Yusuf Kaplan'ın, "Kaybedecek vaktimiz yok: İnsana “yatırım” yapmadan aslâ!" başlığıyla yayımlanan (23 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Şunu zihnimize kazıyalım, derim:
Bizi, bu topraklardan uzaklaştırmak istiyorlar. Bunun da tek yolu var: Bizi İslâm'dan uzaklaştırmak!
Biz gelince, onlar gidecekler zira!
Batılılar, şunu çok iyi biliyorlar: Bu toplumu, ayakta tutan, birbirine bağlayan, bu toplumun sigortasını oluşturan, bütün zorluklara göğüs germesini, dolayısıyla tarih yapmasını sağlayan yegâne kaynak, İslâm.
Bizi İslâm'dan uzaklaştırarak, bu topraklardan uzaklaştırmak istiyorlar!
Bu toplumu, İslâm'dan uzaklaştırmanın bütün yolları denendi bu ülkede.
Önce, İslâm, bu ülkenin kurumlarından uzaklaştırıldı. Devlet dediğimiz soyut aygıtı oluşturan somut kurumlar, İslâm'dan arındırıldı; laikliğe göre silbaştan yeniden yapılandırıldı.
Sonra da, toplum, sekülerleştirilerek İslâm'dan uzaklaştırılmaya çalışıldı: Seküler/ etnik kimlikler icat edilerek, etnik kimlikler üst kimlikler hâline getirilerek, bu toplumun en büyük ortak paydası, yegâne üst kimliği, İslâmî kimlik aşındırıldı.
Bu tam anlamıyla intihar/dı! Böylelikle, bu toplumun yegâne ortak paydası İslâmî kimliği yok edilmiş olacaktı!
Eğitim sistemi: Kültürel inkârı, kültürel intihara dönüştüren kıyım makinesi
Eğitim kurumları, İslâm'ın diriltici, herkese, her görüşe hakkını verici, her tür fikre, düşünceye hikmet nazarıyla bakıcı kuşatıcı ve kucaklayıcı evrensel ilkelerine göre değil, bizi Batılıların zihnen kölesi hâline getirici, aşağılık kompleksinin eşiğine sürükleyici, tarih bilincimizi linç edici, ruhumuzu yok edici, Batı'yı kutsayıcı, bu topraklarda hiç bir karşılığı olmayan tepeden, jakoben yöntemlerle dayatılan laikliğe göre yapılandırıldı.
Batılı sömürgecilerin bu toprakları işgal ettiklerinde yapmaya cesaret bile edemeyeceği bu kültürel inkâr, zamanla kültürel intiharla sonuçlandı!
Bedenen burada ama zihnen Batı'da yaşayan, Batı'yı da kendini de tanıyamayan, bütün medeniyet iddialarını, ruhunu, coşkusunu yitiren şizofren kuşaklar icat edildi!
Bin yıldır, dünya tarihini yapan bir toplumun içerden teslim alınması ve intiharın eşiğine sürüklenmesiydi bu!
O yüzden yüzyıldır, tarihi yalnızca Batılılar yapıyor; bizse, bize biçilen palyaçoluk rolünü oynuyor ve tarihte tatil yapıyoruz!
Sömürge aydını: Celladına aşık tasmalı çekirge
Meselenin insanı çıldırtan tarafı da bu işte: Bu ülkenin aydınları, elitleri, yaşadığımız bu kültürel ve varoluşsal intiharı göremeyecek kadar Batılıların kapıkulu.
Adına Türk aydını denen türedi tür, celladına âşık tasmalı çekirgeye dönüşmüş, dünyada bir benzeri olmayan nevzuhûr bir tür: Kendi toplumuna, kendi medeniyet dinamiklerine, kendi ruh köklerine sadece aşağılayıcı bir aşağılık kompleksiyle bakmakla kalmıyor, onlarla savaşıyor!
Şunu göremiyor -zihinsizleştirilmiş bir zihne yani körleşmiş ve köleleşmiş bir zihne sahip olduğu için-: Ruh köklerini yitiren, dahası ruh köklerine savaş ilan eden, yalnızca ödünç akılla, ödünç zihinle ve ödünç bir kültürle yaşayan bir aydın, bu dünyaya ne verebilir ki?
