Seçimlerin ardından TKP tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi;
1. Türkiye Komünist Partisi henüz daha “baskın seçim” kararı alınmamışken uyarıda bulunarak bu koşullarda yapılacak seçimlerin meşru olmayacağını ilan etmişti: “Yapılan son düzenlemelerle, Türkiye’de seçimler Erdoğan’ın istediği sonucu verecek bir müsamereye dönüştürülmüştür. Buna bir seçim demek mümkün değildir. Seçim özelliğini yitirmiş bir seçime hiçbir şey yokmuş gibi katılmak bu müsamerede figüranlığı kabul etmek demektir.” Bu uyarı geniş bir kesimde yankı bulmasına rağmen, CHP’nin başını çektiği düzen muhalefeti milyonlarca kişiyi bir kez daha temelsiz bir iyimserliğin içine çekerek, “bir şey yapamazlar, merak etmeyin” saflığının peşinden sürüklemiştir.
Oysa siyasi iktidar daha önceki seçimlerde, özellikle son referandumda kazandığı manipülasyon yeteneğini bu yıl içinde hızla çıkarılan yeni düzenlemelerle iyice pekiştirmiş ve ortaya denetimi tamamen imkansızlaştıran ucube bir seçim sistemi çıkarmıştı. Bu gerçek orta yerde dururken Türkiye’de siyasi iktidara karşı olan toplumsal kesimler “baskın seçim” kararı alındığı andan itibaren “ne olursa olsun seçimlerin kazanılacağı” fikrine ikna edilmiştir.
Milyonlarca kişi 24 Haziran gecesi seçimlerde hile yapıldığını düşünmüş ama ne bunu kanıtlayabilmiş ne de buna karşı bir şey yapabilmiştir. Çünkü hep vurguladığımız gibi örgütsüzleştirilmiş ve kişiler etrafında yaratılan efsanelerin peşinden giden bir halk çaresizleştirilmiş bir halktır. Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki, seçimler seçim günü değil, öncesinde kazanılır. Bu seçmen kayıt mekanizmaları ve seçim sistemi ile seçimlerin takibi olanaksızdır.
2. Ancak 24 Haziran seçimlerinin asıl gösterdiği gerçek, yalnızca seçimlere yaslanan bir çıkış yolunun hiçbir karşılığının olmadığıdır. AKP iktidarına karşı Gezi direnişinde ayağa kalkan milyonlarca kişinin bu büyük halk hareketinin hemen ardından asıl ihtiyaç olan siyasal örgütlülük süreçlerinden uzak tutulması için bütün yollar denenmiştir. Her defasında “son kavşak” olarak gösterilen seçimler ardı ardına hayal kırıklıkları yaratmış ve Erdoğan karşıtlığı düzen içi dengelerin içinde iyice kişiliksizleşmiştir. Bilinmelidir ki, Türkiye’de en küçük bir iyileşme için dahi asgari bir örgütlülük gerekmektedir. Ne yazık ki, Türkiye toplumunun bir kesimi mücadele etmeden “kurtulacağı” düşüncesinin cazibesine kapılmış ve bulduğunu sandığı kahramanının ya da kahramanlarının peşine takılmıştır. Toplumun diğer kesimi zaten kendi varlık ve geleceğini hiç sorgulamaksızın Erdoğan’a teslim etmiş durumdadır. Böyle bir taraflaşma “kurtuluş” yolunu açmaz. Tersine toplumu çürütür.
3. 2017 yılında referandumda seçmenin yarıdan fazlasının oyu ile reddedildiği halde onaylandığı ilan edilen Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir yıl sonra kurtuluşun kapısını aralayacağı fikri bu çürümeyi hızlandırmıştır. Adaletsizliği, zorbalığı temsil ettiği düşünülen bir kişiyi adaleti, özgürlüğü temsil ettiği düşünülen bir başka kişiyle alt etme düşüncesi adaletsizliğin, zorbalığın panzehirinin örgütlü bir halk olduğu gerçeğinin üstünün çizilmesi anlamına geliyordu. Ancak “tek adam yönetimi”nin bu kadar kolayca benimsetilmesinin asıl kaynağı, bu sistemi Türkiye’de patronların özellikle istemesiydi.
4. 24 Haziran seçimleri öncesinde uluslararası tekeller CHP’den İyi Parti’ye, İyi Parti’den Saadet Partisi’ne ve nihayet Millet İttifakı’nın dışında bırakılsa da HDP’ye uzanan büyük koalisyonun arkasında ciddi bir yığınak yapmıştır. Erdoğan’ın bu gücü alt etmesinin öncelikli nedeni, sermaye sınıfının Erdoğan döneminde elde ettiği avantajların hiçbirini terk etmek istememesidir. Erdoğan’ı yaratanlar Erdoğan’a alternatif yaratırken doğal olarak kendi çıkarlarıyla, korkularıyla hareket etmiştir. Bu anlamda sermaye sınıfı açısından bütün riskler ortadan kalkmış, patronlar Erdoğanla ya da Erdoğansız kendi programlarını uygulatabilecek bir siyasal yapıyı garanti altına almışlardır. Hem uluslararası alanda hem de Türkiye içinde sermaye sınıfının iç çelişkilerinin yoğunlaştığı bir dönemden geçmemiz, sömürücü sınıfın ortak çıkarları olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
5. Zaten seçim sürecinde temel meselelerde AKP iktidarı ile düzen muhalefeti arasındaki ayrımların neredeyse ortadan kalkmasını isteyen uluslararası sermayeydi. 16 yıllık AKP iktidarının temel özelliklerini benimsemiş, laikliği yıkan uygulamaları içine sindirmiş, NATO ve Avrupa Birliği ile lafta dahi herhangi bir sorunu olmayan ve TUSİAD’çı patronlara bel bağlayan Akşenerli, Karamollaoğlulu sağcı muhalefet koalisyonu Türkiye toplumunu Erdoğansız AKP rejimine ikna etmişti. İşler öyle bir noktaya gelmişti ki, Muharrem İnce kabineye AKP’den de bakan atayabileceğini müjdeliyordu! Böylece yıllardır sol değerlere karşı “Türkiye sağcıdır” teranesiyle sürdürülen saldırı toplumun çıkış arayan geniş kesimlerini, kandırdıktan sonra orta yerde bırakmış oldu.
6. Türkiye’de 24 Haziran seçimlerinden düzen partileri açısından bir değerlendirme yapmaya kalkmak saçmadır. Hiçbir partinin oyu “gerçek” değildir, Türkiye’de milyonlarca insan bir tercihte bulunmamış, benimsediğini değil önüne konan çok bilinmeyenli denklemi çözeceğini düşündüğünü desteklemiştir. 24 Haziran seçimlerinin tek gerçeği, Türkiye’de milyonlarca öfkeli ve hoşnutsuz insan için düzen içi seçeneklerin tüketildiğidir. Düzen içi muhalefetin amiral gemisi CHP Türkiye toplumu üzerinde yarattığı tarihsel tahribatın altında kalmıştır.
7. Uzun bir süre Türkiye toplumunun itici gücü haline gelen ve Gezi direnişinde zirveye çıkarak düzen sınırlarını zorlayan Erdoğan karşıtlığının artık kendi başına değeri kalmamıştır. Tam tersine Erdoğan karşıtlığı, bu toplumu çaresizleştirmede Erdoğan’ın ikiz kardeşliğini üstlenmiştir. Temel olan düzene karşı konumlanmak; sömürüye, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele etmektir. Yine aynı şekilde Türkiye siyasetinin kentli-modern CHP’liler ve muhafazakâr AKP’liler ikileminden derhal çıkarılması zorunludur. 16 yılın sonunda CHP ve HDP eliyle kentli-modern AKP muhalifleri muhafazakârlığa eklemlenmiştir. Türkiye’deki aydınlanmacı ve yurtsever birikim artık tamamen yeni bir kimlikle, emekçi halk karakteriyle, işçi tulumuyla ayağa kalkacaktır.
8. Türkiye Komünist Partisi, 24 Haziran seçimlerinde emekçi halkın ve düzen değişikliği arayışının sesi olma sorumluluğunu üstlenmiştir. Seçimlere haksız bir biçimde sokulmadığı için bağımsız adaylarla temsil edilen TKP’nin sözü geniş bir kesimde iz bırakmıştır. Bu izin her açıdan çığrından çıkan bir seçim atmosferinde oya dönüşmeyeceğini, hele hele pusulasından propaganda olanaklarına varıncaya kadar büyük zorluklarla boğuşan bağımsız adayların milyonlarca kişiyi içine alan büyük yanılsamayı aşamayacağını biliyorduk. Bununla birlikte, TKP sosyalizmsiz bir seçim dönemi geçirilmesine izin vermedi, çok sayıda yeni emekçi ile temas etti ve 24 Haziran ve sonrasına ilişkin kısa sürede doğrulanan uyarılarda bulundu.
Türkiye Komünist Partisi örgütlenmesine, mücadelesine büyük bir enerjiyle devam ediyor. Önümüzdeki günlerde partinin yetkili kurulları Türkiye’de yüreği solda atanları, emekçi halkı çaresizlikten ve seçeneksizlikten kurtarmak için kapsamlı bir yol haritasını karara bağlayacak. Partimiz, “haklısınız ama hele bir seçim geçsin…” diyenlerin tek umududur, bu sorumlulukla hareket edecektir.
9. Hiçbir seçim kendi başına bir kurtuluş olmayacağı gibi yine kendi başına bir son ya da mutlak karanlık anlamına gelmez. Evet, 24 Haziran’da Türkiye’de milyonlarca kişi sahte bir umudun peşinden sürüklendikten sonra ortada kalmıştır ama Türkiye’nin ilkesiz ve bu düzenin bütün kötülüklerine onay veren bir alternatifle düzlüğe çıkacağı masalı ne kadar temelsizse Türkiye’nin bittiği kanaati de o kadar saçmadır. Herkes bilsin ki, Türkiye karanlığa teslim olmayacaktır.
Bu düzen değişmelidir.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komite