CHP'li Faik Öztrak parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Öztrak, sandığın milletin önüne geleceğini ve karanlık günlerin biteceğini belirterek, vatandaşların müsterih olması gerektiğini söyledi. Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet İttifakı olarak iktidara geldiklerinde kayıpların telafi edileceğini dile getiren Öztrak, Bu ülkenin insanları artık bakkalda, markette, alışveriş arabasına bir meyve, bir sebze koyarken, elli çeşit hesap yapmayacak. Meyve, sebze taneyle değil kiloyla alınacak. Emekli bayramda torununa gönül rahatlığıyla harçlık verecek. Saray milletimizi çok üzdü. Biz milletimizin yüzünü güldüreceğiz. Biz geleceğiz, hayat bayram olacak. Bayramlar, bayramlar gibi yaşanacak dedi.
Açıklamasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Öztrak, DEVA ve Gelecek Partisi’nin kendi logolarıyla seçime katılacaklarını açıklamasıyla ilgili, Partilerin kendi logolarıyla seçime girmeleri ittifaka engel olmaz. Bu ittifak ülkeye çağdaş demokrasiyi getirmeye karar vermiş partilerin ittifakıdır. Kimse hayal görmesin. Kimse kendini darı ambarında zannetmesin. Kimse öküzün altında buzağı aramasın diye konuştu.
Gezi Davası’nda verilen cezaların sorulması üzerine Öztrak, Eğer bir davanın iddianamesinde yer alan asıl iddia, yani casusluk suçlaması beraat ile sonuçlandıktan sonra, düştükten sonra, arkasından darbe iddiası ile aynı dava içinde hiç darbe iddiası o dava içinde yokken insanlara müebbet hapis ve onlarca yıla varan cezalar veriyorsanız, zaten o davanın bir yerlerde kin ile nefret ile yazılıp, o davada karar alıcıların eline verildiği açık seçik ortaya çıkmaktadır. Orada bir hâkimin koyduğu karşı oy yazısı son derece önemlidir. Üç hâkimden biri demiştir ki ‘Bu davanın sonu beraat olmalıdır, çünkü delil yoktur’ demiştir” dedi.
Öztrak’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
Vatanı satmak, üç ay önce ‘yüzde 23 olacak’ dediği yıl sonu enflasyonunu üç ay sonra yüzde 43’e çeken ehliyetsiz kadroları görevde tutmakla olur. Vatanı satmak; kifayetsizlik, dirayetsizlik, iş bilmezlik yüzünden insanlarımızı patates, soğan, ucuz ekmek, et ve benzin kuyruklarına mahkûm etmekle olur. Vatanı satmak, milletimizi el kadar bebeklerini besleyemez hale düşürerek, çocuklarımızı karanlıkta ve soğukta aç bırakarak, doğru düzgün eğitim vermeyerek, yoksulluğun aileden evlatlara miras kalmasına, bir neslin kaybedilmesine neden olmakla olur. Vatanı satmak, bu milletin gençlerini işsiz bırakıp saray yanaşmalarına iki, üç ayrı yerden maaş bağlamakla olur. Milletin evlatlarının geleceğini çalıp, burnuna pudra şekeri çeken saray beslemelerine tek bir söz söylememekle olur. Vatanı satmak, kaçak göçmenlere kapıları sonuna kadar açıp bin bir emekle yetiştirdiğimiz doktorlarımıza kapıyı göstermekle olur.
Vatanı satmak, ekonomiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını, doların yeşili karşılığında satmaya muhtaç hale getirerek olur. Vatanı satmak, ölmez ağacı zeytinlerimizi rant uğruna talan ettirmekle olur. Para kazanma hırsıyla Karadeniz’in güzelim derelerinin can suyunu kesmekle olur. Vatanı satmak, uçaklardan doğru dürüst bir yangın söndürme filosu kurmayıp, yanan ormanlarımızı seyretmekle olur. Vatanı satmak, doğasına, yeşiline sahip çıkan gençlerimizi üç kuruşluk AVM rantı için TOMA’larla, sopalarla kırmakla olur. Vatanı satmak, şahsi kinini emrindeki mahkemelere karar dikte ettirip, devletin adalet direğini çökertmekle olur. Vatanı satmak, bu topraklarda bin yıllık ortak geçmişi olan insanların birliğini, beraberliğini, kardeşliğini sağlayamamakla; ülkenin maddi, manevi kayıplara uğramasına göz yummakla olur. Vatanı satmak, mübarek Kadir Gecesi’nde, ‘Dolmabahçe Camisi’nde içki içtiler, oradan loderlerle makamıma kanallar açtılar’ gibi hilafı hakikat hikâyeler anlatarak milleti hala birbirine düşürmeye çalışmakla olur.
Vatanı satmak, ‘Dik duracağız, dikleşmeyeceğiz; biz, sadece ve sadece rabbimizin huzurunda, rükûda ve secdede eğiliriz’ deyip paraya sıkıştıktan sonra, katil dediklerinin huzurunda böyle eğilip bükülmekle olur. Vatanı satmak, daha düne kadar ‘katil’ diye suçladıklarının boynuna birkaç milyar dolar için böyle sarılmakla olur. Türkiye’de hiçbir zaman hiçbir cumhurbaşkanı, para için, doların yeşili için böyle çaresiz bir duruma düşmedi. İçeride atıp tutup, dışarıda süngü düşüren cumhurbaşkanlarımız olmadı. Allah aşkına şu fotoğraflara bakın. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. İnsan biraz sıkılır, biraz utanır. Tükürdüğünü bu kadar rahat yalamaz. Yıllarca ‘Allah utandırmasın’ diye dua ettiler, anlaşılan duaları kabul oldu, artık hiçbir şeyden utanmıyorlar.
Gün gelir, zulme ve adaletsizliğe karşı duran, ‘Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir’ diyen Dadaloğlu olur. Gün gelir, ‘Ağaların zulmüne yeter’ diyen İnce Memed olur. Gün gelir, adaletsizliğin karşısında dimdik duran, Ankara’dan İstanbul’a ‘Hak, hukuk, adalet’ diyerek yürüyen, elektrikleri kesilen karanlıktaki yurttaşlarımızın, korku içinde titreşen çocuklarımızın, yoksulluk çukurundaki insanlarımızın sesi olmak için ‘Karanlıktan aydınlığa bir yol vardır’ diyen Kemal Kılıçdaroğlu olur. Zulme rıza, zulümdür. Zulmedenlere en küçük bir meyil gösterilmez. Yoksa cehennem ateşi meyledene de dokunur ve bugün zulme karşı bir araya gelmeyenler, yarın zalimin zindanlarında bir araya gelir.”