki durum güvenli bölge dahil Suriye’de atılacak adımlar açıklığa kavuşursa ve oradaki anayasal süreç dahil belirli adımlar netleşirse buradaki geri dönüş hızlanacaktır, bu kadar açık. Ama hiç birimiz 2011’de bu sürecin bu kadar uzun süreceğini düşünmüyorduk. Biz bu sürecin en kısa sürede tamamlanması için hem barış hem insanlık açısından, uluslararası alanda da Cumhurbaşkanımızın liderliğinde çok önemli adımlar atılıyor” ifadelerini kullandı.
Suriye’deki iç karışıklıklarının son bulmasının ve normalleşme sürecinin başlamasının ardından Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönüşlerinin nasıl olacağının sorulması üzerine Soylu, Kendileri ile yaptığımız mülakatlarda, araştırma ve anketlerde orası güvenli olduğu andan itibaren ben dönerim diyenlerin oranı yüzde 65-70 civarında. Ama ben orada kelebek etkisinin de yaşanacağının oranın daha da artacağını düşünüyorum. Ama bir kısmının vatandaşlık bir kısmının ise ikametgah vasıtasıyla
Türkiye’de kalmasının o saatten sonra sorun yaşatacağını düşünmüyorum” diye konuştu.
Kaç Suriyelinin Türkiye vatandaşlığına geçtiği sorusunu cevaplayan Soylu, Çocuklar da dahil 92 bin 280. Bunların da büyük bir bölümü öğretmen, mühendis gibi nitelikli kendi hayatını kurabilecek kişiler” cevabını verdi.
FETÖ’nün Suriyeliler konusunda ne konumda olduğunun ve bir siyasi partinin kendisi üzerine manipülatif paylaşımlar yapmasının sorulması üzerine Soylu, İstihbarat başkanı ve siber daire başkanımıza dedim ki Suriye meselesi ile ilgili FETÖ hesaplarının bir ayrımını yapar mısınız? FETÖ hesapları tamamen bu meselelerin tahrikinde birebir pozisyon almış hesaplar. Bu hesapların hangileri olduğunu hepimiz biliyoruz. İkincisi o siyasi partiyle ilgili söylemek istiyorum. Maalesef İkitelli dahil olmak üzere ve Arnavutköy dahil olmak üzere, içerisine giren teşkilat mensupları var birebir tespitimiz. Tabi bu hukukun işi siyasi partiye mensup olmasından dolayı onu suçlamak filan değil, orada kişiliği ayrı orada kişiliği ayrı. Ama bu tesadüf olamaz. Belirgin olarak yönlendirildiğini yönetildiğini düşünüyoruz. Tam Uygur meselesinde de böyle bir hattın olduğu hatırlarsanız yine aynı grup İstanbul ve Ankara’ya yürüyüş yapmak istedi. Hatta Kızılcahamam’a kadar da geldiler yine aynı siyasi anlayışın bu yürüyüşün de angajesini yapanlardan olduğunu biliyoruz” dedi.
Terör örgütlerinin bu göç dalgası aracılığı ile Türkiye’ye sızmaya çalışıp çalışmadığı üzerine tespitlerin olup olmadığının sorulması üzerine Soylu, DEAŞ’ın da var PKK’nın da var. Başka bir şey daha söyleyeyim. Aslında sadece DEAŞ ve PKK değil derdimizi anlatmak da zorlanıyoruz. Bakın yaklaşık 8 bin FETÖ’cü geçti. Bu da sizin için yeni bir rakam. Edirne kara sınırından Yunanistan’a. Peki bu hangi hattan geçti? Tam bu kaçak göçmen sınırından geçti, 15 Temmuz’dan sonra. Tam tarih aralığı son iki buçuk yıl. Yani bu şu demek DEAŞ grubu bunun üzerinden bu işi yapmaya çalışıyor. Sadece Suriye değil bütün hat üzerinden bunu yapmaya çalışıyor. PKK bunu yapmaya çalışıyor. O yüzden bizim bu konuda aldığımız tedbirler tek bir amaca yönelik tedbirler değil” ifadelerini kullandı.
Türkiye’ye gelen Suriyelilerin hangi bölgelerden geldiğinin sorulması üzerine Soylu, Yüzde 64 Halep’ten gelmiş, yüzde 8’i İdlib, yüzde 8 Haseke, yüzde 5 Rakka, yüzde 5 Deyrizor, yüzde 5 yüzde 4 Hama, yüzde 4 Şam yüzde 2 si Humus yüzde 17 PYD'nin kontrol ettiği yerden. Yüzde 66 rejimin kontrol ettiği yerler yüzde 8 muhalefetin kontrol ettiği yerler yüzde 9 da Türkiye'nin kontrol ettiği yerler yani Fırat Kalkanı Harekatı” şeklinde cevap verdi.