Ülkücü yazar: Atatürk, başkanlık sistemini şiddetle ve nefretle reddetmiştir

'Siz ve halk efkârı bilmelisiniz ki bu yoldaki teklifler de hoşuma gitmemiştir, ve gitmez'
Ülkücü yazar: Atatürk, başkanlık sistemini şiddetle ve nefretle reddetmiştir
2020-08-11 06:40:55   Mettre à jour: 2021-09-05 00:13:37    

Ülkücü Yeniçağ yazarı Muhiddin Nalbantoğlu, başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili olarak "Cumhuriyet'in ilânından sonra 1930 yılı Eylül'ünde Serbest Fırka Lideri Fethi Okyar tarafından ömür boyu sürecek Cumhurbaşkanlığı teklif edilir. Zamanın gazetelerinde bu teklif yayınlanmıştır" hatırlatmasını yaptı. Nalbantoğlu, "Atatürk başkanlık sistemini şiddetle ve nefretle reddetmiştir" dedi.

Muhiddin Nalbantoğlu'nun "Atatürk başkanlık sistemini şiddetle ve nefretle reddetmiştir" başlığıyla yayımlanan (31 Ekim 2016) yazısı şöyle:

Kurtuluş Savaşı'nın en korkunç yılları yaşanmaktadır. Türk ordularının kumanda merkezi Ankara önlerindeki Sarıköy'e kadar geri alınmıştır.   Hâlâ ordunun Başkumandanı yoktur. Meclis kendi uhdesindeki yetkileri bir tek kişiye yani Mustafa Kemal Paşa'ya vermek istememektedir. Gizli celseler birbirini kovalamaktadır. Düşman ordusu Ankara üzerine kesin saldırıya geçmek için hazırlanıyor.  Uzayıp giden celseler sonunda Başkumandanlık Meclis'in bütün yetkilerinin de içinde olduğu halde Mustafa Kemal Paşa'ya verilmiştir. O son celseye Eskişehir milletvekili Emin Sazak'ın sözleri damgasını vurmuştur. Kürsüden adeta bağırır:

- Ne diyor bu adam yahu; Sizi kurtaracağım diyor... Ne istiyorsa verin, Hilafeti dahi isterse verin. Neyi bekliyorsunuz? Ankara'nın düşmesini mi bekliyorsunuz?

Bunun üzerine o sıralarda sadece bir sivil olan Mustafa Kemal Paşa'ya Başkumandanlık verilmiştir.

Cumhuriyet'in ilânından sonra 1930 yılı Eylül'ünde Serbest Fırka Lideri Fethi Okyar tarafından ömür boyu sürecek Cumhurbaşkanlığı teklif edilir. Zamanın gazetelerinde bu teklif yayınlanmıştır.

Ünlü İzmit konuşmasında 2 İstanbul gazetecisi Cumhuriyet Başyazarı Yunus Nadi ve Milliyet Başyazarı Mahmut Soydan tarafından Atatürk'e bu durum karşısında ne düşündüğü sorulur.

Bu soruya Atatürk'ün verdiği cevap çok ibretlik bir durumu ortaya koyar:

-Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar çok olmuştur.  Siz ve halk efkârı bilmelisiniz ki bu yoldaki teklifler de hoşuma gitmemiştir. Ve gitmez.

Benim gayem Türkiye'de Yeni Türkiye Cumhuriyetinde millet hakimiyetini takviye etmek ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını,  beni iyi tanımış olan Türk milleti benden daha iyi takdir eder.

***

Atatürk'ün bazı konuşmaları

***

* Arkadaşlarımız içinde Başvekillik yapacak zevat çoktur. Fakat bütün bu arkadaşlarım dahil olduğu halde milletin umumi temayülü benim şu ve bu zaruret karşılığında Başvekil olmamı icap ettirirse bu vazifeyi kemal-i tevazu ve minnetle ifaya müheyyayım. Bu takdirde benim aynı zamanda Riyaseticumhurluğu uhdemde bulundurmamın elbette imkânı kanunisi yoktur.