Ruh köklerini yitiren, giderek ruh kökleriyle kavgalı hâle gelen bir aydın, bu dünyaya ruh üfleyebilir mi, insanlığa, insanlığın önünü açacak yeni bir şey verebilir mi?
Zihni, aklı, dünyası ödünç olan, taklidi yaşayan bir aydının -dolayısıyla genç kuşakların- dünyaya özgün şeyler verebileceğini sanmak, aslındazihnen köleleşmenin ve körleşmenin bir göstergesinden başka bir şey değil oysa!
Bürokratik oligarşi, bu ülkenin çocuklarını yedi!
Buraya kadar laik, dolayısıyla sömürgeci eğitim sistemi üzerinden yaptığım okumalar, bütün kurumlar için de yapılabilir.
Askerî bürokrasi, yargı bürokrasisi, teknokrasi gibi bütün kurumlar da, bu sömürgeci zihnin ve körleşmenin bütün maraziliklerini sergiliyor hâlâ: Bu toplumun ruh köklerini kurutmakla meşgul. Butoplumun önünü açacak öncü insanlarının önünü kesmekle meşgul.
Türkiye'de, bütün kurumlar, yani bürokrasi, İslâm'ı dışladı, bizi biz yapan medeniyet iddialarımızı yoksaydı. Bizim medeniyet iddialarımıza bir şekilde sahip çıkan, Menderes'i astı. Özal'ı, esrarengiz bir şekilde öldürdü. Erbakan'a darbe yaptı. Erdoğan'ın önünde takoz gibi duruyor!
Şimdi, bu takozun ortadan kaldırılma zamanı geldi çattı: Türkiye, deyim yerindeyse, yıldırım hızıyla, toplumun bütün kesimlerini kucaklayarak, medeniyet iddialarını yeniden kuşanmalı.
Ve medeniyet iddialarıyla donanan özgüveni yüksek, pergelin sabit ayağını bizim medeniyet dinamiklerimize basan, pergelin hareketli ayağıyla da bütün dünyalara, medeniyetlere, kültürlere açılan, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyan, çağ açacak, çağrısı çağını kuracak, çağlayan olup yeniden insanlığı Darüsselam'a (Barış yurduna) kavuşturacak parlak, özgüveni yüksek öncü kuşaklar yetiştirecek tohumları toprağa düşürmeye bakmalı!
En büyük hedef, öncü insan yetiştirmek olmalı!
Yeni dönemde, başkanlık sistemine giden süreçte, Türkiye'yi bekleyen en büyük iş, medeniyet dinamikleriyle donanacak ve insanlığın önünü açacak parlak öncü kuşaklar yetiştirmek olmalı!
Bürokrasi, Türkiye'nin önündeki duvar'dı. Bu duvar yıkılmalı.
Türkiye'nin kaybedecek vakti yok! Yol da yapılmalı. Köprü de, baraj da, ray da, dünyanın en büyük havaalanı da elbette yapılmalı.
Ama insan aslâ atlanmamalı! Asıl “yatırım” insana yapılmalı! Eğitimde, medyada, kültürde, fikir, sanat ve gençlik'te devrim niteliğinde atılımlara imza atılmalı.
İnsan olmadan bütün maddî yatırımların kısa devre yapacağı, ayağımıza dolanacağı, bizi vuracağı unutulmamalı!
İnsan. İnsan. Yine İnsan: Tek hedef bu olmalı!
Kültürü, eğitimi ve gençliği İHMAL edersek, geleceğimizi İMHA etmiş oluruz!
Gerçekleri görmekten korkmayalım.
Gerçek şu: 15-25 yaş arası kuşağı kaybettik!
Uykularım kaçıyor benim!
Çünkü 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekemezsek Türkiye'yi de kaybederiz -Allah muhafaza!
Son söz: Kaybedecek vaktimiz yok: Önce insan, sonra insan ve her zaman insan! İnsan olmadan aslâ!