Doların Türk Lirası karşısında yukarı yönlü yolculuğu devam ediyor. Buna karşılık AKP yetkililerinin açıklamaları ise gündeme oturuyor. En son TBMM Başkanı Mustafa Şentop Doların fiyatını biz belirlemiyoruz” diyerek hükümetin sorumluluğunu taca atmış oldu. Öte yandan artan dış borçlar ise Türkiye ekonomisinin riskini olumsuz etkiliyor. 2018 3. Çeyrek sonu itibariyle 448 milyar dolar dış borcu bulunan Türkiye’de doların seyri önem kazanıyor.
Birgün gazetesinden Ozan Gündoğdu, ekonominin seyrini ve sorularımızı Uluslararası Finans Uzmanı Murat Kubilay ile konuştu.
AKP yetkilileri ekonomi yönetimindeki başarısızlıklarının suçunu başkasının üzerine atma eğiliminde. En son TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Doları biz basmıyoruz, doların fiyatını biz belirlemiyoruz” dedi. Bu ekonomik olarak ne kadar mantıklı?
Teoride şöyle bir doğruluk payı var, hiçbir ülke kendi parasının değerini belirlemek gücüne tam manasıyla sahip değil. Serbest piyasanın hakim olduğu bir finansal sistemde yaşıyoruz. Amerikan Merkez Bankası dahi doların değerini bütünüyle kendisi belirlemez ama ne yapar? Etkiler. Bizim merkez bankası da kendi parası olan liranın değerini etkiler. Bu çerçevede bizim merkez bankasının kanunda belirtilen görevi Türk Lirası’nın yurtiçinde ve yurtdışında itibarını korumak. Liranın yurtiçindeki itibarını enflasyon ile yurtdışındaki itibarını ise döviz kuru ile gözlemleriz. Ancak ekonomi yönetiminin 2013’ten beri hem enflasyon hem de döviz kuru konusunda başarılı olamadığını görüyoruz. Burada hem Merkez Bankası hem de hükümet sorumludur.
• Peki Merkez Bankası ve hükümet ne yapmalıydı da yapmadı?
Merkez Bankası boyutunu ele alalım. Merkez Bankasının en temel araçları faizler ve likidite. Türk Lirası itibar kaybediyorsa demek ki Merkez Bankası likiditeyi yeterince kısmamış ve faizini arttırmamış. Zaten bu yüzde 24’e çıkan politika faizini çok daha erken dolar 7,20’ye fırlamadan belirleyebilirdi. İkinci olarak 16 yıldır devleti yöneten hükümetin sorumluluğu var. Devlet politikanızı belirlerken en azından cari denge sağlayıcı bir politika izlemeniz gerekirdi. Örneğin cumhuriyetin ilk kurulduğu dönemlerde dış borcun yarattığı zafiyet öngörüldüğü için bu konuda çok hassas bir politika takip edilmişti. Ama özellikle AKP döneminde görüyoruz ki Türkiye’nin sürekli finansal piyasalarca fonlanmaya başlanması ve bunun sürekli olacağının zannedilmesi sonucunda sürekli olarak dış ticaret açığı verildi. Tabii bunun sonucu ne oluyor, çok büyük bir dış borç stoku oluyor. Böylece Türk Lirasının değerinin belirlenmesinde yurt dışı piyasalar daha etkili hale geliyor.
Doların yükselmesi şeklinde haberler görüyoruz ancak nedir bunun aslı? Yani dolar mı yükseliyor yoksa lira mı değer kaybediyor?
Çok açık ve net bir şekilde 6 yıla yakın zamandır Hazine ve merkez bankası Türk Lirası’nı kontrol edemiyor. Sürükleniyor yerli para. Ancak çok olağanüstü önlemler aldığı zaman düzeltiyor biraz. Ama bir bakıyoruz ki uçurumun kenarına gelmiş oluyoruz bu süreçte. Sadece dolara karşı değer kaybetmiyor, diğer tüm para birimlerine karşı değer kaybediyor. Aslında dolar yükseliyor demekten çok lira değer kaybediyor demek daha doğru. Çok kısa bir sürede bunun tersi olabilir ama çoğunlukla diğer gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine göre dahi değer kaybediyor. Yani Hindistan Rupisi ya da Güney Afrika Randı’na göre de lira değer kaybediyor.
• Dolara olan ihtiyaç artınca dolar, lira karşısında değerleniyor. Buna karşılık Hazine son haftalarda dolar cinsinden dış borçlarını sert bir şekilde arttırdı böylece piyasadaki dolar miktarını genişletti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şuna dikkat etmek lazım, şu zamana kadar dış borçlarını arttırdı. Belki yılın geriye kalanında hiç dış borçlanma yapmazsa sadece zamanlama konusunda erkene çekmiş olacak ve bu kadar panik yapmamıza gerek kalmayacak. Bu sebeple panik yapmak için biraz erken. Benim aklıma daha çok kamu bankalarının sermayelendirilmesi yapılıyor olabilir gibi geliyor. Çünkü o kadar fazla kredi vermiş ki bu bankalar, mutlaka karşılıklarının tutmaları lazımdı. Zorlandıklarını da duyuyorduk. Tabii ki bu finansal istikrar açısından olumlu bir karar ancak kısa vade için doğru olmakla birlikte uzun vade itibariyle sürdürülebilir değil ve çok riskli.
Sadece hazineden daha çok özel kesimin dış borçları daha fazla. Dolar yükseldikçe ekonomimiz üzerindeki riskler artıyor. Ağustos benzeri bir kur şokunda bizim başımıza ne gelir? Ekonomi böyle bir ikinci şoku kaldırır mı?
Yeni bir kur şokunda reel sektör artık döndürülemeyecek noktaya gelir. Bir kur riskini daha kaldırması çok ama çok zor. Şu anda bile ne kadar kaldırdığı belli değil. Muhasebe ilkelerinde değişiklik yapıldı, zarar gösterilmemesi için. Konkordato düzenlemeleri yapılmak zorunda kalındı. Kamu bankaları eliyle krediler yüzdürülüyor. Şu anda bile ultra olağanüstü yöntemlerle zar zor tutunan ekonominin doların bir yüzde 20-30 değer artışı karşısında ayakta kalabileceğini zannetmiyorum. Ama yıllardan beri gelen birikim zararı var.
• Merkez Bankası enflasyon hedefini uzun süredir tutturamıyor. Bu başarısızlığın sonuçları ne oluyor sizce?
Şöyle bir şey söyleyim, uzun zamandır Merkez Bankası kanunda yazan ve birincil amacı olması gereken fiyat istikrarı amacını temel alıyor. Ya neyi temel alıyor? Finansal istikrarı. Sonuçta 5 yıldır enflasyon hedefiniz tutmuyorsa demek ki faizi yeterince arttırmıyorsunuz, 5 yılda insan hatasını anlamaz mı, anlar. Çok basit bir şey bu. Ama neden böyle çok büyük dolar sıçramaları geldiği zaman bu önlemler alınıyor, demek ki esas amaç enflasyonla mücadele değil, bütün finansal sistemin ve reel sektörün çökmesinden endişe ediliyor.
• Ekonomi yönetimi dengelenmeden bahsediyor ancak sanayi üretimi aralıkta yüzde 9,8 gerilemiş, inşaat keza aynı şekilde. Bu verileri daha ne kadar kaldırabilir Türkiye?
Buna dengelenme değil de, L harfi şeklindeki bir krize benzetebiliriz. L’nin sağa doğru uzayan ucu da oldukça titreşimli. Yani bazı aylar birazcık daha iyi bazı aylar birazcık daha kötü. Dengelenme dedikleri şey de su seviyesinin altındaki bir dengelenme. Burada da ne akla geliyor? Kaç dakika nefesimizi suyun altında tutabiliriz. Nihayetinde kafamızı sudan çıkarmamız gerekecek, ancak anlaşılan durum pek öyle parlak değil. Çünkü Türkiye bazı finansman ihtiyaçlarını karşılamak için apar topar 2019’un ilk aylarını kullandı. Belki seçim bunun bir bahanesi. Ne kadar süre gider, zamanında Lozan’da önümüze konan siyasi taleplerin yeniden önümüze konacağı konusuna dönüyoruz. Türkiye bu durumda teslimiyetçi bir anlayışa girerse ki bu gayet mümkündür kısa vadede rahat ederiz ama uzun vadede geleceğimizi çok büyük riske atmış oluruz. Tıpkı 2002 sonrası AKP’nin de sürdürdüğü Kemal Derviş programı gibi. O programın sonuçlarını tanzim satış kuyruklarında görüyoruz.
• Seçimden sonra IMF söylentileri dolaşıyor, böyle bir senaryoya karşılık yorumunuz nedir?
AKP’nin son zamanki IMF söylemi son derece hamasi oldu. Çok tehlikeli biçimde IMF ile girilen anlaşmaları diz çökmek biçiminde yaftaladılar. Böylece sadece geçmişteki hükümetleri değil ilerideki hükümetleri de diz çökmekle yaftalamış oluyorlar. Halbuki IMF hoş olmayan teknik bir sonuçtur. Burada şunu görmek lazım, IMF, hükümetler iyice zor durumda düşünce pazarlık yapar. Türkiye hala o seviyelerde değil ve hükümet hala bazı konularda gücün kendisinde olduğunu görüyor. Dolayısıyla IMF acele bir anlaşma yapmaktan kaçınacaktır. Hükümetin ise böyle bir kriz yılında bile Diyanet bütçesini arttırdığını görüyoruz, Cumhurbaşkanlığı bütçesi keza aynı şekilde. Mega projeler devam ediyor. IMF programı için hükümetin bunlardan bir veya birkaçından vazgeçmesi gerekiyor. Ancak şunu unutmamak lazım her geçen gün, Türkiye’nin aleyhine IMF’nin lehine geçiyor.