* Benim alacağım bu yeni vazifeyi muhtelif tarz ve manalarda suitefsir etmek, Türk milletinin efkârını teşviş edecek tarzda izaha kalkışmak hiç de makul ve mantıkî değildir.

* Amerikan sistemini memleketimizde tatbik etmeği hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz tarzda Reisicumhurlukla Başvekâleti birleştirmeği asla düşünmedim. Ve düşünecek adam olmadığım, bütün milletçe malûmdur zannederim.

* Bugünkü şerait içinde bir hükümetin millet ve memleket menfaati için takviyesine masruf herhangi sözümü bin türlü malâyanilerle istismar etmeğe kalkışmak istiyenler çok bedbaht adamlardır. Akşam gazetesi başmuharririne söylediğim sözler benim ağzımdan çıkmış ve icabında daima tekrar olunacak sözlerdir.

***

* Halkın saffetinden istifade ederek milletin maneviyatına tasallut eden kimseler ve onların muakkip ve müritleri elbette ki bir takım cahillerden ibarettir. Bunlar Türk milleti için bir şin teşkil edecek vaziyetlerin hudusunda daima amil olmuşlardır. Milletimizin önünde açılan rehâ ufuklarında fasılasız yol almasına mâni olmağa çalışanlar hep bu müesseseler ve bu müesseselerin mensupları olmuştur. Millete anlatmalıdır ki bunların millet bünyesinde yaptıkları tahribatı hissetmek lâzımdır. Bunların mevcudiyetini müsamaha ile telakki edenler Menemen'de Kubilay'ın başı kesilirken lâkaydane seyretmeğe tahammül ve hatta alkışlamağa cesaret edenlerle birdir.

***

* Vatandaşlar bilmelidir ki vicdani ve fikri hürriyet vardır. Fakat, nihayet, bunlar namahdut değildir. Ferdi hürriyet karşısında, fertlerin heyeti umumiyesinin kurduğu ve dayandığı bir de Devlet vardır. O Devletin de iradesine hâkimiyeti vardır. Fertlerin hürriyetini mahfuz tutmakla mükellef olan insanların, diğer taraftan, Devletin de irade ve hâkimiyetinin mefluç bir hale gelmemesine çok dikkat etmeleri lâzımdır. Fertlerin hürriyeti, Devletin hâkimiyet ve iradesinin mahfuziyetine vabestedir. Devlet iradesi mefluç olursa fertlerin hürriyetini muhafaza edecek hiç bir kuvvet ve vasıta kalmaz. Binaenaleyh, hürriyeti yalnız bir taraflı değil, her iki taraftan düşünmek lâzımdır.

* Vatandaş olan fertler kendi hürriyetlerinin bir kısmını seve seve, lüzumlu görerek Devlete zaten devretmişlerdir.

***

* Devlet kendine hâs olan irade ile ferdî hürriyetlerin bir kısmına, gene o hürriyetlerin temini için sahip olur. Yeter ki Devlet hakimiyeti, milletin refah ve saadeti umumiyesine ve vatandaş hürriyetlerinin teminine masruf  olsun.

* Vatandaşlarda bu emniyet hasıl olduktan sonra fertlerin kurdukları Devlet kuvvet ve otoritesini masun bulundurmak için vatandaşlara terettüp eden vazifeler vardır. Bu meyanda memurlara ve bilhassa hâkimlere teveccüh eden vazife büyüktür. Hakimler vatandaşların, hürriyetini mümtaz tutmağı düşünürken Devlet otoritesinin hakikaten, masun kalmasına dikkat ve riayet etmelidirler. Aksi takdirde kendilerine tevdi edilmiş olan yüksek vazifeyi ifada kusur etmiş olurlar.

*Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi, kıymetli esaslarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve behemahal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk harsına ve camiasına mensubiyetini iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.

Halbuki Adana'da Türkçe konuşmayan yirmi binden fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse, gençler, siyasi, içtimai bütün teşekkülleri bu vaziyet karşısında bîhis kalırsa, en aşağı, yüz seneden beri devam edegelen bu vaziyet daha yüzlerce sene devam edebilir. Bunun neticesi ne olur Efendiler? Herhangi bir felâket günümüzde bu insanlar başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler.