İşte o röportaj:
Herkesin merak ettiği soruyla başlayalım: Yılmaz Erdoğan’la boşandınız mı?
- Hayır. Bu sorudan o kadar sıkıldım ki... İnsanlar neden bir insanın evinin içini bu kadar merak ediyor, anlamıyorum.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler...
- Oturup özel hayatımla ilgili açıklamalar yapmayacağım. Bir tek şunu söyleyebilirim; birbirini çok seven ve aralarında oldukça sağlam bir bağ olan bir çiftiz.
Peki evlenip bir de çocuk sahibi olunca aşk şekil değiştiriyor mu?
- Elbette. Başka türlüsü doğaya aykırı. Aşk biçim değiştirerek devam ediyor.
Birlikteyken hep sanat mı konuşursunuz?
- Hayır, öyle hayat mı geçer be Hakan!
BUNU KISKANÇLIKLA ENGELLEYEMEM
Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat, Nejat İşler ve İbrahim Çelikkol... Eşiniz Türkiye’nin en yakışıklılarıyla oynamanızı kıskanıyor mu?
- Kıskanmıyor. Ya bak şimdi düşününce... Hakan, yoksa Yılmaz beni sevmiyor mu (gülüyor)!
Eyvah!
- Şaka bir yana; Yılmaz mesleğini çok önemseyen bir hoca. Bunları konuşmamız onun işine verdiği özeni azımsayan bir şey. Bizim birincil işimiz hislerle ilgili, elbette ki bunları seyirciye aktarırken konusuna göre partnerlerin olacak ama bunun ötesinde bir anlamı yok bunun.
Siz onu kıskanmıyor musunuz?
- Hayır. Profesyonel bir oyuncunun herhangi bir sahne ile içinde aşk geçen bir sahneye yaklaşımı arasında bir fark olmayacağını, bu işi yapan biri olarak biliyorum.
Hadi dürüst olun... Partneri, Monica Bellucci olduğunda da böyle mi?
- Tabii ki! Bence insanlar uzun bir ilişki yaşıyor, bir evlilik yürütüyor diye birbirlerinin tapularını almıyor. Birbirlerinin aklına, kalbine mühür vurmuyor. Monica’ya veya başka birine bir şeyler hissetmesini kıskançlıkla engelleyemem ancak kendimi yer bitiririm.
Bu hoşgörü dozu biraz yüksek değil mi?
- Kıskançlık sevdiğim bir huy değil. Eğer birini gerçekten sevdiğini iddia ediyorsan -ki bence gerçek sevgi koşulsuzdur- o zaman sevdiğin kişi başka birine karşı gerçekten bir şeyler hisseder, bunu seni incitmeden yaşar, sana karşı da dürüst kalabilirse elbette için bir parça titrer, ilişkinizin formu elbette değişir ama içinde yalan, gizlilik olmadığı için onu affedersin, gidip hissettiği gibi yaşamasına gönülden yol verirsin. İlişkileri mülkiyetine dönüştürme çabası yersiz geliyor bana.
Şu an hayat nasıl geçiyor?
- Çok yoğun ama mutlu... Dizi zaten zamanımın büyük kısmını alıyor. Bunun dışında prodüksiyon şirketimi açtım: Big Bloom. Bundan sonra filmler yapmayı hayal ediyorum. İzleyicilere yaptığım filmler aracılığıyla bir şeyler hissettirmek, yurtdışıyla ülkemizdeki değerler arasında bir köprü kurabilmek istiyorum.
SEVGİYE İNANIRSAK HER ŞEY DEĞİŞEBİLİR
Siyasetle ne kadar ilgilisiniz?
- Bir insan, bir anne olarak vicdan tarafından bakıyorum ve bir can yitirilmesi, benim de canımı acıtıyor.
Geleceğe dair umutlu musunuz?
- Bazen çok evet, bazen çok hayır.
Türkiye ve dünyada yaşananlar Rodin’in geleceği açısından sizi endişelendiriyor mu?
- Rodin geçenlerde bir resim yaptı; bir adam Eyfel Kulesi’ne çıkıyor. Gökyüzünde kırmızı, kocaman bir dolunay var. Adamın kafasının altında ve etrafında da kırmızılıklar var. “Bu kırmızılar Ankara’da patlayan bombalar” dedi. Çocuklar bomba diye bir şey olduğunu, bunun her an, her yerde patlama ihtimali olduğunu biliyor. Bir anne olarak elbette endişeliyim.
Çare ne olabilir?
- İnsan iradesi. Eğer sevgiye inanırsak, anlayışlı olabilirsek her şey değişebilir.
MUKADDERAT! BENİM HİKÂYEM DE BÖYLEYMİŞ...
Rodin artık altı yaşında. Birlikte nasıl vakit geçiriyorsunuz?
- Oğlum tam bir futbol kurdu. Hayatımızın en büyük mesaisi de futbol üzerine. Formalar, maçlar... Futboldan hiç anlamazken şimdi Beşiktaş’la ilgili her şeyi bilir oldum.
Genç yaşta evlenip üstüne bir de erkenden çocuk sahibi oldunuz. Hiç ‘Çok acele ettim’ diye düşündüğünüz oluyor mu?
- Hayır. Çünkü hayatımdaki birincil mevzum oğlum.
Gece kulüplerinde arkadaşlarınızla eğlenmek varken ‘evli, mutlu, çocuklu’ olmak sıkıcı değil mi?
- Mukadderat! Ben çok eğleniyorum, bunun için gece çıkmama gerek yok. Dans etmeyi çok seviyorum, bunun fırsatlarını da yakalıyorum. Arkama baktığımda ‘Her şeyi yaşamam gerektiği yaşta yaşamışım’ diye düşünüyorum. Tesadüf diye bir şey yok. Olan her şey insanın kendi hikâyesiyle ilgili. Benim hikâyem de böyleymiş...
Bu erken olgunlaşma sürecinde ilk aşkı hatırlıyor musunuz?
-Evet, Yılmaz Erdoğan...
32 yaşındasınız. 10 yıldır ekrandasınız. Olması gerekenden daha olgun, ağır bir havanız var sanki... Bunun sebebi de hikâyeniz mi?
- Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Öyle biri değilim. Bunun sebebi zihinlerde kalan evli, çocuklu fotoğraflar yani aslında önyargılar...
Dört yıldır ekrandan uzak olmanızın sebebi sisteme olan sitem mi?
- Değil. Sinema yaparken daha mutluyum. Tabii bunun yanında en büyük sebep; Rodin. Artık büyüdü, çalışmanın ne anlama geldiğini daha doğru anlayacak yaşta.
Neydi sizi bu diziye ikna eden?
- Yönetmen Ömer Faruk Sorak. ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ filminden beri ‘Bir daha ne zaman yeni bir şey yaparız’ diye düşünüyordum. Kısmet, haftaya perşembe başlayacak ‘Kördüğüm’eymiş