Terör örgütü propagandası suçlamasıyla İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Fincancı hakkında 11 Ocak'taki üçüncü duruşmada karar çıktı. Fincancı, terör örgütü propagandası yaptığı gerekçesiyle 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezası aldı. Anayasanın 53. maddesindeki kamusal haklarından mahrum bırakılması kararlaştırıldı. Fakat cezaevinde geçirdiği süre göz önüne alınarak tahliyesine karar verildi.
Fincancı, cezaevi sürecinin ardından ilk kez DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
DW Türkçe: Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, karar memnun etti mi?
Korur-Fincancı: Ben gayet iyi hissediyorum tabii ki. Ancak iki buçuk aydır hayatın hızlı akışından uzak kaldığım için bocaladığımı söyleyebilirim. O kadar hızlı bir hayata henüz adapte olamadım.
Hapis cezası kararının memnun etmesi ise mümkün değil. Son dönemde yargıda verilen kararlar hiçbirimizi memnun etmiyor. Tam tersine toplumdaki adaletsizlik duygusunu pekiştiriyor. Ortada olmayan bir suç için ceza biçilmesi, üstelik de 53. madde üzerinden yurttaşlık haklarının, kamusal hakların tümüyle ortadan kaldırılması kabul edilebilir gibi değil.
Tahliye olmayı bekliyor muydunuz?
Yaklaşım itibarıyla bu karar verilmeyecek gibi gözüküyordu. Savcının en üst sınırdan 7 buçuk yıl ceza talep etmesi… Mahkeme heyetinin tutumu… Mesela beni -ortada bir propaganda suçu olmasa da- bu suçtan yargılıyorlardı ama sanki bir terör örgütü üyesiymişim gibi önlemler alıyorlardı. Ben o yüzden dört yıl ve üzeri olur, tahliye kararı da vermezler diye düşünüyordum. Avukatlarımızın bazıları öyle olmayacağını, daha düşük olacağını ifade etmişlerdi. Çok ciddiye almamıştım ama ciddiye almam gerekiyormuş demek ki… Burada şunu söylemek gerekir. Toplumun güçlü bir dayanışması oldu. Sadece Türkiye değil uluslararası toplumun da dayanışması çok güçlüydü. Muhtemelen onun da etkisiyle beni tahliye etme gibi bir ihtiyaç doğdu.
Hakkınızda Anayasanın 53. maddesini barındıran hüküm kesinleşirse TTB'deki görevinizi yürütemeyeceksiniz. Kararın bu nedenle hızlı bir şekilde kesinleşmesi söz konusu olabilir mi?
Bu sorunuza şu örneği vermek isterim. 2016'da, Özgür Gündem davasından 10 gün hapishanede kalmıştım. Yargılamalar sonucunda beraat ettik, savcı ise itiraz etti ve dosya İstinaf'a gitti. Yıllardır İstinaf'ta bekliyordu. 2020 yılında TTB'nin seçimleri olunca ve ben başkan seçilince, İstinaf savcının bozma talebini kabul etti ve ilk derece mahkemesine gönderip yeniden yargılama başlattı. Dolayısıyla burada da ne zaman ihtiyaçları olur, en elverişli zaman nedir, bilmiyoruz. Bu hukuki bir süreç olmadığı, siyaseten yürütülen bir süreç olduğu için İstinaf ne yapacak, Yargıtay nasıl karar verecek, öngörebilme olanağı yok. Gerekirse hem İstinaf hem Yargıtay, siyaseten bunları hızlıca onayabilir.
İçeride 76 gününüz nasıl geçti?
Benim için, bir insan hakları savunucusu olarak oralarda olmak çok kıymetli. Biz insan hakları savunucuları olarak isterdik ki, hapishanelerle ilgili talep ettiğimizde gözlem yapabilelim. Orada kalanların sorunlarını öğrenelim. O sorunlarını çözmek için de çaba gösterelim. Beslenmeden sağlığa, egzersiz yapma olanaklarına, insanların temiz havadan yararlanabilme koşullarına, habere, bilgiye erişebilme olanaklarına… Özellikle basının esir alınmış olduğu koşullarda, sadece yandaş diye tanımladığımız kanalların, muhalefetin sesini ortadan kaldıran yaklaşımın çok etkili olduğunu gördüm ben içeride. Bilgiye, habere erişebilmek olanaksız. Son dönemde Basın İlan Kurumu pek çok yayın organını cezaevine sokulamaz hale getirdi. Bunlardan biri de benim düzenli olarak yazdığım gazetem Evrensel.
Örneğin, çıktıktan sonra gözledim ki, Evimden cephanelik çıkmış. Aaa. İnanılmaz bir yalan ağı ve sadece bunları izleyen insanlar için de çok inanılır. Hiç bilmiyor ki babamdan kalan mermiler onlar ve benim ders için anlattıklarım. Kalaşnikof mermisi diyorlar. Halbuki onların hepsi Makine Kimya Endüstrisi yapısı, askerin kullandığı G3 silahlarının mermilerinden. Ben adli tıpçıyım. Ders anlatırken örnek olarak gösteriyorum onları. Yasak kitap diyorlar, yasak kitap dedikleri Meclis kütüphanesinde bile var. Sadece bunları izleyen insanlar için ben çok tehlikeli bir teröristim. Hatta benim için bu kadar güvenlik önlemi alıyorlarsa da memleketin en tehlikeli teröristiyim. Böyle algılamaları olağan.
İçeride 8 kilo verdim. Çok iyi oldu. Bir 10 kilo daha versem çok daha iyi olacak, hafifledim yani hareketim rahatladı. Hareket kabliyetim arttı. Düzenli beslenmenin getirdiği bir şey aslında. Dışarıda iş güç peşindeyken sandviçlerle besleniyoruz. Devletim bana iyi baktı.
Dava konusu olan yayında, Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik gazlardan, zehirli gazlardan, kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda dediniz. Bu cümlelerinizle ilgili pişmanlığınız ya da düzeltmek istediğiniz bir şey var mı?
Niye pişmanlığım olsun? Ben tıbbi bir değerlendirme yapıyorum. Bir video izledim, hatta meslektaşlarımla birlikte izledik. Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler'den arkadaşlar da bölgeye gitmek için girişimde bulunmuşlar ama gidememişler. Biz hekimler ağır insan hakları ihlalleri üzerine çalışırken videolardan, fotoğraflardan ön değerlendirme süreci işletiriz. Burada da birtakım belirtiler var. Bu belirtilere baktığımızda solunum yoluyla alınmış bir etken düşündürüyor. Çünkü akciğer etkilenmesi var. Onu gözlüyorum ben. Bunun gaz formunda bir madde olduğunu, bu gaz formunun toksik bir gaz olması gerektiğini söylüyorum, zararlı olduğu için. Onun üzerinden de diyorum ki, Toksik bir gaz... Anlamazlar diye sonra, Zehirli bir gaz diyorum. Kimyasal madde, gaz olarak bir kimyasal madde var.
Ama ben o konuşmamda belirtileri değerlendirirken Kimyasal silah demiyorum. Bunun bir kimyasal silah olup olmadığına bakılsın, kimyasal silah ise, yasaklanmış kimyasal silahlar kapsamında olup olmadığı için ileri inceleme yapılsın diyorum. Söylediğim bu. Çünkü uluslararası sözleşmeler protokoller bize böyle yapılması gerektiğini söylüyor. Bunu yapabilmek için ileri incelemede de adli tıpçıların bir kılavuzu var: Minnesota protokolü. Ona uygun bir otopsi süreci de işletilebilmeli ki tespit edilebiliyorsa bu gaz formu, tespit edilsin. Ben bunu söylüyorum, bunda pişman olacak bir şey yok.
Sizin yargılandığınız sıralarda TTB Merkez Konseyinin de görevden alınması için bir dava açıldı. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Ardı ardına başlatılan soruşturma ve benim gözaltı sürecimle aynı gün başlatılan TTB'ye yönelik dava, okların TTB'ye yöneldiğini düşündürüyor. Buradan benim konuşmamı bir suç kisvesine büründürüp kriminalize ederek TTB'ye saldırma yolunu açmış olduklarını düşünüyorlar. Neden? Çünkü meslek örgütleri doğası gereği siyasi otoriteyi denetleme sorumluluğu taşır. Bu denetim siyasi otoritenin hiçbir zaman hoşuna gitmez. TTB de bu tip saldırılara çok maruz kalır. Yasasını değiştirmeye çalışırlar. Güçsüz düşürmeye çalışırlar. Bu zamana kadar başaramadılar ama niyetlerinden de hiç vazgeçmediler. Bundan sonra başarabilirler mi? Ben sanmıyorum.